Menü

ADS

24 Aralık 2010 Cuma

Doğal afetlerde kurulan kurtarma kuruluşlarındaki çalışanların görevleri nelerdir?

Doğal afetlerde kurulan kurtarma kuruluşlarındaki çalışanların görevleri nelerdir?,akut un gorevleri, akutun gorevleri, akutun gorevleri nelerdir, dogal afetlerde yardim kurumlari, yardim kurumlari ve gorevleri


AKUT'un Misyonu;
AKUT, dağ ve diğer doğa kazalarında, doğal afetlerde, yetkili ve imkanı dahilinde tüm koşullarda, zor durumda kalmış, yardıma ihtiyacı olan, yardım talep eden herkesin yardımına koşan, bunu yaparken eğitimli, disiplinli, standartları yüksek ekip ve ekipmanlar kullanan, toplumu bilgilendiren, eğiten, siyaset ile uğraşmayan, tamamen gönüllülük esasına dayalı bir sivil toplum kuruluşudur. 

AKUT’un Değerleri;

Gönüllülük .Dürüstlük
>Güvenirlilik
Yardımseverlik
İnsan hayatına saygı duyma ve değer verme 
SİVİL SAVUNMANIN LÜZUMU VE ÖNEMİ

Tabiatın var oluşundan bu yana her canlı, çeşitli tehlikelere karşı kendisini, yakınlarını, sevdiklerini, barındığı yuvasını, üzerinde yaşadığı toprağını, yaşam için gerekli olan her şeyini SAVUNA GELMİŞTİR.
Hayvanlar yuvalarını genellikle çeşitli tehlikelerin ulaşamayacağı mekanlarda seçmişlerdir.
İlk gününden bu yana insanoğlu; tabiat olaylarından, vahşi hayvanların tehlikelerinden, düşmanlarının saldırılarından korunabilmek için, barınaklarını gerektiğinde bir gölün üzerine kurmuşlar, mağaralarda barınmışlar, zamanla yüksek tepeler üzerinde şatolar ve kaleler inşa ederek, kendilerini korumaya çalışmışlardır.
Bu gün insanoğlunu SAVAŞTA ve BARIŞTA tehdit eden TEHLİKELER şunlardır:

1)DÜŞMAN TAARRUZLARI
2)DOĞAL (TABİİ) AFETLER
Deprem, Su baskını, Toprak kayması (Heyelan), Kaya düşmesi, Çığ, Kuraklık, Fırtına - kasırga - tayfun, Volkan patlaması, Hava – su - çevre kirlenmesi, Sınai kazalar, Ulaşım (kara, demir, hava, deniz yolları) kazaları. Tsunami (Deprem sonrası oluşan dev dalgalar.)
3)BÜYÜK YANGINLAR

SAVAŞLAR: 
İnsanlar ve toplumlar arasındaki çatışmaların, ilk insanların ortaya çıkışı ile başladığı ve en ilkel koşullardan günümüzün en modern imkanlarına kadar her türlü vasıtayı kullanarak geliştiği ve asla son bulmadığı ve bulmayacağı bilinmektedir.
Toplumların bünyeleri değiştikçe istek ve ihtiyaçları artmış, dolayısıyla kişiler ve toplumlar arasındaki anlaşmazlıklar meydana gelmiş, bunların çözümü için de çoğu kez savaşlara başvurulmuştur.
Norveç İlimler Akademisince yapılan bir araştırmaya göre; İnsanlar M.Ö. 3600 yılından bu yana 14 bin defadan fazla savaşmışlardır. Bu savaşlarda 4 milyara yakın insan hayatını kaybetmiştir.Yine bu savaşlardaki maddi zarar; dünyayı ekvator üzerinde çevreleyen 10 m. yüksekliğinde, 156 m. genişliğinde altın madeninden yapılacak bir duvarın maddi değerine eşittir. Bu dönem boyunca, dünyamız, sadece 292 yıl sulh ve sükun içinde yaşamını sürdürmüştür.
Savaşı kazanabilmek için; önceleri üstünlüklerini kişisel güçleriyle sağlayan insanlar, daha sonraları zeka ve becerilerini de kullanarak savaş araç ve gereçlerini devamlı geliştirmişlerdir. Bu gelişme dünya devletlerini adeta bir silahlanma yarışına götürmüştür.
M.Ö. 650 yılından beri milletler, 1650 defa silahlanma yarışı yapmışlar, bu yarışlardan sadece 16’sı savaşsız sona ermiştir.
XX. yüzyılın başından bu yana milletler arasında yapılan silahlanma yarışı, dünyamızı bir barut fıçısı haline getirmiştir. Bunun sonucunda, insanlar, I. ve II. DÜNYA SAVAŞLARI ile yüz yüze gelmişlerdir.

1914-1913 (4 Yıl 3 Ay) I. DÜNYA SAVAŞINDA;
9.5 milyon insan ölmüş, bunların %5’i sivil, %95’i askerdir.

1939-1945 (5 Yıl 8 Ay) II. DÜNYA SAVAŞINDA;
52 milyon insan ölmüş, bunların % 48’i sivil, % 52’si askerdir.

1950-1952 (2 Yıl 6 Ay) KORE SAVAŞINDA;
9.2 milyon insan ölmüş , bunların %84’ü sivil, % 16’sı askerdir.

Bu tablodan da anlaşılacağı üzere, günümüze gelindikçe savaşlarda ölen insanların büyük bir çoğunluğunu SİVİL HALK teşkil etmektedir
Savaşlar, insanların kendi kendilerine yol açtıkları en büyük felaketlerden biridir. Daima çok büyük acılara, sıkıntılara ve zararlara sebep olmasına ve tüm insanların bunu bilmesine rağmen maalesef savaşlar devam etmektedir.

İnsanlar Niçin Savaşır? Savaşların Başlıca Nedenleri Nelerdir?

1)Daha zengin olma, daha büyük toprak edinme isteği,
2)Ağır coğrafi koşulların etkisi altında göç etme zorunluluğunun doğuşu,
3)Kendi inanç ve yaşama tarzını başkalarına zorla kabul ettirme isteği,
4)Bağımsızlığın elde edilmesi amacı.

Worldwach Institute (Vorldvoç Enstitüsü) ‘nce yapılan bir araştırmadan da anlıyoruz ki;

1945 -1994 yılları arasında dünyamızın çeşitli bölgelerinde çıkan 130 savaşta; 23 milyon insan ölmüş ,bunların 17 milyonu (% 74’ü) sivil, 6 milyonu (% 26‘sı) askerdir. Günümüzde ya da gelecekte çıkacak savaşların en belirgin özelliği: Bu savaşların, TOPYEKÜN ya da ULUSAL SAVAŞLAR oluşlarıdır.

Topyekün Savaşlarda Amaç ; Düşmanın SAVAŞ GÜCÜnü kırmak, yok etmektir.

Savaş Gücü de ; genellikle İNSAN GÜCÜ ve ENDÜSTRİYEL GÜÇTEN oluşur.

Bu nedenle düşman, savaş gücünü kırmak için bu güçleri oluşturan kaynaklara yönelir. Yani sivil halkı ve bu halk tarafından çalıştırılan özel veya kamuya ait kurumlar ile endüstriyel kuruluşları hedef alır. Böylece silahlı kuvvetleri hem savaş gücü desteğinden, hem de uğrunda çarpıştığı kavramlardan yoksun bırakmaya uğraşır. Gerçekten de, sivil halkı olmayan bir ordunun savaşması mümkün değildir ve böyle bir durumda çarpışmak, savaşmak da anlamsızdır. 

Günümüz Ya Da Geleceğin Savaşlarında Düşman Saldırıları Sonucunda Sivil Halkın Karşı Karşıya Kalacağı Tehlikeler:

1)Klasik Silahlar,
2)Nükleer Silahlar,
3)Biyolojik ve Kimyasal Silahlar,
4)Radyoaktif Serpinti,
5)Büyük Yangınlar.

Düşman saldırılarıyla gelen bu tehlikeler yanında, savaş sırasında bir olasılık olsa bile depremler, su baskınları gibi tabii afetler de olabilir. Kaldı ki , savaş sırasında bu afetler düşman saldırıları sonucu olarak da meydana gelebilir. Düşman saldırı ile, bir nehir ağzını ya da belli bir yeri geçici tıkayarak, geniş alanları su altında bırakabilir. Bir baraja saldırarak yıkılmasına neden olabilir. Ayrıca, henüz gelişme aşamasında olan meteorolojık silahlar da kullanabilir.

Kısacası; düşman, savaştığı ülkelerin savaş gücünü kırmak için elinde bulunan tüm silahları, bunlardan birini ya da birkaçını, belli bir ya da birkaç sonucu elde etmek için bir arada kullanabilir.

Zaman zaman patlak veren bölgesel savaşlarda , nükleer silahların dışında kalan silahların deneme amaçlı da olsa kullanıldığı bilinmekte ve görülmektedir

Nüfus yoğunluğu yüksek şehirler ile endüstriyel merkezlere günümüz silahları ile yapılacak bir saldırıdan, ya da buralarda meydana gelecek doğal yıkımlardan sonra ortaya çıkacak görünümü şöyle özetleyebiliriz:

-Binlerce ölü,
-Enkaz altından çıkarılmış ya da kurtarılmayı bekleyen binlerce yaralı,
-Evleri, işyerleri yıkılmış, yanmış, açıkta kalmış binlerce insan,
-Yol, su, elektrik, havagazı, kanalizasyon gibi altyapısı bozulmuş, PTT, Radyo-Televizyon vs. gibi kamu tesisleri zarara uğramış, büyük yangın fırtınaları ile kavrulmuş bir şehir.

6 Ağustos 1945 te Japonyanın Hiroşima kentine atılan 20 kilotonluk bir atom bombası: 300,000 nüfustan; 78.000 kışının ölümüne, 84.000 kişinin yaralanmasına, 60.000 evin tamamen ya da kısmen yıkılmasına, Böylece onbinlerce insanın evsiz kalmasına neden olmuştur. Nükleer infilak, 6 saat süren ve şehrin 12 km² lik bölümünü yakan bir yangın fırtınası meydana getirmiştir.

9 Ağustos 1945’te Nagazaki kentine atılan 20 kilotonluk bir atom bombası: 87.000 nüfustan :27.000 kişinin ölümüne, 41.000 kişinin yaralanmasına, Binlerce insanın evsiz kalmasına neden olmuştur. Halen dünyada 50.000 atom başlığı olduğu sanılmaktadır.

DOĞAL (TABİİ) AFETLER:

Doğal (Tabii ) Afetler: Yerleşim, üretim, altyapı, ulaşım, haberleşme gibi genel hayatın zorunlu vasıtalarını ve akışını bozacak ölçüde aniden ve belirli bir süreç içerisinde meydana gelen doğal yer ve hava hareketleridir.

Düşman saldırıları ve yangınlar gibi can ve mala yönelik diğer tehlikeleri önlemek, insan ve insanlık için imkan dahilinde ise de , doğal afetlerin bazıları nerede, ne zaman, ne ölçüde, nasıl ve ne türde olacağı bilinmediğinden insanların can ve malına yönelik büyük tehlikeler oluşturmaktadır.

Doğal afetlerin olumsuz etkileri, araştırmalardan, gözlemlerden ve deneyimlerden edinilen bilgiler birleştirilerek ve çağdaş teknolojiden yararlanılarak azaltılabilir ve can ve mal kaybı en az düzeye indirilebilir.

Ülkemiz, dünya üzerindeki konumu ve jeolojik yapısı nedeniyle uzun yıllardan beri büyük afetlerle karşılaşmış ve bu yüzden can ve mal kaybı yanında sosyal ve ekonomik gelişmemizde küçümsenemeyecek duraksamalar meydana getirmiştir. 

BÜYÜK YANGINLAR:
Sivil Savunma Kanununda “BÜYÜK YANGINLAR” ile ilgili bir tanımlama, sınırlama, belirleme yoktur. Ne ölçüde büyük bir yangının Büyük yangın olduğu saptanmamıştır.

Barıştaki tehlikeler olarak saydığımız “Doğal Afetler” ve “Büyük Yangınlar” karşısında Sivil Savunma örgütünün durumu;

7126 sayılı “Sivil Savunma Kanunu”

Hükümleri dairesince yapılacak her türlü kurtarma ve yardım işlerine MAHALLİ MÜLKİ AMİRLERİ’nce gösterilecek lüzum üzerine, bu bölgede bulunan SİVİL SAVUNMA TEŞKİLLERİ nin de katılması mecburidir.

Ayrıca 7269 sayılı “Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun” hükümlerine göre de Acil Kurtarma ve Yardım işleri bölgede bulunan Sivil Savunma Teşkilatı ile müştereken yürütülür. 

GÜNÜMÜZ SAVAŞLARININ KORKUNÇ GÖRÜNÜMÜNE,
DOĞAL AFETLERİN BÜYÜK YIKINTILARINA,
YANGINLARIN KASIP KAVURMALARINA RAĞMEN;

CAN VE MAL KAYBINI EN AZ DÜZEYE İNDİRMEK,
DAHA BARIŞTAN İTİBAREN, BU TEHLİKELERE KARŞI ÖNLEMLERİ ALDIRACAK VE GEREKTİĞİNDE UYGULATACAK BİR TEŞKİLATIN KURULMASI İLE MÜMKÜNDÜR.

BU TEŞKİLAT: SİVİL SAVUNMA TEŞKİLATIDIR.

Avrupa ülkelerinin çoğunda Sivil Savunma II. Dünya Savaşı sırasında, savaşın içinde kurulmuş, gerçek bir deneyimden geçmiş, yararını kanıtlamış bir örgüttür.

Sivil Savunma, savaşın ardından gelen yıllarda da, savaş teknolojisindeki ilerlemelere uygun bir gelişme göstermiştir. İlk kez bu savaşta halka karşı kullanılan Atom Silahları bundan sonra daha büyük bir gelişme göstermiş Termonükleer Silahlar imal edilerek savaş alanında kullanılabilecek duruma getirilmiştir. Kısaca Nükleer Silahlar diye adlandırılan bu silahlar ile Biyolojik ve Kimyasal Silahlar da sivil savunmanın önemini daha çok arttırmıştır.

Bugün Sivil Savunmanın önemini benimsemiş tüm dünya ülkeleri, sivil savunma örgütlerine bütçelerinden küçümsenemeyecek kaynaklar ayırmaktadırlar.

ÜLKEMİZDE SİVİL SAVUNMA:

Türkiye’de Sivil Savunmanın Genelkurmay Başkanlığınca 1928 yılında yayınlanan “Cephe Gerisinin Havaya Karşı Müdafaa ve Muhafazası” adlı talimnamesi ile başladığını görürüz. Bu talimna­mede, o günün hava saldırı araçları ile saldırı anında alınacak tedbirler belirtilmiştir. Özetlenen, bu teşkilat ve tedbirler yapılan bazı yenilik ve değişikliklerle günümüzde de uygulanmaktadır.

Ulu Önder Atatürk, 1 Kasım 1936 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi açış konuşmasının bir bölümünde; “Hava taarruzlarına karşı, milletin hazırlanması için de ayrıca alakanızı uyandırmak isterim” diyerek; topyekün savunmanın bir unsuru olarak Sivil Savunmayı gündeme getirmiştir. Ayrıca “Hatt-ı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. Bu satıh bütün vatandır” diyen Atatürk cephe gerisinin savunmasının gerekliliğini de ifade etmiştir. Bu iki değiş Sivil Savunmanın ta kendisidir.

1937 yılında çıkarılan 3231 sayılı Kanunla, yurdun hava tehlikesine karşı korunması ve hizmetlerin tek elden yönetilmesi amacıyla Genelkurmay Başkan­lığına bağlı “Hava Müdafaa Genel Komutanlığı” kurulmuştur.

1938 yılında çıkarılan 3502 sayılı “Hava Taarruzlarına Karşı Pasif Koruma Kanunu”, 1941 yılında bu kanuna ek olarak çıkarılan 3992 sayılı Kanunla “Pasif Korunma Teşkilleri” kurulması sağlanmış, 1944 yılında ise 4656 sayılı “Şehir, Kasaba ve Köylerin Lüzumunda Tahliye ve Seyrekleştirilmesi Kanunu” çıkarılmıştır.
Nihayet, 1950 yılında çıkarılan 5593 sayılı Kanunla “Hava Müdafaa Genel Komutanlığı” kaldırılmış, görevleri Kara Kuvvetleri Komutan­lığına aktarılmıştır.

Bu komutanlık bünyesinde ilk defa Sivil Savunma şubesi kurulmuştur.

Dünyadaki teknolojik gelişmeler ve özellikle hava saldırı silahlarının modernleşmesi, II. Dünya Savaşın­da sivil halkın daha çok kayıp vermesi gibi nedenlerle 1950’li yıllarda Sivil Savunma konusunda dünyadaki örneklerine uygun Sivil Savunma hizmetlerinin ülkemizde de yürütülebilmesi için yeni bir kanuna ihtiyaç duyulmuştur. Bu nedenle 1956 yılında hazırlanan ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunulan “Sivil Müdafaa Kanunu Tasarısı” bazı değişikliklerle, 1958 yılında kabul edilmiştir. Anılan Kanun 28 Şubat 1959’da 7126 sayılı Kanun olarak yürürlüğe girmiştir. 1960 yılında 85, 107, 139 ve 219 sayılı kanunlarla ve 1999 yılında da 586 ve 596 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamelerle bazı ek ve deği­şikliklere uğramıştır.

Ancak; bu kanunda Sivil Savunma hizmetleri birer madde içinde genel ifadelerle düzenlenmiş, hizmetlerin tanım, teşkilatl­anma, eğitim, denetim vb. konuları için kanunda, tüzük ve yönetmelikle, düzenleme getirilmesi öngörül­müştür.
7126 sayılı “Sivil Savunma Kanunu” ve 3152 sayılı “İçişleri Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanun”la Sivil Savunma Hizmetlerinin teşkilatlandırılması, yönetimi, eğitimi, denetimi, koordinasyonu, görev ve sorumluluğu İçişleri Bakan­lığına verilmiş ve bu hizmetlerin yürütülebilmesi için Bakanlığa bağlı Sivil Savunma Genel Müdür­lüğü kurulmuştur. Sivil Savunma Genel Müdürlüğü­nün bütün İllerde teşkilatı mevcut olup, bu illere bağlı ilçelerin büyük çoğunluğunda teşkilat kurulmuştur. Teşkilatı olmayan ilçelerde Sivil Savunma hizmetleri İlçe Yazı İşleri Müdürlükleri eliyle yürütülmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder