13 Ocak 2011 Perşembe
Dîvân-ı Hümâyûn Üyeleri - Divan Teşkilatı Resimleri
Dîvân-ı Hümâyûn Üyeleri - Divan Teşkilatı Resimleri,Di
Neden nevruz kutlanır, Nevruz neden kutlanır, Nevruz Bayramının kutlanması,
Neden nevruz kutlanır, Nevruz neden kutlanır, Nevruz Bayramının kutlanması
Dünyanın en eski bayramı Nevruz, birçok toplulukta farklı inanış ve isimlerle kutlanıyor.
Göktürkler'in Ergenekon'dan çıkışı ve 12 hayvanlı Türk takviminde yeni yılın başlangıcı olarak kabul edilen Nevruz, 5 bin yıldır kutlanıyor.
Farsça 'yeni gün' anlamına gelen Nevruz, 'Noruz', 'Navrız', 'Ergenekon', 'Bozkurt', 'Çağan', 'Mart Dokuzu', 'Sultan Nevruz', 'Mart Bozumu' gibi adlarla da anılıyor.
Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Afganistan ve Tacikistan ise resmi tatil ilan ettikleri Nevruz'u, 'milli bayram' olarak her yıl kutluyor.
Bu günde, kederli olmak en büyük ayıp ve suç sayılıyor. Kutlama törenlerinde bölgelere göre çok farklı oyunlar oynanırken, bu güne özel bazı yemekler pişiriliyor ve eğlenceler düzenleniyor.
Topluca yenilen Nevruz yemeğinin ardından yeni yıl kutlanıyor ve gençler, yakılan Nevruz ateşinin üzerinden atlıyor.
Ebulgazi Bahadır Han'ın eseri 'Secere-i Türk'te, Ergenekon menkıbesinde 400 yıl dört tarafı yüksek dağlarla çevrili bir vadide kalan Türk'ün, baharın başladığı gün çıkarak, ata yurduna döndüğü ve hürriyetini, istiklalini kazandığı belirtiliyor.
Bu nedenle 21 mart, kurtuluş günü olarak kutlanıyor.
Özellikle Orta Asya Türkleri, Nevruz Bayramı'nda yapılan toplantılarda Ergenekon Destanı'nı okuyarak, yeni nesillere de günün önemini anlatıyor.
Diğer bir inanışa göre de 12 hayvanlı Türk takviminin başlangıcı olarak kabul edilen 21 martta, doğanın yeniden canlanması, bolluk ve bereketin habercisi baharın gelişi kutlanıyor.
Bu günlerde ortaya çıkan kardelen çiçeğine ise 'Nevruz çiçeği' deniliyor.
Dünyanın en eski bayramı Nevruz, birçok toplulukta farklı inanış ve isimlerle kutlanıyor.
Göktürkler'in Ergenekon'dan çıkışı ve 12 hayvanlı Türk takviminde yeni yılın başlangıcı olarak kabul edilen Nevruz, 5 bin yıldır kutlanıyor.
Farsça 'yeni gün' anlamına gelen Nevruz, 'Noruz', 'Navrız', 'Ergenekon', 'Bozkurt', 'Çağan', 'Mart Dokuzu', 'Sultan Nevruz', 'Mart Bozumu' gibi adlarla da anılıyor.
Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Afganistan ve Tacikistan ise resmi tatil ilan ettikleri Nevruz'u, 'milli bayram' olarak her yıl kutluyor.
Bu günde, kederli olmak en büyük ayıp ve suç sayılıyor. Kutlama törenlerinde bölgelere göre çok farklı oyunlar oynanırken, bu güne özel bazı yemekler pişiriliyor ve eğlenceler düzenleniyor.
Topluca yenilen Nevruz yemeğinin ardından yeni yıl kutlanıyor ve gençler, yakılan Nevruz ateşinin üzerinden atlıyor.
Ebulgazi Bahadır Han'ın eseri 'Secere-i Türk'te, Ergenekon menkıbesinde 400 yıl dört tarafı yüksek dağlarla çevrili bir vadide kalan Türk'ün, baharın başladığı gün çıkarak, ata yurduna döndüğü ve hürriyetini, istiklalini kazandığı belirtiliyor.
Bu nedenle 21 mart, kurtuluş günü olarak kutlanıyor.
Özellikle Orta Asya Türkleri, Nevruz Bayramı'nda yapılan toplantılarda Ergenekon Destanı'nı okuyarak, yeni nesillere de günün önemini anlatıyor.
Diğer bir inanışa göre de 12 hayvanlı Türk takviminin başlangıcı olarak kabul edilen 21 martta, doğanın yeniden canlanması, bolluk ve bereketin habercisi baharın gelişi kutlanıyor.
Bu günlerde ortaya çıkan kardelen çiçeğine ise 'Nevruz çiçeği' deniliyor.
kulak asma oyunu nevruz bayramı nasıl kutlanır nevruz bayramı ne zaman kutlanır nevruz bayramı nedir nevruz bayramı nedir nasıl kutlanır nevruz bayramında ne tür kutlamalar yapılır nevruz bayramında neler yapılır nevruz kutlamaları nasıl yapılır nevruz kutlamaları nedir nevruz kutlamalarında neler yapılır nevruz manileri nevruz nasıl kutlanır nevruz ne zaman kutlanır nevruz neden kutlanır nevruz nedir nevruz nedir kısaca nevruz nedir nasıl kutlanır nevruz nedir ne zaman kutlanır nevruz nedir neden kutlanır nevruz nedir niçin kutlanır nevruz nerelerde kutlanır nevruzda neden ateşten atlanır nevruzda neler yapılır nevruzla ilgili maniler türklerde nevruz nasıl kutlanır
öyle bir geçer zamanki kitap özeti, öyle bir geçer zamanki hikaye özeti
öyle bir geçer zamanki kitap özeti, öyle bir geçer zamanki hikaye özeti,öyle bir geçer zamanki özeti, öyle bir geçer zamanki roman özeti
Hikaye, 1967 yılında, İstanbul’un eski semtlerinden birinde başlayan ve günümüze kadar sürecek olan bir zamanı dilimini içerir.
Hikayenin odağında Akarsu ailesi vardır. Anılan zaman içinde bu ailenin dağılması, aile bireylerinin bu dağılmadan aldıkları etkiler ve her birinin bu etkiler altında şekillenen hayat hikayeleri sergilenir.
Denizci olan Ali Akarsu’nun, Hollandalı Carolin’le olan aşkı, karısı Cemile Akarsu tarafından öğrenilince, yaşanan büyük sıkıntılar ve bu durumun yarattığı olumsuz koşullar, Cemile, Ali ve çocukları üzerinde, hayatlarının geri kalanını şekillendirecek kalıcı etkiler bırakır. Hayatla ve birbirleriyle olan mücadeleleri, bir çok travmanın izlerini taşıyarak, sürer.
Ali ve Cemile’nin üniversiteye gitmekte olan büyük kızı Berrin, liseye gitmekte olan küçük kızı Aylin, Aylin’le aynı liseye gitmekte olan oğlu Mete, bu travmayı kendi hayatları içinde hissederler ve kendi hayat hikayeleri de bu etki altında gelişir.
Ailenin en küçük bireyi olan 6 yaşındaki Osman, bütün bu sürecin içinde olan, etkilenen, gözleyen bir kişi konumundadır. Küçük olduğu için, korunan kollanan, olayların dışında tutulmaya gayret edilen bir durumdadır. Ama bu sebeple, aslında, olayların bütününü görebilen, gözleyebilen ve diğer aile bireylerine oranla, yaşananlara en bütüncül yorumu yapabilecek verilere sahip olarak gelişen biridir. Bu özelliğiyle Osman, 1967’den günümüze uzanan hikayenin, odağında olan kişidir. Ve hikayenin bütünü, aslında Osman’ın hikayesidir. Osman’ın bu niteliği, hikayenin gelişimi içinde derinde olgunlaşacak ve ancak günümüz aşamasına gelindiğinde kendini net bir şekilde açığa vuracaktır.
Ali’nin annesi Hasefe Hanım, hikayedeki en yaşlı kişidir. Dobra, mert, görmüş geçirmiş bir kadındır. Oğlu’nun yanlış yaptığına inandığı için, gelini Cemile’nin tarafını tutacak kadar açık sözlü ve yüreklidir. Diğer oğlu Kemal ve gelini Neriman, çıkarcı, rüzgara göre davranan kişiler olarak, Hasefe Hanım’ın gözünde değer taşımazlar.
1967’den başlayarak, sürecin siyasal-toplumsal olayları, değişim ve dönüşümleri, hikayenin gelişimindeki toplumsal zemini oluşturacağı için, önemlidir. Yukarda kısaca değinilen kişiliklerin hayat hikayeleri, ilişkileri ve çatışmaları, bu toplumsal zemin üzerinde gelişecektir.
Böyle bir süreç, bu ilişkiler çerçevesinde ele alındığında, nostalji duygusu yaratacak ögelerin önem kazanması da kaçınılmaz olmakta. “Orhan Boran ve Yuki”, “Fenerbahçe gazozu”, dönemin şarkıları, reklamları, filmler, artistler… “Öyle Bir Geçer Zaman Ki…”, hikayesinde yer alan kişilikleri, olayları, bu nostalji duygusunun atmosferi içinde sergilemeyi ve en sonunda da, seyirciyi de bu atmosfere dahil edebilmeyi amaçlar.
Hikaye, 1967 yılında, İstanbul’un eski semtlerinden birinde başlayan ve günümüze kadar sürecek olan bir zamanı dilimini içerir.
Hikayenin odağında Akarsu ailesi vardır. Anılan zaman içinde bu ailenin dağılması, aile bireylerinin bu dağılmadan aldıkları etkiler ve her birinin bu etkiler altında şekillenen hayat hikayeleri sergilenir.
Denizci olan Ali Akarsu’nun, Hollandalı Carolin’le olan aşkı, karısı Cemile Akarsu tarafından öğrenilince, yaşanan büyük sıkıntılar ve bu durumun yarattığı olumsuz koşullar, Cemile, Ali ve çocukları üzerinde, hayatlarının geri kalanını şekillendirecek kalıcı etkiler bırakır. Hayatla ve birbirleriyle olan mücadeleleri, bir çok travmanın izlerini taşıyarak, sürer.
Ali ve Cemile’nin üniversiteye gitmekte olan büyük kızı Berrin, liseye gitmekte olan küçük kızı Aylin, Aylin’le aynı liseye gitmekte olan oğlu Mete, bu travmayı kendi hayatları içinde hissederler ve kendi hayat hikayeleri de bu etki altında gelişir.
Ailenin en küçük bireyi olan 6 yaşındaki Osman, bütün bu sürecin içinde olan, etkilenen, gözleyen bir kişi konumundadır. Küçük olduğu için, korunan kollanan, olayların dışında tutulmaya gayret edilen bir durumdadır. Ama bu sebeple, aslında, olayların bütününü görebilen, gözleyebilen ve diğer aile bireylerine oranla, yaşananlara en bütüncül yorumu yapabilecek verilere sahip olarak gelişen biridir. Bu özelliğiyle Osman, 1967’den günümüze uzanan hikayenin, odağında olan kişidir. Ve hikayenin bütünü, aslında Osman’ın hikayesidir. Osman’ın bu niteliği, hikayenin gelişimi içinde derinde olgunlaşacak ve ancak günümüz aşamasına gelindiğinde kendini net bir şekilde açığa vuracaktır.
Ali’nin annesi Hasefe Hanım, hikayedeki en yaşlı kişidir. Dobra, mert, görmüş geçirmiş bir kadındır. Oğlu’nun yanlış yaptığına inandığı için, gelini Cemile’nin tarafını tutacak kadar açık sözlü ve yüreklidir. Diğer oğlu Kemal ve gelini Neriman, çıkarcı, rüzgara göre davranan kişiler olarak, Hasefe Hanım’ın gözünde değer taşımazlar.
1967’den başlayarak, sürecin siyasal-toplumsal olayları, değişim ve dönüşümleri, hikayenin gelişimindeki toplumsal zemini oluşturacağı için, önemlidir. Yukarda kısaca değinilen kişiliklerin hayat hikayeleri, ilişkileri ve çatışmaları, bu toplumsal zemin üzerinde gelişecektir.
Böyle bir süreç, bu ilişkiler çerçevesinde ele alındığında, nostalji duygusu yaratacak ögelerin önem kazanması da kaçınılmaz olmakta. “Orhan Boran ve Yuki”, “Fenerbahçe gazozu”, dönemin şarkıları, reklamları, filmler, artistler… “Öyle Bir Geçer Zaman Ki…”, hikayesinde yer alan kişilikleri, olayları, bu nostalji duygusunun atmosferi içinde sergilemeyi ve en sonunda da, seyirciyi de bu atmosfere dahil edebilmeyi amaçlar.
öyle bir geçer zamanki dizisi kamera arkası
‘Öyle Bir Geçer Zaman ki’ dizisinin yönetmeni Zeynep Günay Tan, HT’de Gülin Yıldırımkaya’ya küçük oyuncu Osman’ın (Emir Berke Zincidi) kamera arkasında yaşananları anlattı…
Küçük oyuncu bir dezavantaj mı? Osman sizi çekimlerde zorluyor mu?
Ali Bey’in dediği doğru oyunculukta en gerçek şeyi kirlenmemiş duygulardan alabilirsiniz ve çocuklar hiçbir teknik, oyunculukla ilgili hiçbir matematik bilmedikleri için tamamen o durumu gerçek zannedip yürekten oynadıkları için eğer yeteneğe de sahiplerse sahneler çok samimi ve sıcak geçiyor. Emir Berke de o yetenekli çocuk oyunculardan biri o anlamda bizi çok zorlamıyor. Ama bir çocukla uzun saatler çalıştığınız zaman arada verdiğiniz molalardan dolayı çalışmak zorlaşıyor. Yoksa çok yetenekli bir çocuk ve bizi hiç zorlamıyor.
Osman’ın ailesi çekimler sırasında sette bekliyor mu?
Evet, çekimler sırasında ailesi sette yer alıyor. Emir Berke çekim aralarında zaman zaman oyuna gidiyor. Sette bir pedagog var ve biz bir sahne yetiştirmeye çalışsak da setin ortasına gelip ‘hayır, şimdi oyun zamanı yeter’ deyip seti durduruyor. Sette bir oyun odası var ve ona oyun molaları vermek zorunda kalıyoruz. Emir Berke’nin çocukluk durumunu da gözetmemiz gerektiği için, bir sahne bitti hemen öbürüne geçelim gibi işleyemiyor.
Dışarıdan bakıldığında bu kadar çok acılı sahnede çocuğun psikolojisi altüst olmuştur diye bir düşünce oluşuyor. Ama siz çok hassas bir ekipmişsiniz…
Hem uygulayıcı yapımcımız, hem ben, hem görüntü yönetmenimiz genç ebeveynleriz, hepimizin küçük çocukları var. Dolayısıyla sadece işimizi yapıyoruz diyemiyoruz. Çocuk ve ailesi ile empati kurmaya çalıştığımız için elimizden gelen bütün dikkati göstermeye çalışıyoruz.
Emir Berke çok söz edilen o sahnelerde gerçek gözyaşları mı döküyor? Dışarıdan viks vb. gibi destek alıyor musunuz?
Çoğu zaman herhangi bir dış desteğe ihtiyaç duymadan ağlıyor ama bazen viks gibi dış desteklerde alıyoruz.
Sizi bugüne kadar en çok zorlayan sahne hangisiydi?
Beni en çok zorlayan sahne ‘Öyle Bir Geçer Zaman ki’ dizisinin üçüncü bölümünde Osman’ın ağlayıp masa altından abisinin bıçak çekmesini izlediği sahneydi. Çünkü o sahne Emir Berke’nin evdeki şiddetle karşılaşacağı ilk sahneydi ve orada Emir Berke’nin mizanseni görmesini istemedim ve pedagogumuzda bize aynı şeyi önerdi.
Sahne çok gerçekçiydi. Sahneyi görmeden ağladı öyle mi?
Emir Berke’nin bütün o şiddeti görmesini istemediğimiz için onun planları ayrı çekildi. Emir Berke’nin planlarının hiçbirinde karşısında diğer olaylar gerçekleşmiyordu. Tüm sahneleri ayrı ayrı çekmek, birleştirmek, kurmak, oradaki gerçekliği bozmamaya çalışmak ve diğer bir taraftan çocuğun psikolojini etkilememeye çalışmak bütün ekip adına çok zorlayıcıydı. Tabii bu durum hem bizi hem oyuncuları çok fazla zorladı. Çünkü diğer oyuncular için de karşılarında Emir Berke’nin olmaması sıkıntı vericiydi. Ama sonuçta o sahneden sonra dizi daha da çok konuşulmaya başlandı.
Sizin çocuğunuzun, anne baba tanınırlığının verdiği avantajla oyuncu olmak istiyorsa çok rahatlıkla keşfedilme şansı var. Çocuğunuzun Emir Berke’nin yaşında oyunculuğa başlamasını ister misiniz?
Evet, bu tanınırlıktan yararlanıp tanışma şansı var, ama sonrası onun elinde yeteneğine bağlı. Ben çocuğumun çok küçük yaşta oyuncu olmasını istemem, buna izin vermem. Çünkü küçük yaşta yapılan oyunculuk bilinçli bir tercih değil o yüzden ben çocuğumun o yaşlarda oynamasını istemem ama on yedi on sekiz yaşından sonra bu mesleğe gönül verdiyse, yapmak istiyorsa o zaman sonuna kadar desteklerim. Bu benim fikrim, ben çocuğumun daha çocuk gibi yaşamasını isterim. Sette biz pedagogla konuşurken Emir Berke’ye en çok yapmaya çalıştığımız şey çocuk olduğunu unutmaması. Çünkü çocuklar sette çalışırken en çok bundan etkileniyorlarmış o yüzden biz stop dediğimiz anda Emir Berke’ye setle ilgili hiç konuşmuyoruz. ‘Gel köpek balığı çizelim, burası bu, vb.’ gibi konuşmalar yapıyoruz. Bir çocuğun çocuk olduğunu ona unutturabilecek bir yer set. Emir Berke’nin böyle bir şey yaşamaması için biz ekip olarak çok fazla çaba harcıyoruz. Ben bir anne olarak ekstra Ömer’i sete götürürsem böyle bir şeye dikkat etmek istemem.
Küçük oyuncu bir dezavantaj mı? Osman sizi çekimlerde zorluyor mu?
Ali Bey’in dediği doğru oyunculukta en gerçek şeyi kirlenmemiş duygulardan alabilirsiniz ve çocuklar hiçbir teknik, oyunculukla ilgili hiçbir matematik bilmedikleri için tamamen o durumu gerçek zannedip yürekten oynadıkları için eğer yeteneğe de sahiplerse sahneler çok samimi ve sıcak geçiyor. Emir Berke de o yetenekli çocuk oyunculardan biri o anlamda bizi çok zorlamıyor. Ama bir çocukla uzun saatler çalıştığınız zaman arada verdiğiniz molalardan dolayı çalışmak zorlaşıyor. Yoksa çok yetenekli bir çocuk ve bizi hiç zorlamıyor.
Osman’ın ailesi çekimler sırasında sette bekliyor mu?
Evet, çekimler sırasında ailesi sette yer alıyor. Emir Berke çekim aralarında zaman zaman oyuna gidiyor. Sette bir pedagog var ve biz bir sahne yetiştirmeye çalışsak da setin ortasına gelip ‘hayır, şimdi oyun zamanı yeter’ deyip seti durduruyor. Sette bir oyun odası var ve ona oyun molaları vermek zorunda kalıyoruz. Emir Berke’nin çocukluk durumunu da gözetmemiz gerektiği için, bir sahne bitti hemen öbürüne geçelim gibi işleyemiyor.
Dışarıdan bakıldığında bu kadar çok acılı sahnede çocuğun psikolojisi altüst olmuştur diye bir düşünce oluşuyor. Ama siz çok hassas bir ekipmişsiniz…
Hem uygulayıcı yapımcımız, hem ben, hem görüntü yönetmenimiz genç ebeveynleriz, hepimizin küçük çocukları var. Dolayısıyla sadece işimizi yapıyoruz diyemiyoruz. Çocuk ve ailesi ile empati kurmaya çalıştığımız için elimizden gelen bütün dikkati göstermeye çalışıyoruz.
Emir Berke çok söz edilen o sahnelerde gerçek gözyaşları mı döküyor? Dışarıdan viks vb. gibi destek alıyor musunuz?
Çoğu zaman herhangi bir dış desteğe ihtiyaç duymadan ağlıyor ama bazen viks gibi dış desteklerde alıyoruz.
Sizi bugüne kadar en çok zorlayan sahne hangisiydi?
Beni en çok zorlayan sahne ‘Öyle Bir Geçer Zaman ki’ dizisinin üçüncü bölümünde Osman’ın ağlayıp masa altından abisinin bıçak çekmesini izlediği sahneydi. Çünkü o sahne Emir Berke’nin evdeki şiddetle karşılaşacağı ilk sahneydi ve orada Emir Berke’nin mizanseni görmesini istemedim ve pedagogumuzda bize aynı şeyi önerdi.
Sahne çok gerçekçiydi. Sahneyi görmeden ağladı öyle mi?
Emir Berke’nin bütün o şiddeti görmesini istemediğimiz için onun planları ayrı çekildi. Emir Berke’nin planlarının hiçbirinde karşısında diğer olaylar gerçekleşmiyordu. Tüm sahneleri ayrı ayrı çekmek, birleştirmek, kurmak, oradaki gerçekliği bozmamaya çalışmak ve diğer bir taraftan çocuğun psikolojini etkilememeye çalışmak bütün ekip adına çok zorlayıcıydı. Tabii bu durum hem bizi hem oyuncuları çok fazla zorladı. Çünkü diğer oyuncular için de karşılarında Emir Berke’nin olmaması sıkıntı vericiydi. Ama sonuçta o sahneden sonra dizi daha da çok konuşulmaya başlandı.
Sizin çocuğunuzun, anne baba tanınırlığının verdiği avantajla oyuncu olmak istiyorsa çok rahatlıkla keşfedilme şansı var. Çocuğunuzun Emir Berke’nin yaşında oyunculuğa başlamasını ister misiniz?
Evet, bu tanınırlıktan yararlanıp tanışma şansı var, ama sonrası onun elinde yeteneğine bağlı. Ben çocuğumun çok küçük yaşta oyuncu olmasını istemem, buna izin vermem. Çünkü küçük yaşta yapılan oyunculuk bilinçli bir tercih değil o yüzden ben çocuğumun o yaşlarda oynamasını istemem ama on yedi on sekiz yaşından sonra bu mesleğe gönül verdiyse, yapmak istiyorsa o zaman sonuna kadar desteklerim. Bu benim fikrim, ben çocuğumun daha çocuk gibi yaşamasını isterim. Sette biz pedagogla konuşurken Emir Berke’ye en çok yapmaya çalıştığımız şey çocuk olduğunu unutmaması. Çünkü çocuklar sette çalışırken en çok bundan etkileniyorlarmış o yüzden biz stop dediğimiz anda Emir Berke’ye setle ilgili hiç konuşmuyoruz. ‘Gel köpek balığı çizelim, burası bu, vb.’ gibi konuşmalar yapıyoruz. Bir çocuğun çocuk olduğunu ona unutturabilecek bir yer set. Emir Berke’nin böyle bir şey yaşamaması için biz ekip olarak çok fazla çaba harcıyoruz. Ben bir anne olarak ekstra Ömer’i sete götürürsem böyle bir şeye dikkat etmek istemem.
ege bölgesi ile ilgili şiirler
ege bölgesi ile ilgili şiirler,ege şiirleri,ege bölgesi şiirleri
Aydın (Ege Bölgesi)
Benim kaderim aydinda dogmak
benim kaderim aydinli olmak!
Efetorunu efekizi derler bana
gel gösteregim zeybek oynamasini sana!
Kim bilir belkide ormanci gelir karsimiza
biz iki genc yanyana
belkide kavga ederiz ormanciyla
ama sonu ölüm olmaz korkma
olsa olsa incir yeriz onunla!
Bilirsin degilmi inciri
ondan sonra bide zeytini
off anam off ye ye doymazsin
bide ekmegi zeytinyagina bamarsin
mcdonaldsden bürger kingdende kacarsin!
Kusadasi hep denizdir
marmarisi daha bi güzeldir
bunu tüm turistler bile bilir
iste burasi türkiyenin egesidir!
Tarlalarimiz biber doludur
her yerinde baska bi sebze bulunur
hele meyvesi mandalina karpuz kavun
koparir keser yersin yudum yudum!
Bizim egenin insanlari bambaskadir
hepsi, ister kadini ister erkegi dert dinler
kardeslerine care vermeden gecmezler
egeliler vatandaslarini severler
ac kalana yardim eli verirler
sokakta kalan yavrulara isik gösterirler
her derde care bilirler!
Egenin daha neleri var neleri
anlata anlata bitmez bile efeleri
YUSUF PASADAN, YÖRÜK ALI EFE´ye kadar
bileklerinden kan damlar
yinede savasmasini birakmazlar
iste bunlarda egeliler aydinlilar!
Düsmanlik yoktur egede
komsularimiz kardeslerimiz vardir heryerde
egeli oldu onlarda bizimle
türk kürt yunan ne fark eder
onlarda bunu bilirler!
Iste egeyi anlattim sana parca parca
tam anlatsam yetmez bu sayfa!
Benim kaderim aydinda dogmak
benim kaderim aydinli olmak!
Efetorunu efekizi derler bana
gel gösteregim zeybek oynamasini sana!
Kim bilir belkide ormanci gelir karsimiza
biz iki genc yanyana
belkide kavga ederiz ormanciyla
ama sonu ölüm olmaz korkma
olsa olsa incir yeriz onunla!
Bilirsin degilmi inciri
ondan sonra bide zeytini
off anam off ye ye doymazsin
bide ekmegi zeytinyagina bamarsin
mcdonaldsden bürger kingdende kacarsin!
Kusadasi hep denizdir
marmarisi daha bi güzeldir
bunu tüm turistler bile bilir
iste burasi türkiyenin egesidir!
Tarlalarimiz biber doludur
her yerinde baska bi sebze bulunur
hele meyvesi mandalina karpuz kavun
koparir keser yersin yudum yudum!
Bizim egenin insanlari bambaskadir
hepsi, ister kadini ister erkegi dert dinler
kardeslerine care vermeden gecmezler
egeliler vatandaslarini severler
ac kalana yardim eli verirler
sokakta kalan yavrulara isik gösterirler
her derde care bilirler!
Egenin daha neleri var neleri
anlata anlata bitmez bile efeleri
YUSUF PASADAN, YÖRÜK ALI EFE´ye kadar
bileklerinden kan damlar
yinede savasmasini birakmazlar
iste bunlarda egeliler aydinlilar!
Düsmanlik yoktur egede
komsularimiz kardeslerimiz vardir heryerde
egeli oldu onlarda bizimle
türk kürt yunan ne fark eder
onlarda bunu bilirler!
Iste egeyi anlattim sana parca parca
tam anlatsam yetmez bu sayfa!
Ege`nin İncisi
Ege`nin incisi derler ben Ege Deniziyim,
Gözünüzde parlayan bir Ege güzeliyim.
Aşklar fısıldayan dalgalar serinletir,
Egeliler sevgiyle sesime kulak verir.
Duydunuz biliyorum Egelilerim beni,
Hasretle beklediniz tertemiz denizimi.
Temizlerseniz içimi, koklarsınız nefesimi,
Nefesimin o tertemiz serinliğini.
Kıyılara güzellikler katarak başlayın,
Plajlarımda yaşasın mutlu aşıkların,
Sonsuz mutluluklarla coşkuya kucak açın,
Hatıralarınızda güzelliklerimi sizlerde yaşayın
Ege’nin ela kıyıları
Oysa dokunsa bir kız
Bu taraftan
Dökülür meyveleri karşı kıyıya
İncir kuşu devşirdiği incirleri
Taşır da ada vadilerine
Bölüşür Yunan çocuklarıyla
Söyler şiirleri, içli şarkıları
Ritsos ile Theodorakis
Livaneli
Uçurur kardeşlik türkülerini
Hüzünlü, üzgün sulara
Ege’nin ela tepeleridir yüreğim
İki kıyının güzel çocukları
Tutunup da el ele
Karşılıklı oynayın çelikçomakları
Gelir de Sirtaki ve Zeybek
Köprü olur aranıza
Ege’nin ela kıyılarında
El ele yaşar sonbahar anıları
Ege`nin incisi derler ben Ege Deniziyim,
Gözünüzde parlayan bir Ege güzeliyim.
Aşklar fısıldayan dalgalar serinletir,
Egeliler sevgiyle sesime kulak verir.
Duydunuz biliyorum Egelilerim beni,
Hasretle beklediniz tertemiz denizimi.
Temizlerseniz içimi, koklarsınız nefesimi,
Nefesimin o tertemiz serinliğini.
Kıyılara güzellikler katarak başlayın,
Plajlarımda yaşasın mutlu aşıkların,
Sonsuz mutluluklarla coşkuya kucak açın,
Hatıralarınızda güzelliklerimi sizlerde yaşayın
Ege’nin ela kıyıları
Oysa dokunsa bir kız
Bu taraftan
Dökülür meyveleri karşı kıyıya
İncir kuşu devşirdiği incirleri
Taşır da ada vadilerine
Bölüşür Yunan çocuklarıyla
Söyler şiirleri, içli şarkıları
Ritsos ile Theodorakis
Livaneli
Uçurur kardeşlik türkülerini
Hüzünlü, üzgün sulara
Ege’nin ela tepeleridir yüreğim
İki kıyının güzel çocukları
Tutunup da el ele
Karşılıklı oynayın çelikçomakları
Gelir de Sirtaki ve Zeybek
Köprü olur aranıza
Ege’nin ela kıyılarında
El ele yaşar sonbahar anıları
2011 als sınavı ne zaman
2011 als sınavı ne zaman
Askeri Lise Sınavı (ALS) ne zaman
ALS sınavı 2011
ALS sınav tarihi 2011
ALS'ye katılmak isteyen adaylar, 22 Şubat - 19 Mart 2010 tarihleri arasında başvuru yapmışlardı. 2011 ALS sınavı 30 Nisan 2011 de yapılacak. ALS Başvurular 28 Şubat - 18 Mart 2011 tarihleri arasında alınacak. 2011 ALS sınavına başvuru ücreti 40 TL.
2010/2011 dönemi ALS tarihi belirlenip açıklanınca sitemizde yer alacaktır.
Geçen seneki bilgiler şöyle:
Başvurma süresi içerisinde kılavuzda belirtilen bankalardan(Halk Bankası, Vakıflar Bankası, Ziraat Bankası, Garanti Bankası) birine sınav ücretini ( 40,00 YTL ) yatırınız.
Doldurduğunuz Aday Bilgi Formu ile nüfus cüzdanı veya fotoğraflı-onaylı bir özel kimlik belgesi ile birlikte OSYMi adresinde yer alan 2010 � ALS başvuru merkezlerinden birine gidiniz. 2009 � Askeri Liseler Sınavı İçin başvurmak istediğinizi söyleyiniz.
Başvuru hizmeti ücreti olarak 3,00 YTL ödeyiniz.
ALS sınavı 2011
ALS sınav tarihi 2011
ALS'ye katılmak isteyen adaylar, 22 Şubat - 19 Mart 2010 tarihleri arasında başvuru yapmışlardı. 2011 ALS sınavı 30 Nisan 2011 de yapılacak. ALS Başvurular 28 Şubat - 18 Mart 2011 tarihleri arasında alınacak. 2011 ALS sınavına başvuru ücreti 40 TL.
2010/2011 dönemi ALS tarihi belirlenip açıklanınca sitemizde yer alacaktır.
Geçen seneki bilgiler şöyle:
Başvurma süresi içerisinde kılavuzda belirtilen bankalardan(Halk Bankası, Vakıflar Bankası, Ziraat Bankası, Garanti Bankası) birine sınav ücretini ( 40,00 YTL ) yatırınız.
Doldurduğunuz Aday Bilgi Formu ile nüfus cüzdanı veya fotoğraflı-onaylı bir özel kimlik belgesi ile birlikte OSYMi adresinde yer alan 2010 � ALS başvuru merkezlerinden birine gidiniz. 2009 � Askeri Liseler Sınavı İçin başvurmak istediğinizi söyleyiniz.
Başvuru hizmeti ücreti olarak 3,00 YTL ödeyiniz.
2011 Askeri Liselerle Bando Astsubay Hazırlama Okulunda Öğrenim Görecek Öğrencileri Seçme Sınavına başvurular 28 Şubat - 18 Mart 2011 tarihleri arasında yapılacaktır..
2011 Askeri Lise Sınavıyla ilgili Ücret ve başvuru yerleri hakkında bilgiler şöyle;
2011 ALS sınavı 30 Nisan 2011 de yapılacak.ALS Başvurular 28 Şubat - 18 Mart 2011 tarihleri arasında alınacak. 2011 ALS sınavına başvuru ücreti 40 TL. olarak belirlendi. Sınava ÖSYM Sınav Merkezi Yöneticilikleri, Ortaöğretim Kurumlarından başvurular yapılabilecek.
2011 Askeri Lise Sınavıyla ilgili Ücret ve başvuru yerleri hakkında bilgiler şöyle;
2011 ALS sınavı 30 Nisan 2011 de yapılacak.ALS Başvurular 28 Şubat - 18 Mart 2011 tarihleri arasında alınacak. 2011 ALS sınavına başvuru ücreti 40 TL. olarak belirlendi. Sınava ÖSYM Sınav Merkezi Yöneticilikleri, Ortaöğretim Kurumlarından başvurular yapılabilecek.
Su molekülü maketi nasıl yapılır?,Su molekülü maketi yapımı
hucre maketi yapimi, su molekulu, su molekulu maketi, su molekulu modeli, su molekulu nasil yapilir,Su molekülü maketi nasıl yapılır?,Su molekülü maketi yapımı
Aynı elemanın birden fazla atomunun birleşmesiyle meydana gelen atom gurubuna "molekül" adı verilir. Moleküldeki atom sayısı en az iki tanedir. Fakat soy gazlarda olduğu gibi bir atomluk moleküller de vardır.
Bu açıklamadan kolayca anlaşılacağı gibi,bütün cisimler moleküllerden meydana gelmiştir. Gazlarda ve sıvılarda moleküller serbesttir. Hareket edebilirler. Gazlarda ve sıvılardaki molekül hareketliliği,bunu ilk kez 1827 yılında farkeden ve açıklayan Robert Brovn'ın adından dolayı "Brown Hareketleri" diye adlandırılmıştır.
Molekül,ayrı elemanların bir atomuyla ya da birden fazla atomunun birleşmesiyle de oluşabilir. Örneğin karbonmonoksit gazının molekülü, 1 karbon atomu ile 1 oksijen atomunun birleşmesinden meydana gelmiştir. Burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta, molekülün,bir maddenin kendi başına bulunabilen en küçük miktarı olduğudur. Ancak, bu durumdaki molekül o maddenin bütün özelliklerini taşır.
Katı cisimlerde moleküller titreşim hareketi yapabilirler, aralarında güçlü bir çekim kuvveti vardır. Bu nedenle ayrı ayrı yer değiştiremezler. Daha yukarda değinmiş olduğumuz gibi, moleküllerde atom sayısı çok çeşitlilik gösterir.Alkol molekülü 9 atomludur. Gliserin 14, şeker (sakkaroz) 45, nişasta 4000 atomludur.
Değişik eleman atomları bulunan molekül "bileşik molekül"diye isimlendirilir. Bu tür bir molekül, dolayısıyla ait olduğu bileşik,yapısındaki atomların ve bu atomlardan meydana gelen elemanın özelliklerinden başka özellik gösterir.
Herhangi bir elemanın molekülü,atom simgesinin(sembolünün) sağ alt tarafına sayısı yazılarak belirtilir.Hidrojen molekülü,bu nedenle H2 olarak yazılır. Yani hidrojen molekülünde (2) hidrojen atomu vardır. Bileşik moleküller için de durum aynıdır. Sözgelimi suyu ele alalım.Suyun bileşik molekülü, 2 hidrojen ve 1 su atomu belirtilerek,yani H2O şeklinde yazılır.
Molekülleri meydana getiren atomlar birbirlerine elektriksel güçle bağlıdırlar. Bir çift atomu birbirine çekerek birleştiren kuvvet "kimyasal bağ" diye tanımlanır.
Moleküllerin gerçek ağırlığı o derece azdır ki,kimya hesaplarında kullanılmaması daha uygun görülmüştür.Bunun yerine, molekülü en hafif atomla (hidrojen)karşılaştırılarak esas tutulur. Yani bir cismin molekül ağırlığı, kabaca bir hesapla, o cismin bir molekülünün 1 hidrojen atomunun ağırlığına olan oranıdır.
Aşağıda bir su molekülünün resmi var en azından şekil olarak bir fikir edinebilirsin diye düşündüm ama yapılışıyla ilgili bir dökümana rastlamadım.
The Water Molecule
For 3D structure of water molecule using Jmol
Aynı elemanın birden fazla atomunun birleşmesiyle meydana gelen atom gurubuna "molekül" adı verilir. Moleküldeki atom sayısı en az iki tanedir. Fakat soy gazlarda olduğu gibi bir atomluk moleküller de vardır.
Bu açıklamadan kolayca anlaşılacağı gibi,bütün cisimler moleküllerden meydana gelmiştir. Gazlarda ve sıvılarda moleküller serbesttir. Hareket edebilirler. Gazlarda ve sıvılardaki molekül hareketliliği,bunu ilk kez 1827 yılında farkeden ve açıklayan Robert Brovn'ın adından dolayı "Brown Hareketleri" diye adlandırılmıştır.
Molekül,ayrı elemanların bir atomuyla ya da birden fazla atomunun birleşmesiyle de oluşabilir. Örneğin karbonmonoksit gazının molekülü, 1 karbon atomu ile 1 oksijen atomunun birleşmesinden meydana gelmiştir. Burada belirtilmesi gereken önemli bir nokta, molekülün,bir maddenin kendi başına bulunabilen en küçük miktarı olduğudur. Ancak, bu durumdaki molekül o maddenin bütün özelliklerini taşır.
Katı cisimlerde moleküller titreşim hareketi yapabilirler, aralarında güçlü bir çekim kuvveti vardır. Bu nedenle ayrı ayrı yer değiştiremezler. Daha yukarda değinmiş olduğumuz gibi, moleküllerde atom sayısı çok çeşitlilik gösterir.Alkol molekülü 9 atomludur. Gliserin 14, şeker (sakkaroz) 45, nişasta 4000 atomludur.
Değişik eleman atomları bulunan molekül "bileşik molekül"diye isimlendirilir. Bu tür bir molekül, dolayısıyla ait olduğu bileşik,yapısındaki atomların ve bu atomlardan meydana gelen elemanın özelliklerinden başka özellik gösterir.
Herhangi bir elemanın molekülü,atom simgesinin(sembolünün) sağ alt tarafına sayısı yazılarak belirtilir.Hidrojen molekülü,bu nedenle H2 olarak yazılır. Yani hidrojen molekülünde (2) hidrojen atomu vardır. Bileşik moleküller için de durum aynıdır. Sözgelimi suyu ele alalım.Suyun bileşik molekülü, 2 hidrojen ve 1 su atomu belirtilerek,yani H2O şeklinde yazılır.
Molekülleri meydana getiren atomlar birbirlerine elektriksel güçle bağlıdırlar. Bir çift atomu birbirine çekerek birleştiren kuvvet "kimyasal bağ" diye tanımlanır.
Moleküllerin gerçek ağırlığı o derece azdır ki,kimya hesaplarında kullanılmaması daha uygun görülmüştür.Bunun yerine, molekülü en hafif atomla (hidrojen)karşılaştırılarak esas tutulur. Yani bir cismin molekül ağırlığı, kabaca bir hesapla, o cismin bir molekülünün 1 hidrojen atomunun ağırlığına olan oranıdır.
Kurtuluş Savaşı'yla ilgili anılara örnekler
Kurtuluş Savaşı'yla ilgili anılara örnek,kurtulus savasi anilari, kurtulus savasi ile ilgili ani, kurtulus savasi ile ilgili anilar, kurtulus savasindan anilar, kurtulus savasiyla ilgili anilar
Kurtuluş savaşından bir anı
Izmir kurtuldu, cok tatli bir yorgunluk,Ankara'ya hareket edecekler. Ertesi gun kompartimanin kapisini calar yaveri, açar yorgun, bitkin, kravatini yikamaktadir Ataturk.
Yaveri "ya pasam bu ne hal hic uyumadiniz herhalde niye boylesiniz" der.
"Ya çocuk kompartimanima yastikla battaniye koymayi unutmussunuz. Kolumu yastik yaptim agridi setremi yastik yaptim usudum bende uyumadim kalktim" der.
Yaveri; "aman pasam! Birimize haber vereydiniz hemen size bir yastikla battaniye getirirdik" der.
Ve bir ulke kurtarmaktan donen komutan soyluyor bunlari tarihi bir cevap der ki "Gec farkettim hepiniz en az benim kadar yorgundunuz.Hicbirinize kiyamadim.
Onemli olan benim uyumam degil milletimin rahat uyumasi"
Izmir kurtuldu, cok tatli bir yorgunluk,Ankara'ya hareket edecekler. Ertesi gun kompartimanin kapisini calar yaveri, açar yorgun, bitkin, kravatini yikamaktadir Ataturk.
Yaveri "ya pasam bu ne hal hic uyumadiniz herhalde niye boylesiniz" der.
"Ya çocuk kompartimanima yastikla battaniye koymayi unutmussunuz. Kolumu yastik yaptim agridi setremi yastik yaptim usudum bende uyumadim kalktim" der.
Yaveri; "aman pasam! Birimize haber vereydiniz hemen size bir yastikla battaniye getirirdik" der.
Ve bir ulke kurtarmaktan donen komutan soyluyor bunlari tarihi bir cevap der ki "Gec farkettim hepiniz en az benim kadar yorgundunuz.Hicbirinize kiyamadim.
Onemli olan benim uyumam degil milletimin rahat uyumasi"
Millet Malıdır oğul... - Kurtuluş Savaşı (Anı)
İLERDE Milli Eğitim Bakanı olan M. Necati Bey anlatıyor:‘Uzun yollarda kesintisiz süren bir akışla savaş alanlarına inen mübarek kağnı kafilelerine her zaman rast gelirdim. Görüntü hiç değişmezdi: Zayıf öküzlerin çektikleri cephane yüklü arabalar ve bunların başlarında yanık yüzlü, çıplak ayaklı kadınlar, ihtiyarlar hatta çocuklar. Çok defa yolun kenarına çekilir, onların geçişini gözlerim yaşararak seyreder, kağnıların gıcırtılarını ilahi bir musiki gibi dinlerdim.
Karlı bir gün Çerkeş önlerinde kağnılarla cephane taşıyan bir kadın kafilesine rast gelmiştik. Kafileye yaklaştık ve selamlaştık. Biz soğuktan yamçılar altında bile titrerken, tek yorganını arabaya örten bir ninenin çıplak ayaklarla karları çiğnediğini görünce içimde bir merhamet sızladı. Yorganını, arkasına sardığı peştamalın içinde ara sıra hıçkıran bir çocuğun üzerine değil de, niçin arabanın üzerine serdiğini sormak gereğini duydum.
KARDA ÇIPLAK AYAK
Sorumu garip bir tarzda karşıladı. Anlaşılan bu durumu konuşmaya değer bulmuyordu. Cevap beklediğimi anlayınca, kutsal bir şeye yaklaşır gibi kağnıya yaklaştı, yorganı aralayarak altındaki mermileri gösterdi:
‘Kar serpeliyor oğlum, millet malıdır, yazık, nem kapmasın.'
Uçlarından çekerek yorganı mermilere sıkı sıkıya sardı.
Az önceki merhametimden utandım.'
*************
1.Dünya ve Kurtuluş savaşı sırasında Yunuz oğlu Ahmet ile Yunuz Ahmet oğlu Mustafa cepheye giderler.Soyadı olmadıklarından babalarının veya lakapları ile anılırlar. Yunuzların Mustafa Hatice ninenin abisi,Ahmet ise babasıdır.Cephelerde tam 9 yılları geçer.
Baba-oğul buluşması şöyle gelişti;Ayrı ayrı cephelerde 9 yıl süren savaşta,Mustafa yanında patlayan bombada fırlayan şarapnel parçası ile bir gözünü kaybeder.Bu arada abi Mustafa Yunanlılara esir düşer,esaret 4 yıl sürer.Esaret döneminde ahırlarda aç,susuz ve rezil ortamlarda her türlü işkenceyi görürler.
Abi Mustafa'nın anlattığına göre; Yiyecek olarak esirlere ot ve yaprak yerler.Yunanlılardan bir ara ihtiyaç için izin alır.Biraz uzaklaştığında yerde yatmakta olan leş bulur.Bu leşten çiğ olarak biraz yer ve alabildiğini eski elbiselerine doldurarak tekrar aynı yere döner.Diğer esir askerler ile paylaşır.Daha sonra Yunan askerinin zaafından faydalanarak kaçar ve Selimiye kışlasına gider.Buradan da Zonguldak'a gönderilir.
Baba oğlun buluşması;Zonguldak'ta iki askerin sigara içtiğini ve muhabbet ettiklerini görür. Yanlarına yanaşır, bir sigara sarmalarını ister.Oturup muhabbete katılır.Hoş sohbet anında memleketler sorulmaya başlar.Baba Ahmet Bolu'nun Çarşamba ilçesi Kızık köyünden olduğunu söyleyince,oğlu Ahmet elindeki sigarayı atar ve babasına sarılır.Aradan tam 9 yıl geçmiş ve baba oğul tesadüf eseri Zonguldak'ta buluşmuşlardır.Ortam yavaş yavaş normale dönmeye başladığından,memleketlere dönmek üzere yola çıkarlar.Mustafa babasını at arabası ile yolcu ederken kendisi yürüyerek Bolu'ya gelir.Baba Ahmet Bolu'da beklemektedir.Oğul Mustafa Bolu'ya geldikten sonra,yine yürüyerek köyüne gider.Bir at temin eder ve gelir babasını Bolu'dan alarak köye dönerler.Geri kalan ömürlerini köylerinde reçberlik yaparak geçirirler.
Hatice ninenin gözleri yaşarıyor anlatırken.Bu memleketin kolay kazanılmadığını, Cumhuriyet kurulurken ve bağımsızlığımızı kazanırken vatanın her yerinde bedeller ödendiğini,vatana sahip olmamız gerektiğini söylüyor.
Hatice Nineni Ay olan kızlık soyadı evlendikten sonra Ayerlikaya olarak değişir.Bu aileden halen yaşamakta olan 30 aile var.
Karlı bir gün Çerkeş önlerinde kağnılarla cephane taşıyan bir kadın kafilesine rast gelmiştik. Kafileye yaklaştık ve selamlaştık. Biz soğuktan yamçılar altında bile titrerken, tek yorganını arabaya örten bir ninenin çıplak ayaklarla karları çiğnediğini görünce içimde bir merhamet sızladı. Yorganını, arkasına sardığı peştamalın içinde ara sıra hıçkıran bir çocuğun üzerine değil de, niçin arabanın üzerine serdiğini sormak gereğini duydum.
KARDA ÇIPLAK AYAK
Sorumu garip bir tarzda karşıladı. Anlaşılan bu durumu konuşmaya değer bulmuyordu. Cevap beklediğimi anlayınca, kutsal bir şeye yaklaşır gibi kağnıya yaklaştı, yorganı aralayarak altındaki mermileri gösterdi:
‘Kar serpeliyor oğlum, millet malıdır, yazık, nem kapmasın.'
Uçlarından çekerek yorganı mermilere sıkı sıkıya sardı.
Az önceki merhametimden utandım.'
*************
1.Dünya ve Kurtuluş savaşı sırasında Yunuz oğlu Ahmet ile Yunuz Ahmet oğlu Mustafa cepheye giderler.Soyadı olmadıklarından babalarının veya lakapları ile anılırlar. Yunuzların Mustafa Hatice ninenin abisi,Ahmet ise babasıdır.Cephelerde tam 9 yılları geçer.
Baba-oğul buluşması şöyle gelişti;Ayrı ayrı cephelerde 9 yıl süren savaşta,Mustafa yanında patlayan bombada fırlayan şarapnel parçası ile bir gözünü kaybeder.Bu arada abi Mustafa Yunanlılara esir düşer,esaret 4 yıl sürer.Esaret döneminde ahırlarda aç,susuz ve rezil ortamlarda her türlü işkenceyi görürler.
Abi Mustafa'nın anlattığına göre; Yiyecek olarak esirlere ot ve yaprak yerler.Yunanlılardan bir ara ihtiyaç için izin alır.Biraz uzaklaştığında yerde yatmakta olan leş bulur.Bu leşten çiğ olarak biraz yer ve alabildiğini eski elbiselerine doldurarak tekrar aynı yere döner.Diğer esir askerler ile paylaşır.Daha sonra Yunan askerinin zaafından faydalanarak kaçar ve Selimiye kışlasına gider.Buradan da Zonguldak'a gönderilir.
Baba oğlun buluşması;Zonguldak'ta iki askerin sigara içtiğini ve muhabbet ettiklerini görür. Yanlarına yanaşır, bir sigara sarmalarını ister.Oturup muhabbete katılır.Hoş sohbet anında memleketler sorulmaya başlar.Baba Ahmet Bolu'nun Çarşamba ilçesi Kızık köyünden olduğunu söyleyince,oğlu Ahmet elindeki sigarayı atar ve babasına sarılır.Aradan tam 9 yıl geçmiş ve baba oğul tesadüf eseri Zonguldak'ta buluşmuşlardır.Ortam yavaş yavaş normale dönmeye başladığından,memleketlere dönmek üzere yola çıkarlar.Mustafa babasını at arabası ile yolcu ederken kendisi yürüyerek Bolu'ya gelir.Baba Ahmet Bolu'da beklemektedir.Oğul Mustafa Bolu'ya geldikten sonra,yine yürüyerek köyüne gider.Bir at temin eder ve gelir babasını Bolu'dan alarak köye dönerler.Geri kalan ömürlerini köylerinde reçberlik yaparak geçirirler.
Hatice ninenin gözleri yaşarıyor anlatırken.Bu memleketin kolay kazanılmadığını, Cumhuriyet kurulurken ve bağımsızlığımızı kazanırken vatanın her yerinde bedeller ödendiğini,vatana sahip olmamız gerektiğini söylüyor.
Hatice Nineni Ay olan kızlık soyadı evlendikten sonra Ayerlikaya olarak değişir.Bu aileden halen yaşamakta olan 30 aile var.
Hz. Muhammed İslam dinini anlatırken nasıl bir yöntem uygulamıştır?
Hz. Muhammed İslam dinini anlatırken nasıl bir yöntem uygulamıştır?,Peygamberimiz (asv)'in tebliğ ve nasihat metodu nasıldı?, hz muhammed islam dinini anlatirken, hz muhammed islam dinini anlatmasi, hz muhammed islami nasil, hz muhammed islami nasil anlatti, muhammed islam dinini anlatirken
"Habîbim! İnsanları rabb-i teâlânın yoluna hikmetle (açık delillerle ve güzel vaazlarla) dâvet et. Ve onlarla muhkem ve güzel mukaddimelerle, mülâyim ve tatlı sözlerle mücadele et (ki dâvetin hüsn-i tesir hâsıl etsin)." (Nahl Sûresi, 16/125)
Peygamberimiz (asv) bu ve benzeri ayetleri örnek alarak müminleri ilim ve hikmetle irşat eder, bu irşadını delillere dayandırırdı.
İrşadında ve ikazında hiddet ve şiddet göstermezdi. Muhataplarını samimî bir hava içerisinde karşılar, onlara şefkat ve merhametle nasihatte bulunurdu. Doğruyu ve gerçeği anlatmakta daima tatlı dili, güzel sözü tercih ederdi. Zihinlerde meydana gelen şüphe ve tereddütleri büyük bir sabır ve anlayışla giderirdi. Muhataplarına itibar eder ve onları ikna etmek için fesahat ve belâgatla tane tane konuşurdu. Sorulan sualler yersiz de olsa tebessümle karşılar, ciddiye alırdı.
Vaaz ve nasihatlerindeki tesirin en büyük bir sebebi de insanların kusurlarını bağışlayıp, onları affetmesiydi. Hattâ en çok sevdiği amcasını ve daha birçok akraba ve sahabelerini şehit eden ve ettirenleri Mekkenin fethi sırasında affetmişti. Hâlbuki, o gün bütün güç ve kuvvet elindeydi. Onları dilediği gibi cezalandırabilirdi.
İşte böyle büyük ve yüksek seciyelerle etrafındaki insanların ruhlarına tesir etti ve onların nüve halindeki kabiliyet ve yeteneklerini uyandırdı, inkişaf ettirdi. Onları insanlık semâsının birer yıldızı haline getirdi. O asrı perdeleyen cehalet sislerini kaldırdı. Âlemin şeklini değiştirdi. İnsanlar arasında adalet, muhabbet, yardımlaşma gibi yüksek seciyeleri hayata geçirdi. Kişisel ve sosyal hayatı tehdit eden bütün hastalıklara karşı şifalı ilâçlar getirdi ve Allah'ın izniyle insanlık âlemini tedavi etti.
Tebliğ mesleğinin yolu, “Acz, fakr, şefkat ve tefekkür” yoludur. Bu dâvâ, iman kurtarma dâvâsı. İnsanları âhir zamanın dehşetli fitnelerinden sıyırıp, ulvî gayelere yönlendirme dâvâsı. Beşeriyeti, nefsin, şeytanın ve akıl almaz derecede bozulmuş içtimaî havanın tesirinden kurtarıp, ona kulluğun zevkini tattırma dâvâsı. Bir insan bu yüksek ideali, bir İlâhî lütuf olarak yakalayabildiği takdirde, ilk yapacağı şey, bu zor işi başarmaktaki aczini ve fakrını itiraf ile Rabb'inin kudretine ve rahmetine istinat etmek olacaktır.
Acz ve fakr, kulun iki zâtî hassası; insanın en bâriz özellikleri. Nitekim Fâtiha Sûresi'ni okurken, mealen, “Yalnız sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz” diyerek âlemlerin Rabbi olan Rabbimize sığınır, dünyevî olsun, uhrevî olsun her işimizde O’ndan medet bekleriz. İşte iman ve Kur’an hizmetinin erleri de insanların kalplerinde hidayetin sümbüllenmesi için bütün güçleriyle çalışmakla birlikte bu büyük neticeyi kendi kuvvet ve kudretleriyle elde edemeyeceklerini bilerek acz ve fakr ile Allah’ın dergâhına iltica ederler.
Üçüncü adım, kendilerini cehenneme hazırlayan âsi ve günahkâr insanlara acımak ve yardımlarına bir doktor hassasiyeti ve bir anne şefkatiyle koşmak. Ve dördüncü adım, bu işi hikmet dairesinde yürütmek.
Millî şairimiz, Merhum Mehmet Âkifimizin,
“Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı./ Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı.”
beytiyle ortaya koyduğu büyük ideal, Risale-i Nur Külliyatı'nda kemâliyle tahakkuk etmiştir. Neden ve niçinlerle dolu bu asrın çarşısında, ancak hem akla, hem de kalbe hitab eden, dâvâsını hem sevdiren, hem de ispat eden bir külliyat revaç bulabilirdi ve buldu da.
Bu tespitlerden birincisi İslâm’ı gerek kendi vatandaşlarımıza, gerekse bütün bir insanlık âlemine ulaştırabilmemiz için en büyük şartın, Kur’an ahlâkıyla ahlâklanmak olduğunu ders verir. Diğeri ise, iman ve Kur’an hakikatlerini muhtaçlara ulaştırabilmek için iktisadî yönden kalkınmak gerektiğini tespit eder.
Bu iki yaramızı tam kabul ile tedavisine çalışmamız gerek. Bundan gaflet ederek, geçici ve kararsız siyasî formüllere bel bağladığımız sürece, sürünmeye devam edecek ve bununla da kalmayıp, İslâm’ın muhtaç gönüllere ulaşmasına perde ve engel olmanın mesuliyetini de çekeceğiz.
Her Müslüman üzerine düşen görevi yapmakla sorumludur. Bir insanın toplumda bulunduğu konum ona bazı sorumluluklar yükler. Her Müslüman da o kunumuna göre sorumlu olur. Bu konuya bir hadisi şerifle bakabiliriz:
“Bir kötülük gördüğünüz zaman elinizle, gücünüz yetmezse dilinizle, ona da gücünüz yetmezse kalben buğz ediniz.” buyuruluyor.
Herkes her durumda bu hadisi kendine göre yorumlayamaz. Mesela, yolda bir kötülük görsek, onu elimizle düzeltmeye kalksak ve o kişiye zarar versek, o adam da davacı olsa, bu durumda bize de ceza tatbik edilir. Öyleyse hadisi şerifin manasını nasıl anlamalıyız?
El ile düzeltmek vazifeli insanların, yani devletin ve emniyetin görevi, dil ile düzeltmek alimlerin vazifesi, kalben buğz etmek ise diğerlerinindir.
Bu nedenle bir Müslüman önce İslamı hakkıyla yaşamalıdır. Sonra eğer zarar vermeyecekse uygun ve tatlı bir dille anlatmalıdır. Bundan sonrasını da Allah'a bırakmalıdır.
Nasıl ki ağaç yetiştirmek isteyen bir kimse şu konulara dikkat eder: Tohum ıslah edilmiş, tarla ekime elverişli, mevsim ekim zamanı ve ekenin de sahasında uzman olması şarttır. Bu açıdan bozuk bir tohumu, sert ve elverişsiz bir tarlaya, uygun olmayan bir mevsimde, hiç ekimden anlamayan bir kimsenin yapması, her şeyin boşa gitmesine neden olacaktır. Bu özeliklere sahip olan bir bahçıvan görevini yaptıktan sonra, tarladan çiçeklerin ve güllerin çıkması için tarlanın içine girmeye ve onu ağaç yapmaya kalkışmaz. Üzerine düşeni yapar ve sonucu Allah’a bırakır.
Aynen bunun gibi, doğru İslamiyeti ve İslamiyete layık doğruluğu yaşamak ve anlatmak gerekir. İslam'a uygun olmayan düşünce ve fikirleri İslam diye anlatmak hem İslama, hem anlatana hem de anlatılana zarar verecektir.
İslam ve iman tohumlarının atıldığı muhtaç gönüllerin de ona hazır olması gerekir. Henüz bunlara hazır olmayanlara anlatmak bazen zarar bile verebilmektedir.
Ayrıca tebliğin mevsimi de çok önemlidir. Ortam, şahsın halet-i ruhiyesi, beklentileri gibi durumlar da önemlidir. Mevsiminde ekilmeyen her tohum zayi olabilir.
Diğer taraftan İslamı tebliğ eden kimsenin de onu nasıl anlatacağını, kırmadan dökmeden uygun bir ifade tarzıyla akıl, kalp ve gönüllere nasıl serpileceğini bilecek donanıma sahip olmalıdır. Uzaman bir doktor gibi ehil olmalıdır.
Bu özelliklere sahip olan bir Müslüman, üzerine düşenleri yaptıktan sonra, o gönüllerde iman ve İslam güllerinin açılmasını Allah’a bırakır, Allah’ın vazifesine karışmaz.
"Habîbim! İnsanları rabb-i teâlânın yoluna hikmetle (açık delillerle ve güzel vaazlarla) dâvet et. Ve onlarla muhkem ve güzel mukaddimelerle, mülâyim ve tatlı sözlerle mücadele et (ki dâvetin hüsn-i tesir hâsıl etsin)." (Nahl Sûresi, 16/125)
Peygamberimiz (asv) bu ve benzeri ayetleri örnek alarak müminleri ilim ve hikmetle irşat eder, bu irşadını delillere dayandırırdı.
İrşadında ve ikazında hiddet ve şiddet göstermezdi. Muhataplarını samimî bir hava içerisinde karşılar, onlara şefkat ve merhametle nasihatte bulunurdu. Doğruyu ve gerçeği anlatmakta daima tatlı dili, güzel sözü tercih ederdi. Zihinlerde meydana gelen şüphe ve tereddütleri büyük bir sabır ve anlayışla giderirdi. Muhataplarına itibar eder ve onları ikna etmek için fesahat ve belâgatla tane tane konuşurdu. Sorulan sualler yersiz de olsa tebessümle karşılar, ciddiye alırdı.
Vaaz ve nasihatlerindeki tesirin en büyük bir sebebi de insanların kusurlarını bağışlayıp, onları affetmesiydi. Hattâ en çok sevdiği amcasını ve daha birçok akraba ve sahabelerini şehit eden ve ettirenleri Mekkenin fethi sırasında affetmişti. Hâlbuki, o gün bütün güç ve kuvvet elindeydi. Onları dilediği gibi cezalandırabilirdi.
İşte böyle büyük ve yüksek seciyelerle etrafındaki insanların ruhlarına tesir etti ve onların nüve halindeki kabiliyet ve yeteneklerini uyandırdı, inkişaf ettirdi. Onları insanlık semâsının birer yıldızı haline getirdi. O asrı perdeleyen cehalet sislerini kaldırdı. Âlemin şeklini değiştirdi. İnsanlar arasında adalet, muhabbet, yardımlaşma gibi yüksek seciyeleri hayata geçirdi. Kişisel ve sosyal hayatı tehdit eden bütün hastalıklara karşı şifalı ilâçlar getirdi ve Allah'ın izniyle insanlık âlemini tedavi etti.
Tebliğ mesleğinin yolu, “Acz, fakr, şefkat ve tefekkür” yoludur. Bu dâvâ, iman kurtarma dâvâsı. İnsanları âhir zamanın dehşetli fitnelerinden sıyırıp, ulvî gayelere yönlendirme dâvâsı. Beşeriyeti, nefsin, şeytanın ve akıl almaz derecede bozulmuş içtimaî havanın tesirinden kurtarıp, ona kulluğun zevkini tattırma dâvâsı. Bir insan bu yüksek ideali, bir İlâhî lütuf olarak yakalayabildiği takdirde, ilk yapacağı şey, bu zor işi başarmaktaki aczini ve fakrını itiraf ile Rabb'inin kudretine ve rahmetine istinat etmek olacaktır.
Acz ve fakr, kulun iki zâtî hassası; insanın en bâriz özellikleri. Nitekim Fâtiha Sûresi'ni okurken, mealen, “Yalnız sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz” diyerek âlemlerin Rabbi olan Rabbimize sığınır, dünyevî olsun, uhrevî olsun her işimizde O’ndan medet bekleriz. İşte iman ve Kur’an hizmetinin erleri de insanların kalplerinde hidayetin sümbüllenmesi için bütün güçleriyle çalışmakla birlikte bu büyük neticeyi kendi kuvvet ve kudretleriyle elde edemeyeceklerini bilerek acz ve fakr ile Allah’ın dergâhına iltica ederler.
Üçüncü adım, kendilerini cehenneme hazırlayan âsi ve günahkâr insanlara acımak ve yardımlarına bir doktor hassasiyeti ve bir anne şefkatiyle koşmak. Ve dördüncü adım, bu işi hikmet dairesinde yürütmek.
Millî şairimiz, Merhum Mehmet Âkifimizin,
“Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı./ Asrın idrakine söyletmeliyiz İslâm’ı.”
beytiyle ortaya koyduğu büyük ideal, Risale-i Nur Külliyatı'nda kemâliyle tahakkuk etmiştir. Neden ve niçinlerle dolu bu asrın çarşısında, ancak hem akla, hem de kalbe hitab eden, dâvâsını hem sevdiren, hem de ispat eden bir külliyat revaç bulabilirdi ve buldu da.
Bu tespitlerden birincisi İslâm’ı gerek kendi vatandaşlarımıza, gerekse bütün bir insanlık âlemine ulaştırabilmemiz için en büyük şartın, Kur’an ahlâkıyla ahlâklanmak olduğunu ders verir. Diğeri ise, iman ve Kur’an hakikatlerini muhtaçlara ulaştırabilmek için iktisadî yönden kalkınmak gerektiğini tespit eder.
Bu iki yaramızı tam kabul ile tedavisine çalışmamız gerek. Bundan gaflet ederek, geçici ve kararsız siyasî formüllere bel bağladığımız sürece, sürünmeye devam edecek ve bununla da kalmayıp, İslâm’ın muhtaç gönüllere ulaşmasına perde ve engel olmanın mesuliyetini de çekeceğiz.
Her Müslüman üzerine düşen görevi yapmakla sorumludur. Bir insanın toplumda bulunduğu konum ona bazı sorumluluklar yükler. Her Müslüman da o kunumuna göre sorumlu olur. Bu konuya bir hadisi şerifle bakabiliriz:
“Bir kötülük gördüğünüz zaman elinizle, gücünüz yetmezse dilinizle, ona da gücünüz yetmezse kalben buğz ediniz.” buyuruluyor.
Herkes her durumda bu hadisi kendine göre yorumlayamaz. Mesela, yolda bir kötülük görsek, onu elimizle düzeltmeye kalksak ve o kişiye zarar versek, o adam da davacı olsa, bu durumda bize de ceza tatbik edilir. Öyleyse hadisi şerifin manasını nasıl anlamalıyız?
El ile düzeltmek vazifeli insanların, yani devletin ve emniyetin görevi, dil ile düzeltmek alimlerin vazifesi, kalben buğz etmek ise diğerlerinindir.
Bu nedenle bir Müslüman önce İslamı hakkıyla yaşamalıdır. Sonra eğer zarar vermeyecekse uygun ve tatlı bir dille anlatmalıdır. Bundan sonrasını da Allah'a bırakmalıdır.
Nasıl ki ağaç yetiştirmek isteyen bir kimse şu konulara dikkat eder: Tohum ıslah edilmiş, tarla ekime elverişli, mevsim ekim zamanı ve ekenin de sahasında uzman olması şarttır. Bu açıdan bozuk bir tohumu, sert ve elverişsiz bir tarlaya, uygun olmayan bir mevsimde, hiç ekimden anlamayan bir kimsenin yapması, her şeyin boşa gitmesine neden olacaktır. Bu özeliklere sahip olan bir bahçıvan görevini yaptıktan sonra, tarladan çiçeklerin ve güllerin çıkması için tarlanın içine girmeye ve onu ağaç yapmaya kalkışmaz. Üzerine düşeni yapar ve sonucu Allah’a bırakır.
Aynen bunun gibi, doğru İslamiyeti ve İslamiyete layık doğruluğu yaşamak ve anlatmak gerekir. İslam'a uygun olmayan düşünce ve fikirleri İslam diye anlatmak hem İslama, hem anlatana hem de anlatılana zarar verecektir.
İslam ve iman tohumlarının atıldığı muhtaç gönüllerin de ona hazır olması gerekir. Henüz bunlara hazır olmayanlara anlatmak bazen zarar bile verebilmektedir.
Ayrıca tebliğin mevsimi de çok önemlidir. Ortam, şahsın halet-i ruhiyesi, beklentileri gibi durumlar da önemlidir. Mevsiminde ekilmeyen her tohum zayi olabilir.
Diğer taraftan İslamı tebliğ eden kimsenin de onu nasıl anlatacağını, kırmadan dökmeden uygun bir ifade tarzıyla akıl, kalp ve gönüllere nasıl serpileceğini bilecek donanıma sahip olmalıdır. Uzaman bir doktor gibi ehil olmalıdır.
Bu özelliklere sahip olan bir Müslüman, üzerine düşenleri yaptıktan sonra, o gönüllerde iman ve İslam güllerinin açılmasını Allah’a bırakır, Allah’ın vazifesine karışmaz.
Fotosel nedir, kullanım alanları nelerdir?
Fotosel nedir, kullanım alanları nelerdir?, fotosel kullanim alanlari, fotosel nedir, fotosel nerelerde kullanilir, fotoselin kullanim alanlari, fotosellerin kullanim alanlari,
Fotosel
Photo Cell dilimizde fotosel olarak da geçmektedir. Alkali metaller tercih edilir.Üzerine düşen ışığın şiddetiyle orantılı olarak voltaj üreten ışık algılayıcısıdır.
Fotoelektrik olay prensibiyle çalışır.
Fotoseldeki cam kürenin iç kısmı sodyum,lityum gibi alkali metallerle kaplanır. Çünkü alkali metaller yüksek enerjili beyaz ışık alınca (güneş ışığı) elektronları kopar ve anot ucuna çekilirler.
Güneş ışığı gelince devre tamamlanmış olur ve çalışır.
Cam kürenin içi alkali metalle kaplanan fotosel sadece yüksek enerjili ışıkta çalışır ve bu özelliği sayesinde diğer metallerle kaplanan fotosellerden farklı olur.
Özelliklerine göre değişik amaçlarla kullanılır: Sokak lambalarının gün ışığına göre kontrol edilmesinde, Matbaacılıkta renk ayrımında, Asansörleri durduran kumanda sistemlerinde, Baca duman yoğunluğunun ve sıvıların bulanıklığının ölçülmesinde, Miktarı fazla olan cisimlerin sayılmasında kullanılan sayaçlarda, Matbaacılıkta kâğıt kesme araçlarında,Kapı otomatiklerinde, Musluklarda,Kağıt havlu makinelerinde,Merdiven lambalarında ,Pozometrelerde, hırsız alarm sistemlerinde, otomatik açılır kapanır kapı sistemlerinde, otomatik çalışan gece lambalarında kullanılmaktadır.
Yeterince büyük boyutlu olanları güneş pili olarak kullanılır ve ışık enerjisiyle elektrikli aletleri doğrudan çalıştırılabilir.
Photo Cell dilimizde fotosel olarak da geçmektedir. Alkali metaller tercih edilir.Üzerine düşen ışığın şiddetiyle orantılı olarak voltaj üreten ışık algılayıcısıdır.
Fotoelektrik olay prensibiyle çalışır.
Fotoseldeki cam kürenin iç kısmı sodyum,lityum gibi alkali metallerle kaplanır. Çünkü alkali metaller yüksek enerjili beyaz ışık alınca (güneş ışığı) elektronları kopar ve anot ucuna çekilirler.
Güneş ışığı gelince devre tamamlanmış olur ve çalışır.
Cam kürenin içi alkali metalle kaplanan fotosel sadece yüksek enerjili ışıkta çalışır ve bu özelliği sayesinde diğer metallerle kaplanan fotosellerden farklı olur.
Özelliklerine göre değişik amaçlarla kullanılır: Sokak lambalarının gün ışığına göre kontrol edilmesinde, Matbaacılıkta renk ayrımında, Asansörleri durduran kumanda sistemlerinde, Baca duman yoğunluğunun ve sıvıların bulanıklığının ölçülmesinde, Miktarı fazla olan cisimlerin sayılmasında kullanılan sayaçlarda, Matbaacılıkta kâğıt kesme araçlarında,Kapı otomatiklerinde, Musluklarda,Kağıt havlu makinelerinde,Merdiven lambalarında ,Pozometrelerde, hırsız alarm sistemlerinde, otomatik açılır kapanır kapı sistemlerinde, otomatik çalışan gece lambalarında kullanılmaktadır.
Yeterince büyük boyutlu olanları güneş pili olarak kullanılır ve ışık enerjisiyle elektrikli aletleri doğrudan çalıştırılabilir.
Alm. Photozelle f, Fr. Cellule f photoélectrique, İng. Photoelectric cell. Üzerine ışık düştüğü zaman akım, gerilim gibi elektrikli olaylar meydana getiren eleman. Çalışması, 1887de keşfedilen fotoelektrik olayına dayanır. Morötesi ışınların kurşun, arsenik, antimon sülfürleri gibi maddelerin elektr...
Alm. Photozelle f, Fr. Cellule f photoélectrique, İng. Photoelectric cell. Üzerine ışık düştüğü zaman akım, gerilim gibi elektrikli olaylar meydana getiren eleman. Çalışması, 1887de keşfedilen fotoelektrik olayına dayanır. Morötesi ışınların kurşun, arsenik, antimon sülfürleri gibi maddelerin elektronlarını serbest bıraktırarak yayılması neticesi tesbit edilen fotoelektrik olay, değişik tesirler ile kendini gösterir. Bâzı yarı iletkenlere çarpan ışık, yarı iletkenin elektrik iletkenliğinin, yâni direncinin değişmesine, bâzı yarı iletkenlerde ise bir gerilim, yâni elektromotor kuvvet meydana gelmesine sebeb olur. Sezyum, potasyum tuzları gibi bâzı maddelerde, maddenin elektronlarının serbest hale gelip yayılması da fotoelektrik bir olaydır. Bu fotoelektrik olayların cereyan ettiği elemanların hepsi fotosel olarak bilinir. Özelliklerine göre değişik gâyelerle kullanılır. Sokak lambalarının gün ışığına göre kontrol edilmesi, kapı otomatikleri, matbaacılıkta renk ayırımı, asansörleri durduran kumanda sistemleri, baca duman yoğunluğunun ve sıvıların bulanıklığının ölçülmesi, miktarı fazla olan cisimlerin sayılmasında kullanılan
sayaçlar, matbaacılıkta kâğıt kesme giyotinlerinde eller bıçak kısmına girdiğinde makinayı durduran sistemler vb. fotoselin belli başlı kullanma alanlarını teşkil eder.
Işıkla, bâzı metal atomlarının serbest hâle gelmesi, ışığı meydana getiren ve foton denilen enerji paketçiklerinin enerjisinin elektrona geçmesi neticesi meydana gelir. Bunun için foton enerjisinin elektronu koparacak miktarda olması gerekir. Serbest hâle gelen elektronlar ışığın şiddetine bağlıdır. Elektron sayısının çok fazla olması için, elektronlarını ayırmada az enerji gereken maddeler kullanılır. Gün ışığı için en uygun madde antimon ve sezyum alaşımı, aydınlatma için gümüş oksit üstüne kaplanmış sezyumdur. Serbest hale gelen elektronlar bir elektrik akımına dönüştürüldüğünde ışık şiddetini ölçmede kullanılır. Bu prensibe göre çalışan fotoseller, televizyon kameralarında ışığın elektrik sinyallerine dönüştürülmesi, film ses kayıtlarının okunması gibi yerlerde kullanılır.
Işıkla direncin değişmesi veya fotoiletkenlik esasına göre çalışan fotosellerde kadmiyum sülfür ve selenyum kullanılır. Böyle bir fotosel bir elektrik devresine bağlandığında, fotoiletken diye de bilinen selenyum veya kadmiyum sülfür üzerine ışık düşerse, bu iletkenlerin direnci değişeceğinden, devrenin akımı dolayısıyla gerilimi de değişir. Fotoiletken olarak ayrıca talyum sülfür, germanyum, kurşun sülfür gibi maddeler de kullanılır. Bu maddeler fotodiyot olarak da bilinmektedir.
Gerilim meydana getiren fotoseller fotovoltaik diyot olarak da bilinir. Bir iletkenin, selenyum, germanyum ve silisyum gibi bir yarı iletkenle birleşmesiyle meydana gelir. Birleşme yerine bir ışık çarpınca küçük bir gerilim (fotogerilim) veya elektromotor kuvvet meydana gelir. Bu gerilim fotoselin bağlı olduğu devrede ışık şiddetiyle orantılı bir elektron akımına sebeb olur. Başka bir güç kaynağı gerektirmediğinden, bunlar diğer fotosellerden üstündür. Kamera pozometreleri ve röleler başlıca kullanma alanlarıdır.
Alm. Photozelle f, Fr. Cellule f photoélectrique, İng. Photoelectric cell. Üzerine ışık düştüğü zaman akım, gerilim gibi elektrikli olaylar meydana getiren eleman. Çalışması, 1887de keşfedilen fotoelektrik olayına dayanır. Morötesi ışınların kurşun, arsenik, antimon sülfürleri gibi maddelerin elektronlarını serbest bıraktırarak yayılması neticesi tesbit edilen fotoelektrik olay, değişik tesirler ile kendini gösterir. Bâzı yarı iletkenlere çarpan ışık, yarı iletkenin elektrik iletkenliğinin, yâni direncinin değişmesine, bâzı yarı iletkenlerde ise bir gerilim, yâni elektromotor kuvvet meydana gelmesine sebeb olur. Sezyum, potasyum tuzları gibi bâzı maddelerde, maddenin elektronlarının serbest hale gelip yayılması da fotoelektrik bir olaydır. Bu fotoelektrik olayların cereyan ettiği elemanların hepsi fotosel olarak bilinir. Özelliklerine göre değişik gâyelerle kullanılır. Sokak lambalarının gün ışığına göre kontrol edilmesi, kapı otomatikleri, matbaacılıkta renk ayırımı, asansörleri durduran kumanda sistemleri, baca duman yoğunluğunun ve sıvıların bulanıklığının ölçülmesi, miktarı fazla olan cisimlerin sayılmasında kullanılan
sayaçlar, matbaacılıkta kâğıt kesme giyotinlerinde eller bıçak kısmına girdiğinde makinayı durduran sistemler vb. fotoselin belli başlı kullanma alanlarını teşkil eder.
Işıkla, bâzı metal atomlarının serbest hâle gelmesi, ışığı meydana getiren ve foton denilen enerji paketçiklerinin enerjisinin elektrona geçmesi neticesi meydana gelir. Bunun için foton enerjisinin elektronu koparacak miktarda olması gerekir. Serbest hâle gelen elektronlar ışığın şiddetine bağlıdır. Elektron sayısının çok fazla olması için, elektronlarını ayırmada az enerji gereken maddeler kullanılır. Gün ışığı için en uygun madde antimon ve sezyum alaşımı, aydınlatma için gümüş oksit üstüne kaplanmış sezyumdur. Serbest hale gelen elektronlar bir elektrik akımına dönüştürüldüğünde ışık şiddetini ölçmede kullanılır. Bu prensibe göre çalışan fotoseller, televizyon kameralarında ışığın elektrik sinyallerine dönüştürülmesi, film ses kayıtlarının okunması gibi yerlerde kullanılır.
Işıkla direncin değişmesi veya fotoiletkenlik esasına göre çalışan fotosellerde kadmiyum sülfür ve selenyum kullanılır. Böyle bir fotosel bir elektrik devresine bağlandığında, fotoiletken diye de bilinen selenyum veya kadmiyum sülfür üzerine ışık düşerse, bu iletkenlerin direnci değişeceğinden, devrenin akımı dolayısıyla gerilimi de değişir. Fotoiletken olarak ayrıca talyum sülfür, germanyum, kurşun sülfür gibi maddeler de kullanılır. Bu maddeler fotodiyot olarak da bilinmektedir.
Gerilim meydana getiren fotoseller fotovoltaik diyot olarak da bilinir. Bir iletkenin, selenyum, germanyum ve silisyum gibi bir yarı iletkenle birleşmesiyle meydana gelir. Birleşme yerine bir ışık çarpınca küçük bir gerilim (fotogerilim) veya elektromotor kuvvet meydana gelir. Bu gerilim fotoselin bağlı olduğu devrede ışık şiddetiyle orantılı bir elektron akımına sebeb olur. Başka bir güç kaynağı gerektirmediğinden, bunlar diğer fotosellerden üstündür. Kamera pozometreleri ve röleler başlıca kullanma alanlarıdır.
Göktürk Devleti'nin kültürel özellikleri nelerdir?
Göktürk Devleti'nin kültürel özellikleri nelerdir?,gokturk devletinin ozellikleri, gokturk kulturu, gokturklerin kulturel ozellikleri, gokturklerin kulturu, kok turk devletinin cografi yapisi
Göktürk Devletinde Sanat Ve Edebiyat
Göktürk İmparaturluğu Başkenti Ordu-Balık'da Kale hendek kalıntıları
Orta Asya'da yapılan araştırma ve kazılarda Göktürkçe yazılı eserler bulunmuştur. Para, taş ve ağaç üzerine yazılan metinlerden, para ve taşlar üzerine yazılanlar günümüze kadar gelmiştir.İlk Türk abidelerinde yazılara altıncı yüzyılda rastlanmıştır. Bunlar kısa metinlerdir. Elde kalan Bengü Anıtları, Orhun Yazıtları veya 'Türük Bengü Taşları' da denen üç büyük yazıttır. Taşların üzeri oyulmak suretiyle yazılmıştır. Bu yazıtlar; Göktürk Kağan'ı Bilge Kağan, Kül Tigin ve Vezir Bilge Tonyukuk adlarına yazılıp, dikilmiştir. Yazıtlar kireç taşına yontularak yazıldığından zaman ve açık havanın tahribatına maruz kalıp, bozulmuştur. Bu yüzden bazı satırları ve birçok kelimeleri okunamaz durumdadır. Kül Tigin kitabesi, içlerinde en az tahribata uğrayanıdır.
Orhun abidelerinin yazıldığı Göktürk alfabesi 38 harflidir.Türklerin milli alfabesi olan bu yazı sisteminde 4 sesli, 9 birleşik, 25 de sessiz harf bulunmaktadır.Kelimeler birbirinden iki noktayla ayrılır. Türklerin İslam dinini kabülünden önce yazılan Orhun abideleri, muhteva olarak Türk tarihi ve kültürü bakımından önemlidir. Abidelerde; Türklerin yabancıların siyasetine alet olduğu zamanlarda bozulduğu, devlet kademelerinde bilgili ve ehil olmayan kadronun iş başına getirildiği zaman idare mekanizmasının iyi çalışmayıp, ahalide hoşnutsuzluk görüldüğü, yabancı kültürünün Türk birliğini zedeleyip, şahsiyetini kaybettirdiği, hitabet sanatına uygun bir anlatımla verilmiştir.Türk milletinin en zor şartlarda bile içinden kuvvetli şahsiyetler çıkıp, ülkeyi kurtarıp, devleti yeniden kurup, güçlendirdiği anlatılan abidelerde, devlet tecrübesi yanında Türklüğün, bağımsızlık fikrine yer verilmiştir.Ayrıca bu, kağanların millete hesap vermesidir.
Göktürk İmparaturluğu Başkenti Ordu-Balık'da Kale hendek kalıntıları
Orta Asya'da yapılan araştırma ve kazılarda Göktürkçe yazılı eserler bulunmuştur. Para, taş ve ağaç üzerine yazılan metinlerden, para ve taşlar üzerine yazılanlar günümüze kadar gelmiştir.İlk Türk abidelerinde yazılara altıncı yüzyılda rastlanmıştır. Bunlar kısa metinlerdir. Elde kalan Bengü Anıtları, Orhun Yazıtları veya 'Türük Bengü Taşları' da denen üç büyük yazıttır. Taşların üzeri oyulmak suretiyle yazılmıştır. Bu yazıtlar; Göktürk Kağan'ı Bilge Kağan, Kül Tigin ve Vezir Bilge Tonyukuk adlarına yazılıp, dikilmiştir. Yazıtlar kireç taşına yontularak yazıldığından zaman ve açık havanın tahribatına maruz kalıp, bozulmuştur. Bu yüzden bazı satırları ve birçok kelimeleri okunamaz durumdadır. Kül Tigin kitabesi, içlerinde en az tahribata uğrayanıdır.
Orhun abidelerinin yazıldığı Göktürk alfabesi 38 harflidir.Türklerin milli alfabesi olan bu yazı sisteminde 4 sesli, 9 birleşik, 25 de sessiz harf bulunmaktadır.Kelimeler birbirinden iki noktayla ayrılır. Türklerin İslam dinini kabülünden önce yazılan Orhun abideleri, muhteva olarak Türk tarihi ve kültürü bakımından önemlidir. Abidelerde; Türklerin yabancıların siyasetine alet olduğu zamanlarda bozulduğu, devlet kademelerinde bilgili ve ehil olmayan kadronun iş başına getirildiği zaman idare mekanizmasının iyi çalışmayıp, ahalide hoşnutsuzluk görüldüğü, yabancı kültürünün Türk birliğini zedeleyip, şahsiyetini kaybettirdiği, hitabet sanatına uygun bir anlatımla verilmiştir.Türk milletinin en zor şartlarda bile içinden kuvvetli şahsiyetler çıkıp, ülkeyi kurtarıp, devleti yeniden kurup, güçlendirdiği anlatılan abidelerde, devlet tecrübesi yanında Türklüğün, bağımsızlık fikrine yer verilmiştir.Ayrıca bu, kağanların millete hesap vermesidir.
Bilge Kağan abidesinde bugünkü dille şöyle denmektedir
Türk Oğuz Beyleri, işitin! Üstte gök çökmedikçe, altta yer denizi delinmedikçe, ilini töreni kim bozabilir. Ey Türk Milleti! Kendine dön.Seni yükseltmiş Bilge Kağanı’na, hür ve müstakil ülkene karşı hata ettin, kötü duruma düşürdün. Milletin adı, sanı yok olmasın diye, Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım.Kardeşim Kül Tigin ve iki Şad ile ölesiyle bitesiye çalıştım... Bu kağanlık sadece Asya tarihini değil Türk siyasi tarihini ve aydınlatan anıtlar bıraktı, Orhun yazıtları. Göktürkler'in Göktanrı olarak adlandırılan bir inanca sahip oldukları tarih araştırmacıları tarafından dile getirilmektedir. Orhun yazıtları bu görüşü doğrulamaktadır. Müslüman olmadan önce tarihte ilk kez Türk adını devlet adı olarak kullanmış Göktürklerin dini Göktanrı diniydi
Fem ve Anafene gidenler askeri liselere girebilir mi?
Fem ve Anafene gidenler askeri liselere girebilir mi?,fem dersanesi askeri okul,Fem ve Anafene gidenler askeri okullara girebilir mi?
Askeri okullara giriş şartları arasında böyle bir madde yoktur...
Askeri okullara giriş şartları arasında böyle bir madde yoktur...
Askeri lise mülakat sınavlarında çıkan sorular nelerdir?
Askeri lise mülakat sınavlarında hangi sorular çıkabilir?, als mulakat sorulari, als mulakatlari, askeri lise mulakat sorulari, askeri lise mulakatlari, hava harp okulu mulakatlari,
Ornek SoruLar...
<<<<<çanakkale savaşının önemi sence nedir?
<<<<<<
1. Basit sorular ve bunların basit cevapları.
2. Heyecanlanma ve bildiğin şeyleri söyle.
3. Orada senin bilgini değil konuşma biçimini, heyecanını kontrol yeteneğini, kekeme veya başka bir konuşma zorluğunun olup olmadığını kontrol ediyorlar.
4. Mülakatla beraber spor testide olması lazım spor standartları bilgi broşüründe yazar.
5. Sınavda başarılar. Gökteki yıldızların birgün omuzlarında olması dileğiyle.
Hava Harp Okulu'ndan bahsedeyim biras..
1. Askeri Lise'de yapabilirim diyorsan git..
2. Mülakatları geçerim diyorsan git.. (haberin ola, çoğu kişi torpil arayışına giriyor mülakatta)
3. İmzalayacağın milyarlık senedi, dayanamayıp ayrılmaya karar verdiğinde ödeyebileceğine eminsen git.. (ki haberin olsun oraya dayanmak her baba-yiğidin harcı değil.)
4. Beden Eğitimi derslerini gerçekten geçebilirim diyorsan git..
5. asker olmanın ne demek olduğunu biliyorum.. En az 15-20 yıl dayanabilirim diyorsan buyur git..
6. Bide Askeri lise, arkadaşların dediği gibi normal bi okul gibi değil.. adamın imanını gevretiyorlar..
7. Dersleri iyi olmayanın gözünün yaşına bile bakmıyorlar..
8. Mülakat sırasında sorulan sorular hakkında kim ne derse yanlış olur, çünkü sorular her yıl yeniden hazırlanıyor..
9. Fem ve benzeri dershanelere giden hiç kimseyi almıyorlar.. Dershaneler arasında yasaklıdır FEM.. Başvuran herkesin sülalesini en ince ayrıntısına kadar araştırırlar..
10.
11. Şimdiye kadar söylediklerim hep dezavantajlarıydı.. Avantajlarına gelelim.. Yapı ve doktorlarının bilgisi bakımından Türkiye'nin en iyi hastanelerine sahipler..
12. Çoğu lojmanında her şey var.. (kuaför, fitness salonu, cafe, internet cafe, Gazino, sağlık ocağı, ilkokul, pastahane ve daha aklıma gelmeyen bir sürü şey.. kısacası ayrı bir dünya.. ama bu ayrı dünyanın kötü bi yanı da var. lojmanda büyümüş bir çocuk dışarıdaki hayata zor adapte olabiliyor.. (gözlemlediğim örnekler var)
13. İyi yönü çok fazla.. mezun olup evlendiğinde küçük çocuğunu bırakacak yer arama derdine girmiyorsun.. Çünkü hemen hemen her hava üssünde kreş var.
14. askeri Lise'ye girenlerin hemen hemen hepsi Hava Harp Okulu ister.. Çünkü Deniz Harp ve Kara Harp'tan mezun olanlar zorluk çekiyor.. Kara Harp mezunları; 3ay ile 2yıl arasında bir süre bir yerde duruyorlar.. Türkiyenin her yerini geziyorlar. Sürekli taşınmaktan çoğu eşya almıyor.. Çünkü sürekli taşınmaktan zarar görüyor eşyalar.. İzmir gibi bi yerde otururken tayinleri bi anda Van dolaylarına çıkabiliyor.. Deniz Harp mezunları yani denizciler; adı üstünde denizci.. Bazıları aylarca bazıları yıllarca olmuyor.. Onlarda geziyor.. Bazıları denize kıyısı olan her ülkeyi görüyor nerdeyse.. Gelelim Havacılara, havacılar Türkiye'nin belirli yerlerine branşlarına göre giderler.. gittikleri yerde eğer tayin istemezlerse en az 5-6 yıl kalırlar..
14. askeriye'de satılan herşey piyasadakinin çok çok altında çünkü askeriyenin kantininde çalışanlar vatani görevini yapan kişiler.. bide dükkan kirası falan ödenmediği için sadece kantinin temizlik vb. giderleri ekleniyor fiyatlara.. Ve emin olun o şekilde bile piyasadaki fiyatların ne kadar pahalı olduğunu aslında ne kadar kazıklandığınızı anlıyorsunuz..
<
<
1. Basit sorular ve bunların basit cevapları.
2. Heyecanlanma ve bildiğin şeyleri söyle.
3. Orada senin bilgini değil konuşma biçimini, heyecanını kontrol yeteneğini, kekeme veya başka bir konuşma zorluğunun olup olmadığını kontrol ediyorlar.
4. Mülakatla beraber spor testide olması lazım spor standartları bilgi broşüründe yazar.
5. Sınavda başarılar. Gökteki yıldızların birgün omuzlarında olması dileğiyle.
Hava Harp Okulu'ndan bahsedeyim biras..
1. Askeri Lise'de yapabilirim diyorsan git..
2. Mülakatları geçerim diyorsan git.. (haberin ola, çoğu kişi torpil arayışına giriyor mülakatta)
3. İmzalayacağın milyarlık senedi, dayanamayıp ayrılmaya karar verdiğinde ödeyebileceğine eminsen git.. (ki haberin olsun oraya dayanmak her baba-yiğidin harcı değil.)
4. Beden Eğitimi derslerini gerçekten geçebilirim diyorsan git..
5. asker olmanın ne demek olduğunu biliyorum.. En az 15-20 yıl dayanabilirim diyorsan buyur git..
6. Bide Askeri lise, arkadaşların dediği gibi normal bi okul gibi değil.. adamın imanını gevretiyorlar..
7. Dersleri iyi olmayanın gözünün yaşına bile bakmıyorlar..
8. Mülakat sırasında sorulan sorular hakkında kim ne derse yanlış olur, çünkü sorular her yıl yeniden hazırlanıyor..
9. Fem ve benzeri dershanelere giden hiç kimseyi almıyorlar.. Dershaneler arasında yasaklıdır FEM.. Başvuran herkesin sülalesini en ince ayrıntısına kadar araştırırlar..
10.
11. Şimdiye kadar söylediklerim hep dezavantajlarıydı.. Avantajlarına gelelim.. Yapı ve doktorlarının bilgisi bakımından Türkiye'nin en iyi hastanelerine sahipler..
12. Çoğu lojmanında her şey var.. (kuaför, fitness salonu, cafe, internet cafe, Gazino, sağlık ocağı, ilkokul, pastahane ve daha aklıma gelmeyen bir sürü şey.. kısacası ayrı bir dünya.. ama bu ayrı dünyanın kötü bi yanı da var. lojmanda büyümüş bir çocuk dışarıdaki hayata zor adapte olabiliyor.. (gözlemlediğim örnekler var)
13. İyi yönü çok fazla.. mezun olup evlendiğinde küçük çocuğunu bırakacak yer arama derdine girmiyorsun.. Çünkü hemen hemen her hava üssünde kreş var.
14. askeri Lise'ye girenlerin hemen hemen hepsi Hava Harp Okulu ister.. Çünkü Deniz Harp ve Kara Harp'tan mezun olanlar zorluk çekiyor.. Kara Harp mezunları; 3ay ile 2yıl arasında bir süre bir yerde duruyorlar.. Türkiyenin her yerini geziyorlar. Sürekli taşınmaktan çoğu eşya almıyor.. Çünkü sürekli taşınmaktan zarar görüyor eşyalar.. İzmir gibi bi yerde otururken tayinleri bi anda Van dolaylarına çıkabiliyor.. Deniz Harp mezunları yani denizciler; adı üstünde denizci.. Bazıları aylarca bazıları yıllarca olmuyor.. Onlarda geziyor.. Bazıları denize kıyısı olan her ülkeyi görüyor nerdeyse.. Gelelim Havacılara, havacılar Türkiye'nin belirli yerlerine branşlarına göre giderler.. gittikleri yerde eğer tayin istemezlerse en az 5-6 yıl kalırlar..
14. askeriye'de satılan herşey piyasadakinin çok çok altında çünkü askeriyenin kantininde çalışanlar vatani görevini yapan kişiler.. bide dükkan kirası falan ödenmediği için sadece kantinin temizlik vb. giderleri ekleniyor fiyatlara.. Ve emin olun o şekilde bile piyasadaki fiyatların ne kadar pahalı olduğunu aslında ne kadar kazıklandığınızı anlıyorsunuz..
11 Ocak 2011 Salı
Kaptan-ı Deryanın görevleri nedir?
Kaptan-ı Deryanın görevleri nedir?,kaptan i derya gorevleri, kaptani derya gorevleri, kaptani deryanin gorevleri, kaptaniderya gorevi, kaptaniderya gorevleri
Kaptan-ı derya, Osmanlı İmparatorluğu'nda donanma komutanlarına verilen addır.
16. yüzyıl'ın ortalarına kadar beylerbeyi rütbesi, o tarihlerden sonra vezir kaptanıderyaların (kaptanpaşa da denir) önemi, Osmanlı İmparatorluğu'nun denizaşırı topraklarının genişlemesiyle ve Akdeniz kıyılarındaki fetihler çoğaldıkça arttı.
Divan-ı Hümayun'a üye olarak katılır, Osmanlı İmparatorluğu'nun "deniz eyaletleri" diye adlandırılan eyaletlerini (Cezayir, Tunus, Trablusgarp, Akdeniz adaları) doğrudan ya da denizci paşalar aracılığıyla denetimleri altında tutarlardı. Başlangıçta Gelibolu'da daha sonraları İstanbul'da Kasımpaşa'da oturan ve semt ile tersanenin güvenliğinden sorumlu olan kaptanıderyaların unvanı Tanzimat döneminde kaldırıldı.
İlk Osmanlı deryabeyleri, sancak yöneticiliği de yapıyorlardı. Osmanlı deniz üssü İzmit'ten Gelibolu'ya taşındıktan sonra deryabeyine kaptan-ı derya da denmeye başladı. II. Mehmed döneminde donanma güçlü bir yapıya ve örgüte kavuşurken, kaptan-ı deryanın yetkileride artırıldı. 1533/34'te, Cezair-i Bahr-i Sefid ile Cezayir-i Garp bir yönetimde birleştirilerek Kaptanpaşa eyaleti oluşturulunca, kaptan-ı deryanın aynı zamanda bu eyaletin yöneticisi olması, eyalet işlerini de atayacağı bir vekille yürütmesi kabul edildi.Ama kaptan-ı deryalığın önem kazanması Barbaros Hayrettin Paşa'nın bu görevi yürütmesi sırasında oldu.16. yy'ın sonunda kaptan-ı deryalığa atananların vezirlik rütbesiyle Divan-ı Hümayun'a üye olarak katılmaları uygulaması başlatıldı.
Kaptan-ı derya, Donanma-yı Hümayun'un ve Tersane-i Amire'nin en büyük amiriydi.Denizcilikle bütün atamaları yapma, hüküm yazma ve tuğra çekme yetkisi vardı.Derya Kalemi'ne bağlı zeamet ve tımarların dağıtımını da o yapardı.
Kaptan-ı deryalığa atanan kişi önce sadrazamın katında kürk giyer, sonra törenle Tersane-i Amire'ye gidip göreve başlardı.Bazen denizcilerden de atamalar yapılmakla birlikte, bu göreve çoğunlukla sivil ve asker vezirler getirilirdi. Donanmaının manevrası, kıyı ve açık deniz karakol hizmetlerini, Tersane-i Amire çalışmalarını planlamak kaptan-ı deryanın asıl görevleriydi.Tersane-i Amire'deki makamında şikayetleri dinleyen kaptan-ı derya, Haliç ve çevresinin güvenliğinden de sorumluydu. Tersane-i Amire alanlarındaki davalara doğrudan bakar, idam cezası da verebilirdi. Bazı davaları da kadıya havale ederdi.
Donanmayla denize açılacağı zaman, İstanbul'dan hareket etmeden önce Tersane-i Amire'de sadrazama teftiş verir, sonra onunla birlikte Topkapı Sarayı'na giderek padişahın katına çıkardı. Bu sırada donanma da saray açıklarında demirleyerek top atışıyla selamlama görevini yerine getirirdi. İstanbul'da olmadığı zamanlarda kaptan-ı deryaya tersane emini vekalet ederdi. En kıdemli yardımcısı tersane kethüdası, donanmadaki yardımcıları da kapudane, patrone, ve riyale idi.
Kaptan-ı deryalık 1867'de kaldırılarak Bahriye Nezareti ve Kumanda Meclisi adında iki birim oluşturuldu. 1876'da ve 1878-80 arasında yeniden kurulduysa da, sonunda kaptan-ı deryanın asıl görevlerini bahriye nazırı üstlendi.
Ünlü kaptan-ı deryalar
16. yüzyıl'ın ortalarına kadar beylerbeyi rütbesi, o tarihlerden sonra vezir kaptanıderyaların (kaptanpaşa da denir) önemi, Osmanlı İmparatorluğu'nun denizaşırı topraklarının genişlemesiyle ve Akdeniz kıyılarındaki fetihler çoğaldıkça arttı.
Divan-ı Hümayun'a üye olarak katılır, Osmanlı İmparatorluğu'nun "deniz eyaletleri" diye adlandırılan eyaletlerini (Cezayir, Tunus, Trablusgarp, Akdeniz adaları) doğrudan ya da denizci paşalar aracılığıyla denetimleri altında tutarlardı. Başlangıçta Gelibolu'da daha sonraları İstanbul'da Kasımpaşa'da oturan ve semt ile tersanenin güvenliğinden sorumlu olan kaptanıderyaların unvanı Tanzimat döneminde kaldırıldı.
İlk Osmanlı deryabeyleri, sancak yöneticiliği de yapıyorlardı. Osmanlı deniz üssü İzmit'ten Gelibolu'ya taşındıktan sonra deryabeyine kaptan-ı derya da denmeye başladı. II. Mehmed döneminde donanma güçlü bir yapıya ve örgüte kavuşurken, kaptan-ı deryanın yetkileride artırıldı. 1533/34'te, Cezair-i Bahr-i Sefid ile Cezayir-i Garp bir yönetimde birleştirilerek Kaptanpaşa eyaleti oluşturulunca, kaptan-ı deryanın aynı zamanda bu eyaletin yöneticisi olması, eyalet işlerini de atayacağı bir vekille yürütmesi kabul edildi.Ama kaptan-ı deryalığın önem kazanması Barbaros Hayrettin Paşa'nın bu görevi yürütmesi sırasında oldu.16. yy'ın sonunda kaptan-ı deryalığa atananların vezirlik rütbesiyle Divan-ı Hümayun'a üye olarak katılmaları uygulaması başlatıldı.
Kaptan-ı derya, Donanma-yı Hümayun'un ve Tersane-i Amire'nin en büyük amiriydi.Denizcilikle bütün atamaları yapma, hüküm yazma ve tuğra çekme yetkisi vardı.Derya Kalemi'ne bağlı zeamet ve tımarların dağıtımını da o yapardı.
Kaptan-ı deryalığa atanan kişi önce sadrazamın katında kürk giyer, sonra törenle Tersane-i Amire'ye gidip göreve başlardı.Bazen denizcilerden de atamalar yapılmakla birlikte, bu göreve çoğunlukla sivil ve asker vezirler getirilirdi. Donanmaının manevrası, kıyı ve açık deniz karakol hizmetlerini, Tersane-i Amire çalışmalarını planlamak kaptan-ı deryanın asıl görevleriydi.Tersane-i Amire'deki makamında şikayetleri dinleyen kaptan-ı derya, Haliç ve çevresinin güvenliğinden de sorumluydu. Tersane-i Amire alanlarındaki davalara doğrudan bakar, idam cezası da verebilirdi. Bazı davaları da kadıya havale ederdi.
Donanmayla denize açılacağı zaman, İstanbul'dan hareket etmeden önce Tersane-i Amire'de sadrazama teftiş verir, sonra onunla birlikte Topkapı Sarayı'na giderek padişahın katına çıkardı. Bu sırada donanma da saray açıklarında demirleyerek top atışıyla selamlama görevini yerine getirirdi. İstanbul'da olmadığı zamanlarda kaptan-ı deryaya tersane emini vekalet ederdi. En kıdemli yardımcısı tersane kethüdası, donanmadaki yardımcıları da kapudane, patrone, ve riyale idi.
Kaptan-ı deryalık 1867'de kaldırılarak Bahriye Nezareti ve Kumanda Meclisi adında iki birim oluşturuldu. 1876'da ve 1878-80 arasında yeniden kurulduysa da, sonunda kaptan-ı deryanın asıl görevlerini bahriye nazırı üstlendi.
Ünlü kaptan-ı deryalar
- Barbaros (Hızır) Hayrettin Paşa (1533-1546)
- Piyale Paşa
- Cezayirli Hasan Paşa
- Küçük Hüseyin Paşa
- Karamürsel Alp Paşa
Namaz kılmanın duygu ve düşüncelere etkileri nelerdir?
Namaz kılmanın duygu ve düşüncelere etkileri nelerdir?,namazin davranislarimiza etkisi, namazin duygu uzerindeki etkileri, namazin duygu ve davranislari, namazin duygu ve dusunceleri, namazin etkileri
1- Namaz ibâdetlerin en kıymetlisidir. Namaz kılmak, Allahü teâlânın büyüklüğünü düşünerek O'nun karşısında kendi küçüklüğünü anlamaktır. Kulun acizliğini, Rabbine itiraf etmesidir. Bunu anlayan kimse hep iyilik yapar. Hiç kötülük yapmaz. Her gün beş kere, Rabbinin huzurunda olduğuna niyet eden kimsenin kalbi tertemiz olur. Kimseye zarar vermemeye çalışır. Herkese iyilik yapmaya koşar.
2- Namaz, ruhun gıdasıdır. Namaz kılarken yapılması emir edilen her hareketin hem bedene ve hem de ruha sağladığı faydalar çoktur. Kusursuz kılınan namaz, insanı çirkin işlerden korur. Faydalı işlere alışkanlık kazandırır. Fakirlerden, muhtaçlardan karşılık beklemeksizin, onlara yardım etmeye alıştırır. Yaptığının karşılığını yalnız Allah'tan bekler.
3- Namaz için alınan abdest,insanın beden bakımından temiz olmasını sağladığı için evinin, iş yerinin mahallesinin, köyünün ve şehrinin de temiz tutulma sıra sağlar.
4- Namaz, insanı disiplinli bir hayata alıştım Namazın kazandırdığı bu alışkanlık, insanın bütün işlerinde hâkim olmakta ve böylece verimin ve basarının artmasına sebep olmaktadır. Sabahın erken saatlerinde namaza kalkan müslüman işine erken başlar, gün boyunca Allah'ını hatırlayarak emirlerine uymayı çalışır Rabbine olan bu bağlılığı, onu zararlı işlerden korur. Günün sonunda yatsı namazını kılıp bir günlük hayat muhasebesini yapar. Böylece düzenli ve tedbirli bir hayatı olur.
5- Camilerde cemaatla kılınan namaz ise, müslümanların kalblerini birbirine bağlar. Aralarındaki sevgiyi arttırır. Her vakitte, birbirlerine kardeş oldukların hatırlatır. Büyükler, küçüklere karşı merhametli olur Küçüklerin de büyüklere saygılı davranması öğretilir Zenginler fakirlere ve kuvvetliler zayıflara yardımcı olur. Hastalar, camide görülemeyince, evlerinde aranıp ziyaret edilir.
2- Namaz, ruhun gıdasıdır. Namaz kılarken yapılması emir edilen her hareketin hem bedene ve hem de ruha sağladığı faydalar çoktur. Kusursuz kılınan namaz, insanı çirkin işlerden korur. Faydalı işlere alışkanlık kazandırır. Fakirlerden, muhtaçlardan karşılık beklemeksizin, onlara yardım etmeye alıştırır. Yaptığının karşılığını yalnız Allah'tan bekler.
3- Namaz için alınan abdest,insanın beden bakımından temiz olmasını sağladığı için evinin, iş yerinin mahallesinin, köyünün ve şehrinin de temiz tutulma sıra sağlar.
4- Namaz, insanı disiplinli bir hayata alıştım Namazın kazandırdığı bu alışkanlık, insanın bütün işlerinde hâkim olmakta ve böylece verimin ve basarının artmasına sebep olmaktadır. Sabahın erken saatlerinde namaza kalkan müslüman işine erken başlar, gün boyunca Allah'ını hatırlayarak emirlerine uymayı çalışır Rabbine olan bu bağlılığı, onu zararlı işlerden korur. Günün sonunda yatsı namazını kılıp bir günlük hayat muhasebesini yapar. Böylece düzenli ve tedbirli bir hayatı olur.
5- Camilerde cemaatla kılınan namaz ise, müslümanların kalblerini birbirine bağlar. Aralarındaki sevgiyi arttırır. Her vakitte, birbirlerine kardeş oldukların hatırlatır. Büyükler, küçüklere karşı merhametli olur Küçüklerin de büyüklere saygılı davranması öğretilir Zenginler fakirlere ve kuvvetliler zayıflara yardımcı olur. Hastalar, camide görülemeyince, evlerinde aranıp ziyaret edilir.
Polis kolejinin taban puanı nedir?
Polis kolejinin taban puanı nedir?,polis koleji puanlari, polis koleji taban puani, polis koleji taban puanlari, polis lisesi puanlari, polis olmak icin kac puan gerekir
POLİS KOLEJİ
Yapılan Yönetmelik değişikliği ile 2003-2004 Eğitim Öğretim yılından itibaren Polis Koleji’ ne ilk kez kız öğrenci alınacaktır.
Başvuru İşlemleri
Polis Koleji Aday Tespit Sınavı için başvurular; adayların okumakta oldukları Okul müdürlüklerine yapılacaktır.
Öğrenci kaynakları şunlardır
Öğrenim kilo, boy ve yaş ile ilgili koşullar şunlardır
Y A Ş En az Boy (Santimetre)
Yaş Yönünden Aranan Şartlar;Müracaat edilen yılın 01 Ocak tarihi itibariyle 16 yaşından, hazırlık sınıfı okuyanlar için 17 yaşından gün almamış olmak gereklidir. İlköğretim okulunun beşinci sınıfından sonra hangi sebeple olursa olsun yaş tashihi yapmış olanların, tashihten önceki yaşları geçerli sayılır. Bu sınıftan önce yapılan yaş tashihlerinde düzeltilmiş yaşa itibar edilir.
Şehit ve vazife malulleri çocukları için şu şartlar şuhlardır
Yapılan Yönetmelik değişikliği ile 2003-2004 Eğitim Öğretim yılından itibaren Polis Koleji’ ne ilk kez kız öğrenci alınacaktır.
Başvuru İşlemleri
Polis Koleji Aday Tespit Sınavı için başvurular; adayların okumakta oldukları Okul müdürlüklerine yapılacaktır.
Öğrenci kaynakları şunlardır
- Milli Eğitim Bakanlığına bağlı İlköğretim Okullarını bitiren öğrenciler ile Lise Hazırlık sınıfında okuyan öğrencilerdir.
- Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak,
- Taksirli suçlar hariç olmak üzere diğer suçlardan ağır hapis veya 6 ay ve daha fazla hapis, veyahut affa uğramış, paraya çevrilmiş, ertelenmiş, zaman aşımına uğramış olsalar bile Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla, zimmet ihtilâs, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolaylı iflâs gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyeti kırıcı suçtan veya istimal ve istihlâk kaçakçılığı hariç; kaçakçılık, resmî ihale ve alım satıma fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma, suç işlemek için teşekkül oluşturmak suçlarından dolayı hükümlü bulunmamak veya bu suçlardan dolayı haklarında devem etmetke olan bir adlî kovuşturmaya tâbi olmamak,
- İlköğretim okulunu üç veya daha yukarı diploma notu ile bitirmiş olmak,
- Sağlık yönetmeliğinde belirtilen sağlık şartlarını taşımak
- Polis Kolejine giriş sınavının yapıldığı yılın 01 Ocak tarihi itibarıyla 16 yaşından, hazırlık sınıfı okuyan adaylar için 17 yaşından gün almamış olmak,
- Öğrenime ara vermemiş olmak,
- Herhangi bir okuldan, ahlâkî veya disiplin sebebi ile çıkarılmamış olmak,
- Hazırlık sınıfı hariç, lise ve dengi okullara devam etmemiş olmak,
- Kamu haklarından mahrum bulunmamak.
Öğrenim kilo, boy ve yaş ile ilgili koşullar şunlardır
Y A Ş En az Boy (Santimetre)
- 12 yaşından gün almamış olanlar 134 cm. (dahil)
- 13 yaşından gün almamış olanlar 139 cm. “
- 14 yaşından gün almamış olanlar 144 cm. “
- 15 yaşından gün almamış olanlar 151 cm. “
- 16 yaşından gün almamış olanlar 156 cm. “
- 17 yaşından gün almamış olanlar 160 cm. “
Yaş Yönünden Aranan Şartlar;Müracaat edilen yılın 01 Ocak tarihi itibariyle 16 yaşından, hazırlık sınıfı okuyanlar için 17 yaşından gün almamış olmak gereklidir. İlköğretim okulunun beşinci sınıfından sonra hangi sebeple olursa olsun yaş tashihi yapmış olanların, tashihten önceki yaşları geçerli sayılır. Bu sınıftan önce yapılan yaş tashihlerinde düzeltilmiş yaşa itibar edilir.
Şehit ve vazife malulleri çocukları için şu şartlar şuhlardır
- Emniyet Teşkilatında görevli iken şehit veya vazife malulü olanların Polis Kolejine girmeye istekli çocukları, giriş koşullarını taşımaları ve giriş sınavlarında tam puanın en az %50' sini almaları kaydıyla bu konuda ayrılan kontenjandan başarı sırasına göre istifade ettirilirler. Bu kontenjan o yıl için koleje alınan asil adayların sayısının %10' unu geçemez.
- Milli Eğitim Bakanlığına Bağlı İlköğretim Okullarını veya muadili ortaokulları (3) üç ve daha yukarı diploma notu ile bitirmiş olmak,
- Yurtdışında öğrenim görenlerden, bu yönetmelik hükümlerine göre sınava girecek adayların öğrenim derecelerinin denkliği Milli Eğitim Bakanlığı Denklik Bürolarınca yapılmış olmak,
- Tahsile ara vermemiş olmak,
- Hazırlık sınıfı hariç, lise ve dengi okullara devam etmemiş olmak.
- Kolej giriş sınavına başvurular, her yıl Polis Koleji Müdürlüğü tarafından tespit ve ilan edilen tarihler arasında halen okumakta oldukları Okulu Müdürlükleri’ne şahsen yaparlar.
'Sanatsız kalan toplumun hayat damarlarından biri kopmuştur' sözünün açıklaması
'Sanatsız kalan toplumun hayat damarlarından biri kopmuştur' sözünün açıklaması,ataturk sanatsiz kalmis, sanatsiz bir yasam nasil olur, sanatsiz kalan bir milletin, sanatsiz toplum nasil olur, yasam damarlarindan
Bir insan topluluğunu millet yapan en önemli nitelik, bireyler arasındaki dil, din, tarih, amaç ve kültür bırliğidir. İnsanlar bunları paylaştıkları ölçüde kendilerini içinde yaşadıkları toplumun bir parçası olarak görürler. İnsanları birbirlerine hem gönülden, hem zihinden bağlarlar. İşte ait olma duygusu dediğimiz şey böyle oluşur. Ortak kültür sayesinde bu duygu gelişir, güçlenir. Ortak kültür, bir milletin örf ve adetleri, destanları, sözlü ve yazılı edebiyatı ile sanatçının toplamı olarak ortaya çıkar. Kanımca Atatürk'ün söylediği cümle içindeki "sanat" sözcüğü, genel anlamda kullanılmıştır. Yani büyük olasılıkla kültür kavramı kastedilmektedir. Ama yine de, özellikle sanat boyutunu ele alacak olursak bir ulusun varlığını sürdürmek için ihtiyaç duyduğu en önemli besinin sanat olduğunu söyleyebiliriz.
Sanat, insanları yaratıcılığa ve üretkenliğe teşvik eder. Ortaya çıkan sanat yapıtları bir yandan o ulusun yaratıcılığını temsil ederken; bir yandan da ulusal gurur vesilesi olurlar. Ayrıca sanat, toplumsal olayları yorumlamak için farklı bir bakış açısı sunmaktadır. Bu açı çok daha toleranslı ve özgürlükçüdür. Sanat katı kurallar tanımadığı için değişime ve gelişime hep açık olmuştur. Dolayısıyla milletlerin tarih içinde geçirdikleri evrim, büyük ölçüde sanat sayesinde olmuştur. 16. yy'da yaşanan Rönesansın etkilerinin günümüze kadar uzandığını söylemeye gerek var mı?
İşte büyük Atatürk'ün sözlerinden çıkan anlam budur. Milletler sanatla, kültürle, edebiyatla beslenemezlerse yaşayamazlar. Kuruyup yok olurlar. Yani, çağlara ayak uydurmanın ve kendini geliştirmenin yolu önce sanattan geçer. Birlikte üretip, birlik içinde paylaşılan bir kültür o toplumun yaşam garantisidir.
Bu harç olmazsa gerçekten o milletin hayat damarlarından biri, belki de en önemlisi kopmuş demektir.
Sinan Aksoy
Bir insan topluluğunu millet yapan en önemli nitelik, bireyler arasındaki dil, din, tarih, amaç ve kültür bırliğidir. İnsanlar bunları paylaştıkları ölçüde kendilerini içinde yaşadıkları toplumun bir parçası olarak görürler. İnsanları birbirlerine hem gönülden, hem zihinden bağlarlar. İşte ait olma duygusu dediğimiz şey böyle oluşur. Ortak kültür sayesinde bu duygu gelişir, güçlenir. Ortak kültür, bir milletin örf ve adetleri, destanları, sözlü ve yazılı edebiyatı ile sanatçının toplamı olarak ortaya çıkar. Kanımca Atatürk'ün söylediği cümle içindeki "sanat" sözcüğü, genel anlamda kullanılmıştır. Yani büyük olasılıkla kültür kavramı kastedilmektedir. Ama yine de, özellikle sanat boyutunu ele alacak olursak bir ulusun varlığını sürdürmek için ihtiyaç duyduğu en önemli besinin sanat olduğunu söyleyebiliriz.
Sanat, insanları yaratıcılığa ve üretkenliğe teşvik eder. Ortaya çıkan sanat yapıtları bir yandan o ulusun yaratıcılığını temsil ederken; bir yandan da ulusal gurur vesilesi olurlar. Ayrıca sanat, toplumsal olayları yorumlamak için farklı bir bakış açısı sunmaktadır. Bu açı çok daha toleranslı ve özgürlükçüdür. Sanat katı kurallar tanımadığı için değişime ve gelişime hep açık olmuştur. Dolayısıyla milletlerin tarih içinde geçirdikleri evrim, büyük ölçüde sanat sayesinde olmuştur. 16. yy'da yaşanan Rönesansın etkilerinin günümüze kadar uzandığını söylemeye gerek var mı?
İşte büyük Atatürk'ün sözlerinden çıkan anlam budur. Milletler sanatla, kültürle, edebiyatla beslenemezlerse yaşayamazlar. Kuruyup yok olurlar. Yani, çağlara ayak uydurmanın ve kendini geliştirmenin yolu önce sanattan geçer. Birlikte üretip, birlik içinde paylaşılan bir kültür o toplumun yaşam garantisidir.
Bu harç olmazsa gerçekten o milletin hayat damarlarından biri, belki de en önemlisi kopmuş demektir.
Sinan Aksoy
9 Ocak 2011 Pazar
"Gezdikçe öğreniriz" temalı araştırma nasıl yapılır?
"Gezdikçe öğreniriz" temalı araştırma nasıl yapılır?,gezdikce, gezdikce ogreniriz, gezdikce ogreniriz cevap, icler dislar carpimi nasil yapilir, matematik gezdikce ogreniriz
Bende kardeşime yardımcı olmuştum sanada olubilirim.Boşluları sırayla söyleyim sen yaz
Antakya:45
Adana:1/10
Amasya:360
Çorum:1/20
Samsun:180
Trabzon:324
Rize:1/25
Artvin:162
Sarp Sınır Kapısı:99
Antakya:45
Adana:1/10
Amasya:360
Çorum:1/20
Samsun:180
Trabzon:324
Rize:1/25
Artvin:162
Sarp Sınır Kapısı:99
Size Kıramayacagıma Göre Yollıcam Tabikiede ;
1-513-(180+288)=45
2-1800:180=10=1/10
3-1800:5=360
4-1800:90=20=1/20
5-1800:10=180km
6-(1800:50)*9=324
7-1800:72=25=1/25
8-(1800:100)*9=162
9-(1800:200)*11=99
1-513-(180+288)=45
2-1800:180=10=1/10
3-1800:5=360
4-1800:90=20=1/20
5-1800:10=180km
6-(1800:50)*9=324
7-1800:72=25=1/25
8-(1800:100)*9=162
9-(1800:200)*11=99
8 Ocak 2011 Cumartesi
Motorlu Taşıtlar Vergisi Hesaplama
Motorlu Taşıtlar Vergisi Hesaplama
| |||||||||||||||||||||||||||
Bu Konuyla İlgili Etiketler: 2010 tasit vergisi, 2010 tasit vergisi hesaplama, 2010 tasit vergisi ogren, 2010 vergi hesaplama, araba borc sorgulama, araba sorgulama, araba vergi hesaplama, araba vergi ogrenme, araba vergisi ogren, arac sorgulama, motorlu tasit vergisi hesapla, motorlu tasit vergisi ogren, mtv heaspla, mtv ogren, mtv vergisi, mtv vergisi hesapla, otomobil vergisi hesaplama, otomobil vergisi ogren, tasit sorgulama, tasit vergisi hesapla, tasit vergisi ode, tasit vergisi odeme, tasit vergisi ogren, vergisi ne kadar,Motorlu Taşıtlar Vergisi Hesaplama,mtv hesaplama,mtv öğren,taşıt vergisi hesapla,Motorlu Taşıtlar Vergisi Sorgulama,mtv sorgulama
6 Ocak 2011 Perşembe
Muhteşem yüzyıl filmini boykot
MEHMET EMİN KARAMEHMET FİRMALARINA ve SHOW TV’YE
Muhteşem Boykot’a Davet!
Reyting uğruna rezalet dizilerle Türk toplumunun aile ve ahlaki yapısını bozabilmek için elinden geleni ardına koymayan kimi talihsiz ve tarihsiz bir kesim, bugüne kadar altına imza attıkları kepazelikler yetmezmiş gibi, şimdi de Cihan Padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın adını kirletip şanlı tarihimizi karalamaya koyulmuşlardır.
Batı’nın, seferleri, zaferleri, kurduğu nizam ve adaleti karşısında duyduğu hayranlığı ifade etmek için Muhteşem adını vererek karşısında diz çöktüğü koskoca Cihan Padişahını kadın düşkünü, Enderun Mektebi’ni gay kulübü, valide sultanların yetiştirildiği eğitim yuvası olan Harem’i genelev gibi yansıtanlar, “Muhteşem Yüzyıl” adı altında sergiledikleri rezaletlerle; kendi bilinçaltlarındaki cinsel fantazileri, bataklığında yaşadıkları sefih hayatı ve tarihimizle ilgili hezeyanlarını yansıtıyor olsalar gerek!
Şanlı tarihimize hakaret edilen, Muhteşem Yüzyıl adlı dizi film 5 Ocak 2011′de SHOW TV’de yayına giriyor. Haftalardır tantanası yapılan, fragmanlarından da sapkın cinsellik temasından başka bir yönü öne çıkmayan, Osmanlı Türk tarihini çarpık ve sapık bir ahlak serüvenine indirgeyen bu filmin adı “Muhteşem Rezalet” olsaydı, filmde emeği geçen senarist, yapımcı ve sanatçı müsveddeleri ile Show Tv ve Sahibi Mehmet Emin Karamehmet’e çok daha iyi yakışırdı!
Unutmayalım, Türk – Osmanlı mirasına saygısızlık amacıyla hazırlanan filmin konusu olan kişi, Kanuni Sultan Süleyman Han, 46 yıllık hükümdarlığında 13 kez sefer düzenleyen, hayatı savaş meydanlarında geçen, tüm dünyaya hukuk öğreten, 20 dakikada meydan muharebesi kazanan, 71 yaşına rağmen öleceğini anladığı halde çıktığı seferde Zigetvar Savaş Meydanında hayatını kaybeden Cihan Padişahı olan ecdadımızdır.
Filmde yapılan, bugünün dünyasındaki sapkınlıkların tarihi bir arka planla ekranlara yansıtılmasından başka bir şey değildir. Sözde Kanuni’nin hayatını anlatma iddiasıyla ortaya çıkan bu filmde apaçık Türk Milletinin Milli ve Manevi değerlerine hakaret edilmektedir.
Biz Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Çerkeziyle, Arabıyla, sağcısıyla, solcusuyla, ecdadımızın kemiklerini sızlatacak bu filmin yayınlanmasına, bizi biz yapan değerlerimizin aşağılanmasına izin vermeyeceğiz! Buna izin verirsek, bugün ecdadımızı bize bu şekilde tanıtanlar, yarın da bizleri evlatlarımıza gay ve lezbiyen güruhu ve cinsel fantezi kurbanları olarak tanıtmaya devam edeceklerdir.
Tüm Türkiye halkını, SHOW TV’de sergilenen bu Muhteşem Rezalete, bir “MUHTEŞEM BOYKOT”la milli büyüklüğümüze yaraşır şekilde cevap vermeye davet ediyoruz.
Boykot kapsamında MİLLET OLARAK:
1. Başta MEHMET EMİN KARAMEHMET olmak üzere, SHOW TV yöneticileri, filmin Senaristi, Yönetmeni ve Oyuncuları HER GÖRDÜĞÜMÜZ YERDE PROTESTO EDİYORUZ!.. YUHALIYORUZ….
2. Kanal Listesinden SHOW TV‘yi SİLİYORUZ ve DİZİ YAYINDAN KALDIRILANA KADAR İZLEMİYORUZ!…
3. SKY TÜRK TV ile ALEM FM’i kanallarımız arasından SİLİYORUZ!….
4. Karamehmet’in sahibi olduğu TURKCELL’den GSM aboneliğimizi İPTAL EDİYORUZ!…
5. KVK markalı ürünleri satın almıyoruz!…
6. SUPERONLİNE İNTERNET ABONELİĞİMİZİ İPTAL ETTİRİYORUZ.
7. Karamehmet’in sahibi olduğu AKŞAM ve GÜNEŞ Gazetelerini kesinlikle SATIN ALMIYORUZ!…
8. Karamehmet’in sahibi olduğu DİGİTÜRK ve LİG TV aboneliğini İPTAL EDİYORUZ!…
9. Diziye bilahare SPONSOR olacak diğer tüm firmaları Boykot Ediyoruz, ürünleriniSATIN ALMIYORUZ!…
VE,
MÜSLÜMAN TÜRK MİLLETİNİ, GÖZÜMÜZÜN İÇİNE BAKA BAKA ECDADIYLA BERABER AŞAĞILAMAYA ÇALIŞANLARA HAK ETTİKLERİ DERSİ MUHTEŞEM BOYKOT’UMUZLA VERİYORUZ.
5 Ocak 2011 Çarşamba
Çaka Beyliği ne zaman kurulmuştur?
Çaka Beyliği ne zaman kurulmuştur?
Çaka Bey Devleti, 1081 yılında ebenizde'de kurulmuştur. Kurucusu Çaka Bey'dir. 1093 yılında bizanslılar tarafından yıkıldı. Böylece Batı Anadolu'daki ilk Türk egemenliği sona ermiş oldu. Çaka Beyliği, İzmir'de kurulduğu için birçok deniz faaliyeti gerçekleştirmiş, deniz savaşlarında önemli rol oynamıştır. Ayrıca ilk Türk denizci devlettir. Çaka Bey'in Çanakkale bölgesini ele geçirmesinden sonra, kendi egemenliği adına endişelenen damadı Birinci Kılıçarslan, Kendi Ülkesine Saldıracak Diye Korkarak Çaka Bey'i öldürtmüş ve bu beyliğe son vermiştir.
Çaka Bey Devleti, Batı Anadolu'da İslam'la tanıştıktan sonra gelişen Türk hükümdarlıkları devrinde bulunması açısından önemlidir. Çünkü, Avrupa'nın doğusunda ve bu bölgelerde daha önceleri, Roma Devleti ve ayrılmadan sonra Doğu Roma Devleti (Bizans) sınırları içinde yaşayan Müslüman olmayan Türk boyları mevcuttu. Çaka Bey Devleti gibi devlet yapılanmalarının önemi, sonraki devir Türk akınlarıyla gelişen Türk nüfusuyla devlet halini alabilmeleriydi.
Çaka Bey Devleti, Batı Anadolu'da İslam'la tanıştıktan sonra gelişen Türk hükümdarlıkları devrinde bulunması açısından önemlidir. Çünkü, Avrupa'nın doğusunda ve bu bölgelerde daha önceleri, Roma Devleti ve ayrılmadan sonra Doğu Roma Devleti (Bizans) sınırları içinde yaşayan Müslüman olmayan Türk boyları mevcuttu. Çaka Bey Devleti gibi devlet yapılanmalarının önemi, sonraki devir Türk akınlarıyla gelişen Türk nüfusuyla devlet halini alabilmeleriydi.
Türkiye'de akarsular üzerinde kurulan barajlar hangileridir?
Türkiye'de akarsular üzerinde kurulan barajlar hangileridir?,akarsu uzerindeki barajlarimiz, akarsular uzerindeki barajlar, buyuk menderes uzerindeki barajlar, dicle uzerindeki barajlar, turkiyedeki akarsular
Ülkemizdeki akarsular üzerinde kurulmuş barajlar:
- Fırat Üzerinde Keban, Karakaya, Özlüce, Atatürk (Türkiye'nin en büyük barajı)
- Dicle üzerinde Kralkızı, Hancağız, Ilısu, Batman, Dicle, Devegeçidi
- Aras üzerinde Arpaçay
- Seyhan üzerinde Seyhan ve Çatalan
- Ceyhan üzerinde Sır, Aslantaş, Menzelet, Kartalkaya
- Manavgat üzerinde Oymapınar,
- Tarsus çayı üzerinde Berdan, Kadıncık 1 ve 2
- Gediz üzerinde Demirköprü ,
- Büyük Menderes üzerinde Kemer ve Adıgüzel,
- Sakarya üzerinde Porsuk, Bayındır, Sarıyar (Hasan Polatkan) Gökçekaya, Kurtboğazı,
- Kızılırmak üzerinde Hirfanlı, Derbent, Kesikköprü, Altınkaya, Kapulukaya, Çubuk 1 ve 2
- Yeşilırmak üzerinde Almus, Hasan Uğurlu, Suat Uğurlu ve Kılıçkaya barajları yapılmıştır.
- Simav Çayı üzerinde Çaygören barajı,
4 Ocak 2011 Salı
Ebru sanatı nasıl yapılır?
Ebru sanatı nedir ve nasıl yapılır?,ebru boyasi nasil hazirlanir, ebru sanati nasil yapilir, ebru sanati nedir, ebruli nasil yapilir, ebruli sanati nasil yapilir
Ebru sanatı diğer tüm geleneksel el sanatları gibi sabır, sevgi ve devamlılık isteyen bir sanattır. Bu sanatla uğraşmaya karar verdiğinizde öncelikle sevginizi, ilginizi ve sabrınızı ölçmeniz gerekmektedir. Ebru sanatı senelerce dergâhlarda tasavvuf ehlince itibar görmüş manevi bir eğitim aracı olarak kullanılmıştır. Dolayısıyla yalnızca el becerisine değil tefekkür ve murakabeye de dayanan bir sanattır.Ebru, yoğunluğu kullanılan muhtelif maddelerle arttırılmış bir sıvı üzerine topraktan elde edilmiş boyaların fırçalarla serpilmesi ile elde edilen desenin kâğıda aktarılması şeklinde gerçekleştirilen bir kitap ve kâğıt bezeme sanatıdır. Ebru tarih boyunca cilt ve hat sanatını destekleyici bir sanat olarak kullanılmıştır. Klasik cilt sanatında kitabın cildini kapağa bağlayan yan kağıt olarak, hat sanatında ise levhalarının kenar pervazlarında ve üzerinde hattın görünebileceği açık renklerde hazırlanmış hafif ebrulu kağıtlar aharlanarak kullanılmaktadır.
Necmeddin Okyay’ın bu sanata kazandırdığı çiçek desenli ebrularla birlikte ebrulu kâğıtlar yalnız başına çerçevelenerek duvarlarımızı süslemiş hat ve cilt sanatlarından bağımsız olarak da kabul görmeye başlamıştır.
Ebru yüzyıllar içinde gelişmiş belirli kuralları olan bir sanattır. Sanatçı ebru yaparken usulüne uygun çalışmalı, hava koşullarını doğru saptamaktan, boyaların ve kullanılacak suyun kıvamına kadar tekniğini sabırla geliştirmelidir ancak sonuçta ebrunun kendi kaderini belirlediği anı da saygıyla karşılamalıdır. İşte bu noktada ebru sanatının tasavvufi kimliği ortaya çıkıyor. Renklerin ve suyun kıvamının müdahale edilemez biçimde ortaya çıkardığı görsel manzaraya teslimiyet boyutu. Bunu tam anlamıyla cüz’i iradenin küllî iradeye teslimiyeti şeklinde açıklayabiliriz. Ayrıca ebru, yalnızca bir kâğıt üzerine geçirilebildiğinden, her ebru tekrar edilemez, tek ve eşsiz bir sanat eseri olma özelliğindedir.
Ebrunun Buhara’da doğup ipek yolu ile İran üzerinden Anadolu topraklarına geldiği bilinmektedir. İran kaynaklarında ise bu sanatın Hindistan’da doğup İran üzerinden Osmanlıya geçtiği ileri sürülmektedir. İslam sanatlarını genellikle İran’a mal etmeye çalışan batıda bile ebrunun isminin “Türk Kağıdı” ya da “Türk mermer kağıdı” şeklinde anılması ve ebru çeşitlerinin tüm dünyada Türkçe isimlerle telaffuz edilmesi bu sanatın Türk asıllı olduğunun önemli bir göstergesidir.
Tıpkı bu sanatın ilk olarak başladığı yer gibi Ebru isminin nereden geldiğiyle ilgili de çeşitli görüşler vardır. Ebru kağıdı üzerinde buluta benzeyen renk kümeleri meydana geldiği için Farsça bulut, bulutumsu manalarına gelen ebrî kelimesinden türediği bu görüşlerden sadece bir tanesidir. Yine Farsça su yüzü manasına gelen âb-rû dan geldiğini kabul edenler de vardır. Çağatayca hare gibi dalgalı ve damarlı, cüz ve defter kabı yapmak için kullanılan renkli kağıt manalarına gelen ebre kelimesinden geldiği görüşü de mevcuttur. Fakat el yazması olsun matbu olsun eski kaynak eserlerde genellikle ebrî kelimesinin kullanılması bulutumsu manasına ağırlık kazandırmaktadır.
Ebrunun ilk olarak hangi tarihten itibaren yapıldığını tam olarak söylemek mümkün değildir. Çeşitli cilt ve hat eserlerinde ebrûlar kullanılmış olmasına rağmen ebrû üzerinde herhangi bir tarih bulunmadığı için bu kitap ve hat levhaları ebrudan daha sonraki bir tarihte yapılmış olabileceğinden veya sonradan tamir görmüş ve değiştirilmiş olabileceğinden kullanılan ebrunun yapım tarihi konusunda kaynak kabul edilemezler. Bir ebrunun yapım tarihini kesin olarak söyleyebilmek için günümüzde yapıldığı gibi üzerine tarih atılarak yazı yazılmış olması gerekmektedir.
Bilinen en eski ebru şu an Topkapı sarayında bulunan Ârifi’nin 1539 tarihli “Guy-ı Çevgan” adlı eserinin sayfa kenarlarında görülmektedir. Bu eserin her yaprağının kenarları ebrulu olup tarihlendirme adına güvenilebilecek bir kaynak sayılabilir. Bu şekilde tarihlenebilen ebrular arasında Heratlı Mir Ali’nin İstanbul Üniversitesi Kütüphanesinde bulunan 1539 tarihli iki kıtasının bulunduğu ebrular, Uğur Derman koleksiyonunda bulunan 1554 yılına ait Hattat Malik-i Deylemi’nin talik yazısının altındaki hafif ebrulu kağıtve Fuzulî’nin Mutluluklar Bahçesi manasına gelen “Hadîkat-üs Süedâ” isimli eserinin bir kopyasında kullanılmış olan ebrular bulunmaktadır. Bu eski eserlerin yazıldığı tarih bilinse bile beraberinde kullanılan ebrulu kağıdın tarihi daha önce yapılmış olabilmesi sebebiyle tam olarak bilinemez.
Ebru ve ebruculukla ilgili en eski belge olan Tertib-i Risale-i Ebrî isimli 1608 tarihli elyazması eserde kendisinden Şebek lakabıyla bahsedilen Mehmet Efendi, adı bilinen en eski ebru sanatçısıdır. Bir ebrunun nasıl yapıldığı hususundaki bilgileri ihtiva eden bu eserdeki hemen hemen bütün teknikler bugün aynı şekilde hala kullanılmaktadır. Bu tarihte böylesine bir tekamül göstermiş olan bir sanatın birkaç yüzyıl öncesine kadar uzanması kuvvetle muhtemeldir.
Ebru sanatının tarihi boyunca hat sanatında olduğu gibi eser üzerine imza atma geleneği yakın zamana kadar olmadığından tarihi seyri boyunca ebru sanatçılarımızı isim isim belirlemek şansımız bulunmamaktadır. Bu nedenle sadece elimize ebruları ulaşan ve ebruya aşama kaydettirenler hakkında bilgiye sahibiz.
Şebek Mehmet Efendi’den sonra bilinen en eski ebru sanatçısı Ayasofya Camii İmam-Hatibi olması sebebiyle “hatip” ismiyle anılan Mehmet Efendi’dir. İç içe damlatılan renklerle oluşturulan halkalara iğne ile şekil vermek suretiyle yapılan ebruların mucidi olması sebebiyle bu şekilde yapılan ebrulara “hatip ebrusu” adı verilmiştir. Öncesinde yapılan ebrulardan farklı bir teknikle yapılan bu ebru çeşidi bazı araştırmacılar tarafından çiçekli ebrunun başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Hatip Mehmet Efendi evinde çıkan yangında eserlerini kurtarmak isterken yanarak vefat etmiştir.
Ebru, 19. yyda bu sanatı Buhara’da öğrenen Üsküdar Özbekler Tekkesi şeyhi Sadık Efendi ve babalarından bu sanatı öğrenen Ethem ve Nazif Efendi’lerle hayat bulmuş, Hattat Sami ve Aziz Efendi’lerle 20. yy’a taşınmıştır. 20. yy’da ise ebruyu günümüze taşıyan ve türk ebru sanatında en önemli gelişmenin kaydedilmesini sağlayan isim Necmeddin Okyay’dır. Ebruyu üstadı Ethem efendiden öğrenen Necmeddin Okyay kendisinden önce ilkel biçimde yapılan ve bugün tüm dünyanın gıpta ile seyrettikleri çiçekli ebruları icad ederek ebruculuk tarihimizde yeni bir tarz başlatmıştır. Bu sebeple çiçekli ebrulara “Necmeddin ebrusu” da denilmiştir. Kalıpla ve arap zamkıyla hazırladığı yazılı ebrularda ebru tarihinde bir ilktir. Ebru sanatı dışında mürekkebcilik, aharcılık, okçuluk, gülcülük, mücellitlik, hattatlık gibi pek çok sanata hakim olduğundan dolayı bin ilim sahibi anlamına gelen “hezarfen” lakabıyla anılmıştır.
Necmeddin Okyay oğulları Sami ve Sacid Okyay ve yeğeni Mustafa Düzgünman’a ebru sanatını öğretmiş, Mustafa Düzgünman da dayısından öğrendiği ebru sanatını 1941 yılından 1990 yılındaki vefatına kadar gerçek manasıyla devam ettirip öğrenciler yetiştirerek bu sanata önemli hizmetler vermiştir. Hocası Necmeddin Okyay’ın ebru sanatına kazandırdığı çiçekli ebru çeşitlerine papatyayı eklemiş ve ayrıca diğer çiçek şekillerini de ıslah etmiştir.
Yüzyıllar boyunca ebrunun birçok çeşidi yapılmıştır. En önemli ebru çeşidi olan ve kumlu ebru dışında tüm ebruların yapımında ilk işlem olarak uygulanan ebru battal ebrusudur. Boyaların fırça yardımıyla kitre üzerine serpilmesiyle oluşturulan ve üzerinde herhangi bir müdahalenin yapılmadığı ebru çeşididir. Yapılan işlem bakımından en basit ebru gibi görünmesine karşın aslında yapımı en zor olan ebru battal ebrusudur. Üst üste atılan boyaların ince ayarlarının yapılarak birbirleri üzerinde açılıp akmadan kağıda aktarılmasını sağlamak ustalık gerektiren bir iştir ve uzun soluklu bir çalışma gerektirir.
Battal ebrusunun en son atılan rengi neftli bir boyadan seçilerek yapılırsa neftli battal ismini alır. Yine battal ebrusunun üzerine fırçadaki boyanın fazlası sıkılarak mercimek büyüklüğünde boyalar serpilmesiyle elde edilen ebruya da serpmeli battal ebrusu diyoruz.
Battal ebrusu üzerinde biz adını verdiğimiz iğnenin çeşitli yönlerde keskin hareketlerle yürütülmesiyle yapılan ebruya gelgit ebrusu adı verilir. Gelgit ebrusu üzerine yine bir biz yardımıyla düzensiz hareketler yapılarak ortaya çıkan desen şal ebrusu adını alıyor. Gelgit ebrusu üzerine çeşitli kalınlıktaki taraklardan birinin gelgitin ters yönünde çekilmesiyle taraklı ebruyu elde ediyoruz. Taraklı ebru üzerine de gelgitte olduğu gibi şal hareketi yaparak taraklı şal ebrusu yapılıyor.
Daha önce de bahsettiğimiz gibi genellikle tüm ebruların başlangıcında battal ebrusu yapılıyor. Küçük damlalar halinde serpilmiş boyalarla yapılan battal ebrusu üzerine kenardan merkeze doğru helezon tarzında şekiller çizilerek yapılan ebrunun adı bülbülyuvasıdır.
Teknedeki kitreli suyun ebru yapıldıkça kirlenmesi ve sonunda kum gibi noktalar oluşturacak kıvama gelmesiyle kumlu ebru elde ediliyor. Kumlu ebru yapmak için boya hep aynı noktaya damlatılır ve orada kendi kendine yayılmaya başlar. Üst üste damlatılan boyalar sıkışıp yoğunlaştıkça çatlamaya ve üzerinde kumlu kılçığa benzer şekiller ortaya çıkmaya başlar. Kumlu ebru çok kıymet verilen ve aranan bir ebru çeşididir.
Tek bir boyanın farklı tonlarında hazırladığımız üç boya ile yapılan battal ebrusu, üzerine yapılacak hatip veya çiçekli ebrulara zemin teşkil edeceğinden zemin ebrusu diye anılır. Zemin ebruları, üzerinde yapılacak hatip veya çiçekli ebruların daha fazla ortaya çıkabilmesi için genellikle açık renkli boyalar kullanılarak yapılmaktadır.
Daha öncede bahsettiğimiz Ayasofya Camii hatibi Mehmet Efendi’nin ismiyle anılan hatip ebrusunu yapmak için zemin ebrusunun üzerine eşit aralıklarla ayarları yapılmış boyaları damlatarak iç içe halkalar elde ederiz. Bu halkaların üzerine istediğimiz sayıda renk ekleyerek bir iğne yardımıyla şekil vererek yürek, taraklı yürek, çark-ı felek, yonca gibi çeşitli hatip desenleriyapılmaktadır.
Genellikle hat levhalarının koltuk diye tabir edilen boşluklarında kullanılmak üzere küçük çiçeklerin yan yana sıralanması şeklinde yapılan ebrulara da koltuk ebrusu adı verilmektedir. Yine altta tek rengin tonlarıyla hazırlanmış zemin ebrusu üzerine yapılan lale, karanfil, menekşe, sümbül, gül, gelincik ve papatya gibi çiçeklerin tümüne çiçekli ebru adı verilmektedir.
Ebrû Sanatında Kullanılan Malzemeler
KİTRE
Üzerine boya serpilecek suya yoğunluk vermek üzere kullanılır. Beyaz ve topraksız olanı bilhassa aktarlarda "fiyor kitre" diye satılanı tercih edilir. Türkiye'nin her bölgesinde yabani olarak yetişebilen geven otunun havayla temas ettiğinde kemikleşen salgısıdır. Her bölgenin kitresi suya farklı bir kıvam verdiği için ne kadar suya ne kadar kitre konulacağı hakkında kesin rakamlar verilemez. Bu ölçü yani kitrenin kıvamı suya damlatılan boyanın bir bizle yürütülerek kitre üzerinde bıraktığı izle bulunur. Doğru ayarda, kitre içinde çekilen çubuk dışarı alınınca boyanın kitre üzerinde bıraktığı iz olduğu yerde kalmalı, ne çekiş istikametinde ileri ne de lastik gibi geri gitmemelidir. İlk denemede ortalama 7 litre suya 45 - 50 gr kitre konularak birkaç gece şişmesi beklenir. Zaman zaman karıştırılarak kitrenin erimesi hızlandırılır. 3-4 gün sonra sık dokulu tülbent benzeri bir bezden süzülerek içindeki erimemiş kitre parçacıkları, çöp ve diğer yabancı maddelerden arındırılır ve tekneye boşaltılır. Kıvamı yukarıda açıklandığı gibi kontrol edilir ve doğru kıvama gelene kadar su bardağı ile su ilave edilip iyice karıştırılır. İlâve edilen su miktarı ölçüsünce bir sonraki tekne için ıslatılan kitre miktarı azaltılır ya da su miktarı artırılır.
Tarih boyunca kitre yerine yine aktarlardan sağlanabilen salep, ithal salep, metil-selüloz, ayva çekirdeği, boytohumu, deniz kadayıfı gibi kıvam artırıcı malzemeler kullanılmıştır. Bunların hepsinin kıvam ayarları aynı şekilde yapılır ancak aynı kıvam ayarı için oluşturdukları yüzey gerilimleri farklı farklı olduğundan her biri için boyalara ilâve edilecek öd miktarları farklıdır.
Günümüzde hazırlanması, kullanılması ve muhafazası açısından en güzel netice veren malzeme deniz kadayıfıdır. Ebru yapımında kullanılan deniz kadayıfı İrlanda denizlerinden elde edilen kalitesi yüksek bir tür deniz yosunudur. 40 gr deniz kadayıfını 7 litre suya bir çırpıcı yardımıyla yavaş yavaş ilave edilir. Kadayıfın erimesini için yaklaşık 8 saat dinlendirilip eğer erimeyen parçalar varsa tülbentten süzülerek tekneye boşaltılır. Tıpkı kitredeki gibi suyun yoğunluk ayarı kontrol edilir. İlk hazırlandığında erime devam ettiğinden suyun katılaşma süreci yaşanır ve sık sık su ilave etmek gerekir, bir müddet kullanıldıktan sonra erime biter ve su aynı yoğunlukta kalır. Son dönemde ise sulanma devresine girer.
BOYALAR
Ebru yapımında suda erimeyen, asit ve kazein içermeyen ve ışıktan etkilenmeyen tamamen tabii boyar maddeler ve kimyasal ailesi metal oksitler olan toprak boyalar kullanılır. Türk ebrusunda yalnız tabii boyaların kullanılıyor olmasının en büyük sebebi, öncelikle ebrunun tarihi serüveni içerisinde ebrucuların boyalarını tabiattan elde etmekten başka yollarının olmaması ve son ebrucuların da ustalarını taklîd etmek ve ebru kâğıdını kalıcı kılmak endişesiyle aynı boyalarla ebru yapmaya devam etmeleridir. Çünkü hazır boyaların içerisine üretim sırasında çeşitli asitler ve kazein katılmakta, bu yabancı maddeler de, tecrübe edilerek görülmüştür ki, zamanla ebrulu kâğıda ve onun kullanıldığı kitap ya da levhaya zarar vermektedir.
Boyalar yaklaşık 50x50 cm boyutlarında düz bir mermer veya cam üzerinde dest-i seng (el taşı) adı verilen mermerden yapılmış bir malzemeyle ezilmek suretiyle kullanılır. Yaklaşık bir avuç dolusu boya, mermer veya camın ortasına yerleştirilir ve onun da ortası çukurlaştırılarak buraya bir miktar su konur ve yavaş yavaş karıştırmak suretiyle boya çamur hale getirilir. Destiseng, çamur haldeki boyanın üzerinde 8 çizer gibi dolaştırılarak boya ezilir. Dağılan boyalar zaman zaman bir spatula yardımıyla tekrar ortaya toplanır. Ezme işlemi süresi boyanın cinsine göre değişmektedir. Dolayısıyla şu kadar dakika veya şu kadar saat ezilmeli demek mümkün değildir. Ezme işlemini gerçekleştiren kişi boyanın her zerresini ezdiğine emin olmalıdır. Ayrıca partiküllerin çıkardığı sesin azalması da ezildiğine bir işarettir. Ezilme esnasında su ilave ettiğinizde bazı boya parçalarının plaka halinde suyun üzerinde yüzdüğünü görürsünüz, bu da ezildiğine işarettir. Boyamızın ezilme işlemi bittiğinde spatula yardımı ile bir kavanoza toplarız. Daha sonra içine biraz su ilave edip sulu bir ayran kıvamına getirip bir miktarda öd ilave ederiz. Bir iki hafta sık sık karıştırarak beklemesi daha iyi netice verebilir. Boyanın iyi ezilip ezilmediği ancak teknede anlaşılır. Bir müddet tecrübeden sonra ebrucu, hangi boyayı ne kadar ezeceğini öğrenir. Yeteri kadar sulandırıldığında ve doğru öd ayarı yapıldığında kumlanmadan açılan ve kâğıda akmadan geçirilebilen boya yeterince ezilmiş demektir.
Geleneksel Türk Ebrusu'nda kullanılan ana renkler şunlardır:
Beyaz
Siyah
Sarı Aşı Boyası
Kahverengi
Kırmızı
Lahor Çividi
Çivit Mavi
Bu renkler kullanılarak elde edilen ara renkler ise şunlardır ;
Aşı Boyası
+
Lahor Çividi
=
Koyu Kahverengi
Sarı
Lahor Çividi
Yeşil
Çivit Mavi
Kırmızı
Mor
Beyaz
Siyah
Gri
Beyaz
Lahor Çividi
Açık Mavi
Yukarıda sıralanan renkler, arzu nisbetinde birbirleriyle karıştırılarak her tür renk elde edilebilir.
Beyaz: Titan ve üstübeç karışımların elde edilir. Üstübecin çok temiz beyaz bir rengi ve örtme gücü vardır. Yağsız olanı beyaz boya yapmak için kullanılır. Zemin renklerinde, tonlamalarda çiçekli ebrularda kullanabilirsiniz.
Siyah: İsten yapılır. Ebruculukta ayarlanması zor olan en çok sorun çıkaran boyalardan biridir. Çok hafif olduğu için rengini değiştirmeyecek miktarda boya ilave edilebilir.
Sarı: Oksit sarı. İnorganik bir pigmenttir.
Aşı Boyası: Oksit kırmızı. İnorganik bir pigmenttir.
Kahverengi: Oksit kahverengi. Çeşitli tonları vardır. İnorganik bir pigmenttir.
Kırmızı: Suyla karışabilen pigment kırmızı. Organik bir pigmenttir. İnorganik olanı içerdiği kadmiyumdan ötürü zehirlidir.
Lahor Çividi: Pakistan'ın Lahor şehrinden elde edilen lahor çividi ya da bebe çividi adıyla bilinen ve bebeklerin ağzında oluşan aft hastalığının tedavisi için kullanılan ilacın hammaddesidir. Gevrek, taş gibidir. Bitkisel ve çok güçlü bir boyadır. Ebru boyaları içindeki tek bitkisel içerikli boyadır. Diğer boyalara nazaran hızlı ve iyi netice elde edilmesi, kendine özgü kadifemsi lacivert rengi, su miktarı arttırıldığında boncuk mavi rengi ve hoş kokusu ile vazgeçilemeyen boyalar arasındadır. Lahor çividi ile birçok renk skalası oluşturmak mümkündür. Kumlu, kılçıklı ebruda ve sap yeşili oluşturmada vazgeçilemez renkler arasındadır. Dövülerek toz haline getirilir ve diğer toz boyalar gibi ezilerek kullanılır.
Çamaşır Çividi: Beyaz çamaşırlar için ağartıcı olarak kullanılan mavi bir tozdur. Çamaşır çividinin yapılmış ebru üzerinde ele çıkma özelliğinden dolayı en yakın renk tonu olarak ezilmesi çamaşır çividine nazaran çok kolay olan suda çözülen, fakat suda erimeyen ve toprak özelliği gösteren mavi ultramarin pigment boyayı kullanmaktayız.
Boyalara eklenecek su ve ödün ayarı da şu şekilde yapılır; öncelikle kullanılacak kitrenin kıvam ayarı kontrol edildikten sonra boya ayarına ödü en az boyanın ayarıyla başlanır. Süt kıvamında sulandırılan boyanın içerisine, fırça kavanozun kenarına sıyrılıp tekneye serpildiğinde ebrucunun ustasından gördüğü miktar ölçüsünde açılana kadar öd ilave edilir. Ödü fazla olan boyaların ayarları da ödü az olan boyaların üzerine serpmek suretiyle yapılır. Çiçek ve hatip ebrusu yapımında kullanılacak olan boyaların ayarları ise zemin ebrusunun üzerine damlatmak suretiyle yapılır. Doğru öd ayarı ancak tecrübeyle elde edilebilir satırlarla izah edilebilecek bir konu değildir.
SIĞIR ÖDÜ
Kitre üzerine serpilen boyaların batmadan yüzebilmeleri için boyalara bir damlalık yardımıyla yüzey aktif asitler içeren sığır ödü katılır. Sığır ödünün içerisinde bulunan yüzey aktif asitler, kitrenin üzerindeki yüzey gerilimini kırarak boyanın kitre üzerinde batmadan açılmasını sağlarlar. Mezbahadan sağlanan sığır ödü, bir metal kaba boşaltılarak içinde su kaynayan başka bir kabın içine oturtulur. Aşağı yukarı 20 dakika sonra ödün üzerinde oluşan köpüklerle varsa yağ ve kan temizlenerek öd bir kavanoza alınır. Oda sıcaklığına geldikten sonra kullanılır. Boyalara bir damlalık yardımıyla ilâve edilir. Boyalara ilave edilecek sığır ödü miktarı, üzerinde ebru yapılan sıvının cinsine ve kıvamına göre değişir. Yüzey gerilimi en yüksek olan malzeme kitre, en düşük olan malzeme ise deniz kadayıfıdır. Aynı miktarda boyaya, aynı kıvamda kitre için deniz kadayıfına göre yaklaşık on misli sığır ödü ilâve etmek gerekir.
KAĞIT
Birinci hamur kâğıt tercih edilir. Islanınca yırtılmaması ve tekneye yatırırken de zorluk çıkarmaması için 80-90 gr. olanı uygundur. Kullanılacak teknenin boyutuna göre 35x50, 50x70, 70x100 cm gibi istenen boyutta temin edilen beyaz, sarı v.s. renkteki kağıtlar kullanılabilir.
TEKNE
Alüminyum, çelik, galvaniz, cam vs. malzemeden yapılmış arzu edilen boyutta tekneler ebru yapımında kullanılabilir. Uzun kenarlarından ebrucuya yakın olanına, ebruyu tekneden sıyırırken kağıdı çizmemesi için 2-3 mm kalınlığında bir mil kullanılabilir. Teknenin boyutlarını ebrulanacak kâğıdın boyutları belirler. Yüksekliği 5-6 cm olan teknenin eni kâğıt genişliğinde, boyu da kağıdın ıslanınca uzayacağı payı karşılamak üzere ebrulanacak kâğıdın boyundan yaklaşık yarım cm uzun olmalıdır.
FIRÇA
Ebru fırçası atın kuyruk kıllarının gül dalına sarılması ile yapılır. Kılların bağlanmasında oltaya iğne bağlarken kullanılan düğümsüz bağlama kullanılır. Fırça kavanozda dura dura kıvrılır ve bu kıvrık şekil, fırçanın sarım şeklinden dolayı ortasında oluşan boşlukla beraber Türk Battal deseninin ortaya çıkmasına sebep olur. Bu nedenle hazır yağlıboya ya da suluboya fırçaları Türk ebrusu yapımında kullanılmaz.
BİZLER
Tekneye boya damlatmak, yüzeyindeki boyaya şekil vermek için muhtelif kalınlıklarda "biz" adı verilen çubuklar kullanılır. Bizler, farklı kalınlıklarda tellerden ya da çivilerden imal edilirler ancak mutlaka paslanmaz malzemeden yapılmalarına dikkat edilmelidir.
NEFT
Çam terebentin esansı kendi kendine veya ağacın çizilmesiyle ile elde edilen bir sıvıdır. Terebentin esansı güzel kokulu, renksiz, yakıcı bir sıvıdır. İçine ilave edilen boyanın içerisinde suya atıldığında minik patlamaların oluşmasını sağlar. Eskiden Eğriboz adasından gelen çam nefti kullanılmasına rağmen artık bulunmamaktadır. Neftli ebru yapımında ancak tabii olanı kullanılır. Neft, ayrı bir kaba ayrılan boyaya damla damla istenen sonuç alınana kadar denenerek ilave edilir. Neftli boyaya batırılan fırça, daha sonra içine sokulacak boyanın da neftten etkilenmesine sebep olacağından iyice temizlenmeden normal boya kavanozuna sokulmaz.
TARAK
Her ebrucunun taraklı ebru yapmak üzere muhtelif diş aralıklarında yapılmış tarakları olmalıdır. Bu taraklar "boncuk iğnesi" denilen ince iğnelerin ya da tellerin düz bir tahta üzerine bir şekilde çakılarak, yapıştırılarak veya sıkıştırılarak monte edilmesiyle yapılır. Tarakların boyu teknenin eni ve boyundan bir miktar kısa, dişleri arasındaki mesafe ise bazı taraklarda sık (3-4 mm), bazı taraklarda ise seyrek (10-12 mm) olarak yapılır. Diş aralığı için bir kural bulunmamakta olup ebrucunun tercihi, arzulanan sonuç önemlidir. Sümbül ebrusunun yapımında kullanılan sümbül tarağı da bunların arasında sayılabilir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)