Menü

ADS

30 Mart 2012 Cuma

Ayhan Sicimoğlu kimdir, hayati ve çalişmalari hakkinda bilgi verir misiniz?


Ayhan Sicimoğlu

“Beynimde melodiler uçuşuyor, gene elim ayağım durmuyor, kalbim gibi. Adından da anlaşılacağı gibi bu albüm adı geçen tüm dostlarım ve kızım Ayşe Sicimoğlu sayesinde kulaklarımıza ve ruhumuza ulaşıyor.”

Bu sözler bir albüm kapağında yer alıyor. Hangi albüm demeyin, burada bahsi geçen albüm Ayhan Sicimoğlu tarafından geçtiğimiz günlerde Doublemoon etiketi ile piyasaya çıkmış olan albüm. Adı “Ayhan Sicimoğlu, Friends and Family”. Ben bu albümün varlığından Sabancı Üniversitesinin mezuniyet töreninde haberdar oldum. Bilmeyenlere söyleyeyim, ülkemizde mezuniyet törenlerini jazz orkestrası ile gerçekleştiren bir üniversite var. İnanılacak gibi değil ama gerçek. Bu sene Sabancı Üniversitesi Ayhan Sicimoğlunun orkestrası ile öğrencilerini uğurladı. Törenden sonra kokteyl alanına doğru kalabalığın içerisinde yürürken kader ağlarını 12 numaralı şişle ördü ve beni yakın arkadaşı Jozi Levi ile birlikte yürüyen Ayhan Sicimoğlu’nun yanına taşıdı. Beş dakika içerisinde benim onu ilk defa Açık Radyo’da program yaptığı günlerden tanımamla başlayan, ortak dostumuz çellocu Sedef Erçetin ile süren ve onun yeni albümü ile sonlanan bir sohbeti tamamladık. Sonra da sözleştik, albüm çıkınca görüşeceğiz. Leylekler döndü, yaz bitti ve albüm çıktı, sıra sohbete geldi.
Friends and Family, albümün adı demiştik, peki neden İngilizce bir ad derseniz bu sorunun cevabını Ayhan da bilmiyor, biraz düşününce fonetik olarak İngilizce söylenişin daha akıcı olduğunu düşünüyor. Sohbetimize “kimdir Ayhan Sicimoğlu? diyerek devam ettik.

“1950 doğumluyum. Eh bakarsanız bayağı yaşlı sayılırım. Evet genç gösterdiğim doğru, saçımda boya yoktur. Olmadığı belli oluyor değil mi. Tamam canım, biraz sağında solunda beyazlar var, hatta dökülmeye de başladılar. Kendime dikkat ediyorum, bence her insanın da etmesi lazım. Aşırı yemek yemem, içki içmem, hiç sigara içmem. Doğum yerim Niğde. Niğdeli falan değiliz ama babam Türkiye’nin çok büyük bir inşaat mütehhaiti idi. Türkiye’de bir çok yerde inşaat yaptı. Ben o Niğde hükümet binasını yaparken doğmuşum. Oğlan kardeşim Gaziantep tren istasyonunu yaparken doğmuş. Annem o gezerken hep yanında olmuş. 10 yaşımdayken Talas’taki Amerikan okuluna gittim. Şimdi kapandı ama iddia ediyorum dünyanın en önemli okullarından birisi idi. Çok hoş bir yerdir. Sonra 4 sene Tarsus Kolejinde yatılı okudum. İki sene Hacettepe Üniversitesinde geçti, oradan da 1972 yılında Temel Bilimler fakültesinde ekonomi okudum ve bir diploma aldım. O zamanlar bu mümkündü. O yıllar Türkiye’de üniversite olaylarının yoğun olduğu yıllardı. Büyük bir gerginlik vardı. Oradan İngiltere’ye giderek fotoğraf ve film okudum. Oradan bir ara Türkiye’ye döndüm ama daha sonra İtalya’ya moda fotoğrafı çekmeye gidip dört sene Roma’da kaldım. O güne kadar davul çalıyordum ama Roma’da aradığım müzik olan Küba müziğini buldum. Talas günlerimden, yani 12 yaşımdan beri davula ilgim vardı, okul orkestrasında çalıyordum ama bilimsel olarak müzik dersi almaya Roma’da başladım. İtalya müzik açısından hayatımı değiştirdi, önemli adamlardan müzik dersleri aldım ama şimdi düşünüyorum da bir müzik akademisine veya konservatuarına gitmek gerekiyormuş. Bunun eksikliği her zaman hissettim, bundan sonra da hissedeceğim. İyi olmuyor.

Bu albümde 25 değişik müzisyenle çalıştım, tabii ki hepsi tüm parçalarda yer almadı. Kafamda bir çok müzik fikri vardı, bunlardan bazılar yazılmış bazıları ise yazılmamıştı. Uzun yıllardan gelen bir birikimi ortaya koydum. Her parça da o parçaya en iyi şekilde uyabilecek, çalabilecek müzisyenleri araştırdım, çoğunu zaten tanıyordum, ve albümde çaldırdım. Örneğin nefesli sazların düzenlemesini Amik Guerra yaptı. Bu adam gerçek bir Küba müziği ustası. Arap, Çin, Afrikalı ve İspanyol genleri taşıyor. Esmer, uzun boylu, 1.90 boyunda ve çekik gözlü bir adam. İsmi aslında daha da uzun, İspanyol geleneğine göre adlar böyle uzun oluyor. Adama Türkiye’ye gelmesi için vize davetiyesi alırken bunu fark ettim. Meğer adı Amik Abdel Guerra Ling Long imiş.

Albümde rap parçalar da var. Bunları da son derece disiplini bir Kolombiyalı müzisyen olan Rodrigo Rodriguez yaptı. Ama bu albümde yer alan rap müziği küfürler ile dolu kaba saba bir rap değil, ben bundan hoşlanmıyorum. Bence rap sokak müziği de olsa güzel hikayeler anlatabilmeli.”

Ayhan Sicimoğlu’nun albümü bu anlayışın güzel bir örneği, her parçası ayrı bir hikaye anlatıyor. Ayhan bu albüm ile birlikte yeni bir kavramı da ortaya koymuş oluyor. Karanjörlük. Peki nedir bu derseniz işte cevabı:

“Ben bu albümün ağabeyiyim, böyle de olmak zorundayım. Bu rolü tarif edebilmek için ben yeni bir isim buldum, karanjör. İşi karan kişi, Aranjör, besteci, ağabey görevlerini bütün haline getiren kişi Karanjördür en yukarıdaki adam, besteci de onun altında çalışır. Daha doğrusu bu ismi Mahzar Fuat Özkan’dan Mahzar buldu. Onların bazı parçalarına geçmişte karanjörlük yapmıştım.

Aydın Esen dünya çapında bir müzisyen, bu herkesin kabul ettiği bir gerçek. Bu albümde o da bir parçada çalıyor. “Amapola” diye bir eski şarkı var, anlamı “afyon çiçeği”. Bu çiçeğin Türkçe bir ismi yok ama İspanyolca’da var. Bu çok güzel, insanı cezbeden ama daha sonra uyuşturan bir çiçek. Albümdeki parça 1890 lı yıllarda Garcia Jose Maria Lacalle tarafından bestelenmiş. Biz bunu farklı bir tarzda zaten çalıyorduk ama onu tamamen farklı şekilde çalarak bu albüme de almak istedim.

Aydın ile eskiden beri tanışırız, geçmişte bir çok kere birlikte çalmıştık, birbirimizi çok severiz. Aydını çalmak için çağırdığımda önce orijinalini dinleyeyim dedi. Bu parçanın şimdiye kadar çok farklı yorumları yapılmış, ben ona en beğendiğim yorumunu dinlettim. Dinledi, bazı notlar aldı, daha sonra benim yaptığım çalışmayı dinledi, tekrar orijinalini, sonra tekrar benimkini dinledi, gene notlar aldı. Sonra “tamam, tak piyanoyu dedi. Elektrikli piyanoda kendi getirdiği soundboard’u kullandı. Kulaklığı taktı ve yarım saatte parçayı çaldı ve bitirdi. Ama daha sonra parçayı söyletecek bir solist bulamadım, işler ters gitti. New York’tan Brezilyalı bir solist getirtecektim, olmadı. Derken kızım Ayşe’nin annesi “neden Ayşe’ye söyletmiyorsun?” dedi. Kızım 19 yaşında ve Paris’te opera okuyor. Ayşe bundan nefret eder dedim. Hayır, dedi. Taktik değiştirdik, ben Ayşe’ye, “Bana bak Ayşe söyleyeceksin yoksa çok fena halde kızarım” dedim, “peki” dedi, ve söyledi. Ama bu sefer de sesi uymadı. Çok tiz kaldı, biz de parçayı 1.5 ton tizleştirdik, Eylem Pelit bas bölümünü yeniden çaldı, piyanonon tonunu da mastering de hallettiler. Ayşe beni çok şaşırttı. Bu kaydı İstanbul’a konser için gelmiş olan Kübalı şarkıcı Armando Miranda’ya da dinletmiştim, o da şaşırdı ve benden ikinci albümümde başka bir boleroyuı Ayşe ile duet söyletmem için benden söz aldı. Bu sözü verdik, ikinci albümde böyle bir parça olacak.

Fahir Atakoğlu da çok sevdiğim bir müzisyendir, o da “Pasa Baba” parçamızda çaldı. Türkiye matrak bir yer, Fahir son derece önemli iki müzisyenle albüm yaptı, yaşadığı yer olan Washington birbirine girdi. Son derece önemli bir başarı, ama burada kimse Fahir’den bahsetmiyor. Yok meşhur DJ bilmem kim gelmiş, de gösteri yapacakmış da, ne alakası var. Bak efsanevi DJ diyorlar, ne efsanesi, DJ dediğin bir garsondur, efsanevi olabilecek olan ise ancak aşçıdır. Yemeği aşçı yapar, ama garson taşır. Garson iyi olmalıdır, parmağını çorbaya sokmamalıdır, düzgün servis yapabilmeli, gerektiği zaman hemen müşterinin yanına gelebilmeli, sofradaki kişinin elektriğini almayı bilmelidir. Bunları yaz, DJ geliyor, biletler 100 bin lira, 15 bin kişi gidiyor. Olmaz böyle şey.

Pasa Baba nın ilginç bir hikayesi var. Ayhan Albümün kitapçığında bu öyküyü anlatmaya şöyle başlıyor:

“Arena in Verona”dayız. Kuzey İtalya’nın en önemli opera festivallerinden birisi. Ayşe’ye verdiğim sözü yerine getiriyorum. Paris “Ecole Normalle de Musique”te 3. sınıfa geçerse Verona’ya gidecektik. Her gece Roma devrinden ayakta kalmış devasa anfitiyatroda çok şık hanımefendiler ve beyefendilerin arasında Verdi ve Puccini ruhlarına bürünüyoruz. “Pasa Baba”nın melodisinin kaynağı işte bu Verona gecelerinde”.

Şarkı 1800 lü yıllarda İstanbul’da yaşanmış bir aşk öyküsünü anlatıyor. Haremlikte büyüyen köşkün kızı Ayşe paşa babası ile İtalyan sefaretindeki opera konserlerine gider, çok sever. Şarkı ve solfej dersleri almak ister, Elena hanım adlı Rum İtalyan karışımı Pera kızı bir hoca bulunur, Paşa baba Elenaya vurulur, Elena ise kendisini köşke getiren faytoncu Ahmet’e abayı yakar. Peki sonunda ne mi oluyor. Öyle bedavacılık yok, albümü alın, kitapçığı karıştırın ve Ayşe Sicimoğlu’nun billur gibi sesini dinleyin. Zaten hikayenin sabit bir şekli de yok, çünkü Ayhan Sicimoğlu bu öyküyü her seferinde yeni baştan yazıyor, yani jazz yapıyor. Fahir Atakoğlunun beğenip, yaylıları düzenlediği ve Washington’dan gönderdiği parçada işte bu parça, hikayenin arkası yarın, veya siz albümü satın alınca ortaya çıkacak ama gelin ben size albümde yer alan bir başka parçadan bahsedeyim.

“Istanbul pas Constantinople”, bu parçayı toprağı bol olsun sevgili Dario Moreno söylerdi. Ayhan Sicimoğluna göre ise öykü daha da eskilere dayanıyor:

“Bunu ilk söyleyen Dario değildir, Four Lads adlı bir İngiliz grubu söylüyordu. Kayınpederim Dario yu tanırmış, hatta evine de gelirmiş. Bu parçayı kayınpederin Fransa’dan aldığı bir CD’de duydum. Hatta orada bir de İzmir adlı şarkı vardı, onu dinlerken ağlamaya da başladım. Burada gene arka arkaya çalınmış 8-10 tane nefesli saz kullanıyoruz, onların düzenlemesini de Amik Guerra yaptı ve trompetleri çaldı, perküsyonlarını ben çalıyorum. Ayşe de şarkıyı söylüyor.

“Ahi’ Na’ Ma Kaynana”ya gelince, Bizim Özkan Uğur yıllardan beri keyifli zamanlarda İspanyolca şarkılar söyler. Bu parçayı da o söyledi. Sözleri ve melodiyi ben yazdım, biraz pop oldu. İspanyolca Ahi’ Na’ Ma diye bir söz var, Türkçe’si ile “ay artık bundan daha güzeli olamaz”ın argoda kısaltılmışı, kaynanaya da kafiye olarak çok iyi uyuyor. Parça çok iyi dans eden, uçar kaçar, saçları briyantinli, bir Micheal Jackson bir de Tarkan taklidi yapan, Türkçe rap dinleyen bir çifti anlatıyor. Ama kızın anası kaynana bu işe su koyuyor. Oğlan da burada kaynanaya sesleniyor, “oynama bizle” diyor. Burada darbukayı Balık Ayhan çaldı.

Albüme katkıda bulunan müzisyenlerin sayısı bunlarla da sınırlı değil. Perulu Cesar Correra, Uğur Yücel, Mirkelam gibi bir çok arkadaşı Ayhan Sicimoğlu’nun ailesine girmişler. Çok güzel olan kapak çalışmasının grafik tasarımı Ayşe Çelem Design tarafından yapılmış, kapak fotoğrafını da ünlü Fransız moda fotoğrafçısı Andy Julia çekmiş.

Tüm parçaların bir hikayesi var, hepsi de albüm kitapçığında, aynı zamanda bir yazar olan Ayhan Sicimoğlu tarafından yazılmış. Burada hepsini yazamam. Yapabileceğim şey ağzınıza bir parmak bal çalarak Ayhan Sicimoğlu’nun rengarenk dünyasını sizlerle paylaşmak. Kalanını keşfetmek sizin hayal dünyanız ile sınırlı. Ama şunu söyleyebilirim, tüm parçalar birbirinden renkli, hareketli, keyifli. Herkesin kendisi için bulabileceği bir öykü var bu albümde. Ama son tahlilde ortaya ne çıkıyor derseniz Ayhan onun için de şunları söylüyor.

“Bu melez bir albüm oldu. Çok uzun zamandan beri kafamda olan şeyleri sonunda bir araya getirdim. Belki de buradaki her şarkının birer albüm olması gerekir. Bana göre hepsinin bir araya gelmesi ile bir bütünlük de oluşmuyor. Bunu bana kritik olarak da söylediler ama ben böyle bir albüm istedim, her türlü rengi, hikayeyi barındıran bir albüm ortaya çıktı. Hayatımın değişik yönlerini yansıtan bir albüm oldu. Mesela ben İtalya’dan sonra 8 sene de Amerika’da yaşadım, orada da müzikle çok ilgili idim. Değişik müzik kurslarına katıldım. Afrika ve Güney Amerika müziklerini inceledim. Bu arada Fransa’da büyümüş bir Türk kızla evlendim, kızım Ayşe doğdu. Canavar gibi bir kız.”

Ayhan Sicimoğlu bugün 55 yaşında, bu onun ilk kendi adına yaptığı albüm. Ancak öyle gözüküyor ki ikinci albüm için bir 55 yıl daha geçmeyecek. Peki ikinci baharda neler olacak, işte bu sorumun cevabı da şöyle oldu: “Güzel bir soru, bir düşüneyim. Ben bir ritimciyim, melodik yanım zayıf. Acaba bir armoni dersine başlasam mı diye kendi kendime soruyorum. Aranjman yapmayı öğrensem mi? Bunlar zor işler gibi gözüküyor, acaba beynim bunları alabilir mi diye kendi kendime soruyorum. Küçükken özel hocadan piyano dersi almıştım. Acaba yeniden konservatuara gitsem mi diye düşünüyorum. Ben klasik eğitime çok önem veriyorum, hatta bu yüzden kızımla çok kavga ediyoruz. O bazı derslerine operacılar için önemli değil diye boş verirdi. Bu konuda henüz verilmiş kesin bir kararım yok.”

Birlikte çaldığımız Latin All Stars’ı beğeniyorum, Jozi Levi ve Zeynep Özbilen ile beraber kurduk inşallah uzun yıllar onlarla birlikte çalmaya devam ederiz. Her birini pazardan seçer gibi ellerimle kendim seçtim, ağabeyleri oldum ve birlikte çalışmaktan çok memnunum. Benim her müzisyende beğendiğim veya beğenmediğim yönler oluyor, tüm ideallerimi kapsayan tek bir müzisyen yok. Tek bir müzisyen seçmam gerekse Stevie Wonder diyebilirim, o her şeyi çalar, tek bir adam olacaksa o olsun. Klasik müzikle kızım sayesinde haşır neşir oldum. Puccini’nin eserlerini birlikte dinliyoruz. Bizim müzisyenlerimizden Aydın Esen’i jazzy yönüyle, Fahir Atakoğlu’nu ise innovative yönüyle çok beğeniyorum. Bizimle birlikte çalan Eylem Pelit çok temiz kalplidir, onu ve Volkan Öktemi de çok beğeniyorum. Şu an bir latin jazz projem var. Geçenlerde bir inşaat şirketi istedi, bir CD yaptım, shopping mall’da çalacak. Ayrıca satılmayacak. Bir de TV programlarım var. Bir dönem CCN Türk’de yaptım, şimdi TV 8’de Ayhan Sicimoğlu ile Renkler ve Sesler adlı bir “lifestyle” programı yapıyorum. Seyahat müzik, her hafta farklı bir konu, çok keyifli ama tahmin edebileceğin gibi bu işlerden para kazanılmıyor. Aile işimiz vardı, tekstil, o zamanlar daha çok param oluyordu. Şimdi sattım, bir kısmını kardeşime verdim. Şimdi artık eskisi gibi lükslerim yok. Hayatta ne beklediğime gelince, ne beklemediğimi söyleyeyim daha iyi. Ne olmasın, savaş olmasın, Türkiye’de eğitim ve düzen olsun, bu memleketin gidişini pek güzel görmüyorum. Endişeleniyorum.Ya işlerin kötüye gitmesi hızlandı ya da ben yaşlanmaya başladım. Artık hangisi önce gelir bilemiyorum. Belki evhamlanıyorum. Ne siyasette ne de günlük yaşamda hiçbir şey iyiye gitmiyor.

Bu sözlere bakıp da Ayhan Sicimoğlu’nun kötümser olduğunu düşünmeyin. Kötümser bir insan asla iyimser bir albüm yapamaz. Albümü dinleyen ünlü DJ

(yani garson, aşçı değil, aman yanlışlık olmasın) Claude Challe şöyle demiş:
Neşe ve mutluluk dolu bir saat.Bence siz de böyle bir neşeyi hak ettiniz, Ayhan Sicimoğlu’nun dünyasına hoş geldiniz.

Kaynak: Boyutpedia

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder