Menü

ADS

28 Şubat 2011 Pazartesi

Uzayı incelemek için hangi araçlardan yararlanılır

uzay araçları,uzay inceleme araçları,uzayı incelemek için hangi araçlardan yararlanılır,uzay araçları uzayda nasıl hareket eder,uzay araçları hakkında bilgi,uzayı incelemek için hangi araçlardan yararlanılır, günümüzde uzayı incelemek için hangi araçlardan yararlanılır, uzayı incelemek için hangi araçlardan yararlanıyoruz, günümüzde uzayı incelemek için hangi araçlardan yararlanıyoruz, uzayı incelemek için hangi araçlar kullanılır, uzayı incelemek için kullanılan araçlar, günümüzde uzayı incelemek için kullanılan araçlar, günümüzde uzayı incelemek için başka hangi araçlardan yararlanılır, günümüzde uzayı incelemek için hangi araçlar kullanılır, uzay, günümüzde uzayı incelemek için hangi araçlar kullanılıyor, uzayı incelemek için hangi araçları kullanırız, 0, uzayı incelemek için hangi araçlar kullanılıyor, uzayı incelemek için hangi araçlardan yararlanırız, günümüzde uzayı incelemek için hangi araçlardan yararlanırız, uzayı araştırmak için hangi araçlardan yararlanılır, G, 0h, uzayı incelemek için hangi araçlardan faydalanırız, uzayı incelemek için hangi araçlardan yararlanabiliriz, günümüzde uzayı incelemek için hangi araçlardan yararlanabiliriz, günümüzde uzayı incelemek için nelerden yararlanılır


Öncelikle şunu bilmenizi issteriz ki uzay inceleme araçları şunlardır:
1-Teleskoplar
2-Uydular
Aşağıdaki blgiler ise Uzay araçları hakkında detaylı bir bilgidir.
UZAY ARAÇLARI

Yer Çevresinde Yörüngeye Giren Uydular
Kutup Yörüngeli Uydular
Ekvatoral Uydular
Rastgele Uydular
İnsanlı Uydular
Nadir olarak tek başlarına kullanılırlar. Mutlaka bir yükü vardır. En azından taşıdığı alet için bir enerji kaynağına ve haberleşme için alıcı ve vericilere ihtiyaç vardır. En basit astronotik roketlerde yük çok küçüktür. Bunlar genellikle atmosfer dışına çıkmazlar. Kısa süreli astronomik ve meteorolojik gözlemler amacıyla kullanılırlar. Roket atılır, belli bir yüksekliğe çıktıktan sonra roketin içindeki alet gerekli ölçümleri yapar. Daha sonra roket belirlenen bir yere düşürülür. Düşen kapsül bulunur kaydedilen bilgiler elde edilir. Bu yöntem sonraları terkedildi. Onun yerine roket hedef yükseklikte bilgi topladıktan sonra bilgileri radyo vericisiyle yer istasyonlarına iletir. Düşen kapsül aranmaz. Bu amaçlı roketler genellikle atmosferin üst tabakalarına ait ölçümlerin yapılmasında, güneş gözlemlerinde, uzaydan gelen kısa dalgaboylu çalışmalarda kullanılırlar.
Uzay araçlarını genelde iki gruba ayırırız:
  1. İnsanlı uzay araçları
  2. İnsansız uzay araçları
Bunlarda girdikleri yörüngelere göre üçe ayrılırlar:
  1. Yer etrafında yörüngeye girecek olanlar
  2. Ay çevresinde yörüngeye girecek olanlar ya da Ay'a inecek olanlar
  3. Gezegen yörüngelerine girecek olanlar ya da Güneş çevresinde dolananlar
İnsansız uzay araçlarının Yer'i terk ettikten sonra geri dönmelerine gerek yoktur. Ancak insanlı olanların yere dönmeleri gerekmektedir. Bu nedenle içlerinde insan metabolizması için gerekli olan donanımın bulunması gerekmektedir.
Başka bir sınıflama da amaca göre sınıflamadır. Buna göre:
  1. Bilimsel amaçlı uydular (genelde tek bir uydudan oluşurlar)
  2. Hizmet amaçlı uydular (birden fazla uydunun ortak çalışması vardır, örneğin, meteroloji uyduları, haberleşme uyduları bu türdendir)
  3. Askeri amaçlı uydular (erken uyarı sistemleriyle donatılmış aynı zamanda askeri haberleşme amacıyla kullanılırlar)
  4. Casus uyduları, yapıları, amaçları, ömürleri saklı tutulan, düşman topraklarını gözleyen uydular
  5. İmha uyduları, askeri uyduların bir cinsidir. Düşmana ait bir askeri veya casus uyduyu işlemez hale getirmek için fırlatılan uydulardır. Bir bomba olarak düşünülebilir.




YER ÇEVRESİNDE YÖRÜNGEYE GİREN UYDULAR
Bu tür uydular genellikle insansızdır. Şu anda yer yörüngesi etrafında binlerce uydu bulunmaktadır. Uydu bir merkezi cisim etrafında (yer, gezegen, güneş gibi) eliptik veya dairesel yörüngeye girmek üzere imal edilmiş araçlardır. İçlerinde ve dışlarında yapacakları işe göre uygun aletlerle donatılmıştır. Kabaca bir uydunun yapısı incelenirse, şu kısımlardan oluştuğu görülür:
  1. Uyduların dışları: Uydunun dış kısımları gümüş veya altın bir baraka ile kaplanmıştır (özellikle tüm haberleşme uyduları, iç gezegenlere gönderilen uydular ve ay modülleri). Bu tabakanın en belirgin özelliği yansıtıcı olmasıdır. Güneş ışınları yansıtılarak uydunun ısınması engellenmiş olur. İkinci neden ise özellikle altının iyi bir iletken olmasıdır. Yer yörüngeli uyduların büyük bir kısmı Van Allen manyetik kuşakları içersinde bulunurlar. Bu kuşaklar güneşten ya da yıldızlar arası ortamdan gelen yüklü parçacıkları hapsederek, kutup ışımasına neden olurlar. Bu parçacıkların oluşturdukları elektrik alan uydudaki elektronik aletlerin çalışmasını engeller. Altın barak oluşan elektriği toplamaya yarar. Özellikle haberleşme uydularının anten bağlantıları bile altın barak ile kaplanmıştır. Üçüncü bir neden ise mikron büyüklüğündeki asteroidlerin uydunun iç kısımlarına zarar vermesini engellemek içindir.
  2. Haberleşme Sistemleri: Eğer uydu ölçüm yapıyorsa, örneğin astronomik amaçlı ise yıldızları, gezegenleri, güneşi ya da derin uzayı inceliyor demektir. Ölçümleri radyo sinyalleri ile yeryüzüne ulaştırıyordur. Uydudaki bilgi yerdeki belli istasyonlara belirli zamanlarda aktarılır. Haberleşme uyduları ise yeryüzünün belli bir bölgesinden gelen sinyalleri diğer tarafa aktarırlar (devletler ve kıtalar arası telefon konuşması, TV yayını vs.). Bu tür uydulara yansıtıcı uydular denir. Bunun dışında uydu ile bizzat haberleşmeyi sağlayan sistemler vardır. Bu sistemler yardımı ile uydunun yeri, enerji durumu, hızı tespit edilir. Ona görede gerekli yörünge düzeltmeleri yapılır.
  3. Bilgisayar ve veri toplama sistemleri: Dedektörler, radyo antenleri, teleskoplar, kameralar vs.
  4. Güç kaynakları: Güç kaynağı bir uydunun en önemli kısmıdır. Uydu üzerindeki elektronik ve mekanik donanımı çalıştırmak için enerjiye ihtiyaç vardır. Bu enerji ya imalat sırasında kendisine yüklenmiş piller (doldurulmuş pil veya atom pilleri) vasıtasıyla karşılanır. Ya da uydu enerjisini dış ortamdan tedarik eder. Dış ortamdan (Güneş'ten) enerji güneş panelleri ya da güneş pilleri yardımıyla sağlanır. Bu tür elde edilen enerji elektronik aksam için gereklidir. Bunun dışında uyduların yörünge düzeltmelerinde belli bir eksoz hızı elde etmek için itme kuvvetine ihtiyaçları vardır. Bu tür enerji ile genellikle imalat sırasında uyduya yüklenir (yanıcı ve yakıcı sıvı yakıtlar) ya da uzay mekikleri vasıtasıyla yörüngede yakıt nakli yapılır.
  5. Pozisyon belirleme ve sabitleme üniteleri: Uydular güneş ışınlarından korunmak için kendi eksenleri etrafında dönerler. Bu dönme düzgün olmak zorundadır ve daima kontrol edilir. Belli bir yıldıza kilitlenme için uydunun pozisyonu çok önemlidir. Ayrıca astroid veya yörüngedeki bir uydu artığı ile çarpışma uydunun kontrolden çıkmasına neden olabilir.

Uyduların şekilleri, yörünge yükseklikleri yapacakları işe göre seçilir. Eğer yer yörüngeli bir uydu ise, uydunun dolanma peryodu yörüngenin yarı-büyük eksenine bağlıdır.
H (km)V1(m/sn)T (sn)
150781487.49
200778988.34
300772690.52
500761394.62
10007350105.1
20006898127.2
50005919201.3
100004933347.7
35786030751436=23s 56d


Yukarıdaki tablo yeryüzünden farklı uzaklıklardaki yörüngelere ait değerlerdir. Eğer yörünge elips ise H uzaklığı uydunun enöte noktasındaki uzaklık ve hızı vermektedir. Bir uydunun yerin çekim etkisinden kurtulabilmesi için kabaca 10 km/sn hız kazanması gerekir. Yer yörüngeli uyduların enberi hızları hiçbir zaman 10 km/sn' yi aşamaz. Eğer daha büyük yörüngeler (gezegenler arası ya da güneş merkezli yörüngeler) gerekiyorsa, ilk yörüngeden fırlatılış hızları şöyledir:
H (km)V2(m/sn)
011180
20011010
40010840
100010390









Ancak Güneş merkezli yörünge çizen uydularda hızlar oldukça yüksektir. Örneğin Halley kuyruklu yıldızını incelemek için gönderilen beş uydunun Halley'e göre rölatif hızları şöyledir:
Sonda1986Halley Uz. (km)Hız (Halley'e göre) (km/sn)
Vega 1  6 mart889079.2
Vega 2  9 mart803076.8
Sakigake11 mart6 910 000  -
Suisei  8 mart151 00073
Giotto14 mart60568.4



KUTUP YÖRÜNGELİ UYDULAR

Bu tür uydular, yeryüzünün boylam çizgilerine paralel olarak dolanırlar. Yer küresi döndüğü için devamlı olarak yeryüzünün farklı bölgelerini gözlerler. Genelde Yer'in iyonosfer tabakası, kutup bölgeleri, okyanuslardaki akıntılar, erozyon, tarımsal ürünlerin tespiti, yeryüzünün fotoğrafının çekilmesi, askeri bölgelerdeki hareketlilik, maden ve petrol yataklarının tespiti gibi, yer küresine ait bilgi toplama işleri bu tür yörüngeli uydular vasıtasıyla yapılırlar. Bazı meteoroloji uyduları da kutup yörüngeli olarak atılabilmektedir. Alçak yörünge uydularıdır ve dolanma peryotları kısadır.








EKVATORAL UYDULAR
Yer'in ekvator düzlemine paralel ve o düzlem içinde dolanan uydulardır. Yörüngelerinin en öte noktası yaklaşık olarak 36000 km, peryodları da 24 saat civarındadır. Bu nedenle yeryüzünden bakıldıklarında sabit görünürler ve ampul uydu diye adlandırılırlar. Göz ile bakıldığında yıldız sanılabilirler. Haberleşme amacıyla atılan uydular, erken uyarı askeri uyduları, meteoroloji uyduları bu tür uydulardır. Yaşam süreleri daha uzundur.



RASGELE UYDULAR
Genellikle yörüngeleri yer ekvatoruyla belli bir açı yapan uydulardır. Çoğunlukla haberleşme ve meteoroloji uydularıdırlar.



İNSANLI UYDULAR 
İlk insan taşıyan uydu Sovyetler Birliği'nin 12 Nisan 1961 de fırlattığı Vostok-1 uydusudur. Böylece Sovyetler Birliği içinde insan bulunan bir uyduya tam bir dönüş yaptırmayı başarmışlardır. Uzaya çıkan bu ilk insanın adı Yuri Gagarin idi. Sovyetler daha sonraları da uzaya gönderdikleri uyduları karaya indirmeyi başarmışlardır. İnme olayı, uydu atmosfere girdikten sonra, atmosferin alt kademelerinde paraşüt açarak sağlanmıştır. Halbuki bugün bile ABD paraşütle karaya uydu dönüşü yapamamaktadır. Bunun için uzay mekiği teknolojisini geliştirmiştir. Sovyetler Birliği'nin Vostok, Salyut, Soyuz serileri ile ABD'nin Mercury ve Gemini serilerine ait uydular insanlı ya da canlı yük (deney hayvanları) serilerdir. Uydunun yeryüzüne dönen canlı taşıyan kapsül kısmı son derece ısıya dayanıklı bir koruyucu ile kaplanmıştır. Bunun nedeni atmosfere girdiğinde sürtünmeden dolayı kapsülün erimesini önlemektir (yıldız kayması olayını düşününüz).
Atılış TarihiAdıAğırlık (kg)Ömür (km)UzaklıkÖzellik
12 Nisan 1961Vostok-147250g 01s 18d181-327İlk insanlı uçuş
6 Ağustos 1961Vostok-247221g 01s 18d183-244İki insanlı
16 Haziran 1963Vostok-647134g 23s 06d181-231İlk kadın kozmonot
6 Ekim 1964Cosmos-4753001g 00s 00d177-418Test amaçlı
14 Ekim 1964Voskhod-153201g00s 08d177-408Üç insanlı
22 Şubat 1965Cosmos-575600Yörüngeye girmedi175-512   -
18 Mart 1965Voskhod-256821g 02s 02d173-498İki insanlı
2 Temmuz 1965Cosmos-?5700   -   -Köpek taşıyordu
22 Şubat 1966Cosmos-10570022g 00s 00d187-9042 köpek, biolo araştırması


Tablo: Sovyetler Birliği'ne ait ilk uyduların bazı özellikleri
1985 yıllarından sonra uydular tek amaçlı olarak fırlatılmıyorlar. Bir uydunun üzerine farklı amaçlı aletler yerleştirilerek daha çok bilgi toplama yoluna gidiliyor. Ayrıca yörüngeye bir uzay laboratuarı görevi gören ve içinde insanların yaşayabileceği kabinler bırakılıyor. Bunlara genellikle uzay laboratuarları deniyor. Buralara malzemeler ve insanlar belirli dönemlerde gidiyorlar. Ancak bu tür incelemeler büyük maliyet gerektirdiğinden birçok ülke birleşerek böyle büyük projeleri gerçekleştirebiliyorlar. Örneğin European Space Agency (ESA) tarafından 1982 yılında ERS (Remote Sensing Satellite) adı verilen bir proje başlatıldı ve ERS1 (1991) ve ERS2 (1993) uyduları yeryüzünden yaklaşık olarak 777 km yükseklikte bir yörüngeye oturtuldular. BU uydular kutup yörüngeli uydular olup Yer'in belirli bir noktasından 15.3 günde bir geçecek şekilde yörüngelerinde dolanıyorlardı. Spektral bandı 5.3 GHz ve 3.7, 11, 12 mikronda yeryüzünü taramaktaydı. Ticari amaçlı uydular olup çözünürlüklerine göre elde ettikleri haritalar satılmaktadır. Ayrıca Japonlar 1987 de MOS (Maritime Observation Satellite) adını verdikleri bir proje başlattılar ve 19 Şubat 1987 de MOS1 uydusunu 908 km yükseklikte bir yörüngeye oturttular. Gerek Avrupalıların gerekse de Japonların uyduları aynı amaçlıydı. Bu uydular özellikle infrared, görsel ve mikrodalga boyunda gözlemler yapıyorlardı. Aynı yıllarda yani 1987'li yıllarda Ruslar Cosmos serisi uydularla, uzayda laboratuar kurup deney ve gözlem yapma yollarını arıyorlardı.
Bu arada ABD ve Fransa ayrı ayrı projeler geliştiriyorlardı. Birden fazla uydu aynı amaçla çalışarak, yeryüzündeki değişiklikleri tespit edecekti. Bu amaçla ABD 27 Eylül 1985 de LANSAT projesini, Nisan 1986 da Fransa'da SPOT (Satellite Pour Observation de la Terre) projesini başlattılar. LANSAT uyduları 700 km yükseklikte, SPOT uyduları 832 km yükseklikte yörüngelere oturtuldular. Yörüngede 7 LANSAT ve 4 SPOT uydusu vardır. Bunlardan bazıları ömürlerini doldurmuştur. Bu uydular çeşitli dalgaboylarında yeryüzünün detaylı haritasını çıkararak madencilik, orman sanayi, tarım ve askeri sektörlerde hizmet vermektedir. SPOT4 uydusunda 10 m çözünürlüğe kadar inilmiştir. Bugün LANSAT verileri, içinde Türkiye'ninde bulunduğu birçok ülkenin bilimsel merkezleri tarafından incelenmektedir.
Bunların dışında Yer dışı bilimsel araştırmalar için (astronomik amaçlı) bazı uydularda Yer çevresinde yörüngeye oturtulmuştur. Örneğin Haubble Uzay Teleskobu.
UyduAdetAtılış TarihiAğırlık (kg)Yer'den Uzaklığı (km)
TIROS Serisi101960-63717-854837-1119
ESSA Serisi91966-69131-1591561-1637
NIMBUS Serisi3-71969-78545-10921700
NOAA Serisi111970-881030875


Tablo: ABD'nin kutup yörüngeli meteoroloji uyduları
Rusya'nın ise,
30 adet Meteor I serisi 1969-78
            4 adet Meteor II serisi 1975-89
            2 adet Meteor III serisi 1985-88
meteoroloji uyduları vardır. Ağırlıkları bilinmemektedir, yerden ortalama uzaklıkları 980 km dir. Çin Cumhuriyeti ise 1988-90 arasında Fengyun1 ve 2 uydularını 904 km yükseklikte bir yörüngeye oturtmuştur. Bunlardan başka peryodu 24 saat yüksekliği 36000 km olan ekvatoral uydularda vardır. Bunlara ampul uydular denir. Genellikle haberleşme ve radyo, TV yayını için kullanılırlar. Bu uyduların ağırlıkları 293 kg ile 834 kg arasında değişir. Aşağıda bu amaçla atılmış uyduların adları vardır.
ABDAvrupaJaponHindistan
SMS1,2Meteosat1-5GMSF1,2Insat 1A ve 1B
GOES1-7GMS3Insat 1C ve 2

İsrafın ülke ekonomisine zararları nedir?

 israf ekonomisi nedir, israfin ekonomiye zararlari, israfin ulke ekonomisine zarari, israfin ulke ekonomisine zararlari, israfin ulkeye zararlari, israfin zararlari, ...
İsrafla ilgili hemen hepimizin ilk öğrendiği yemek sırasında düşen ekmek kırıntılarının toplanması gereğidir. Çok çeşitli motiflerle ekmek kırıntılarını toplamaya teşvik edildik durduk malum. Minicik gönüllere en tesirli olanı da “onları toplamazsan, ağlar, sen duymazsın ama onlar ağlarlar! deyişidir ana babalarımızın. Halen de Türk toplumu büyük ölçüde bu “ekmek kırıntısı toplama” kampanyasını sürdürür. Sürdürür de, bir yılda çöpe giden ve değeri tek kalemde milyar dolarlarla ifade edilen ekmek israfının önüne geçilememektedir.
Yani minik beyinlere verilen “kırıntı toplama” mesajı, beyinler büyüyünce tesirini kaybetmektedir. Üzerinde bizim kadar hassasiyet gösteren toplum var mıdır bilemiyorum, ama çok çeşitli sebeplerle bu ekmek israfı sürer gider. Her gazete için senede bir gün bir sayfayı kurtaran bir haber olur.
Oysa bunun dışında şöyle başımızı ellerimizin arasına alıp düşünsek daha neleri israf ettiğimizi görürüz. Görürüz de ümitsizce “bu işle başedilmez” önyargımızı dillendirir, geçer gideriz.
İlk okuldan üniversiteye kadar “öğrenme” yerine “eğitmeyi” yani bir bakıma hayvan terbiye etme karşılığı olan bir fiili kullandığımız için, “beyin israfı”mız son haddindedir. Düşünme ve muhakeme etme yerine dikte edileni körü körüne öğrenip aktarma esasına dayalı sistemimiz beyinleri dumura uğratıp israf etmektedir.
Tarım arazilerimiz her nesilde mevcut miras hukukumuz çerçevesinde öyle bölünüp parçalanmış ve ufalanmıştır ki, bu arazilerin sınırlarını belirlemek için açılan, ark ve hendeklerin yüzölçümü, belki ekonominin belini büken yatırımlarla gerçekleştirmeye çalıştığımız GAP projesiyle kazanacağımız sulu tarım arazisinin kimbilir kaç katıdır.
Mesela benim bildiğim Almanya’da “Ekber evlat hakkı” yani büyük çocuğa tarım işletmesini devam ettirme ve diğerlerinin haklarını ödeme tarzındaki bir uygulamayla bu parçalanma belli ölçüde önlenmektedir.

Kaynak israfı
Sanayimiz de aşağı yukarı aynı dertle mustariptir. İşletme büyüklükleri o kadar küçüktür ki, kaynakların optimum kullanılmasının esas unsurları olan araştırma geliştirme ve şirket içi eğitim faaliyetlerine fon ayırabilen şirket sayısı parmakla gösterilecek kadar azdır. Bu durum klasik yönetim hatalarından doğan kaynak israfını şiddetlendirmektedir. Ama büyük şirketlerde meydana geldiğinde medyatik muhabbetlere sebep olan iflas ve kapanmaların, belki yirmi otuz mislisi küçük işletmelerde meydana gelmekte ama, göze ve kulağa batmamaktadır. Aslında “Türkiye Çölleşmesin” diye yırtınan TEMA liderleri değerli Hayrettin Karaca ve Nihat Gökyiğit ve benzeri iş dünyamızın duayenleri için ekonominin belini büken “şirket erozyonu” ile uğraşmaları da enteresan bir “hobi” olabilir.
Siz de başınızı ellerinizin arasına alıp daha nice israf kalemleri için kalem oynatabilirsiniz. Bu mevzu daha çok su kaldırır deyim yerindeyse. Ama Avrupa Birliği’nin aklımızı başımıza toplayıp, kazasız belasız atlatabilirsek Kopenhag Kriterlerinden sonra, önümüze konulacak olan ekonomik kriterleri, yani Maastrich Kriterleri çok fazla su kaldırmaz. Çünkü orada siyasi “geyik muhabbeti” değil ölçülebilir ve rakamlaştırılmış ekonomik veriler ölçü alınacaktır. Bunun için ise belki de en önemli kriter “verimliliktir”. Hiç kimse müsrif ve hımbıl biriyle ortak olmak istemez. Verimlilik ise, tabii, mali ve insanî kaynakların adam gibi kullandığı aklı başında yönetimlerle becerilir.

İsraf düzeni... 

Geçen hafta, salı günü, Mahalli İdare Reformu konusundaki toplantılar sebebiyle Kızılcahamam’da idim.
Bu vesile ile, her biri diğerinden değerli, çalışkan, amatör ruhlu, çalışma ve hizmet aşığı, Belediye Başkanı kardeşlerimle görüşmek, dertleşmek fırsatı buldum. Bir defa daha, aşırı merkeziyetçi yönetimin Türkiye’ye verdiği zararı, israf ettiği değerleri müşahede ettim. Bu kadar baskıya, kısıtlamaya, kaynak sıkıntısına, devamlı tahkikatlara rağmen başkanların ne kadar idealist olduklarını gördüm. (Dilerim ki, Ankara yönetimi de gerçekçi olsun. Mahalli yönetimlere yetki ve kaynak versin. Türkiye’nin iki lokomotifinin özel sektör ve mahalli idareler olduğu gerçeğini kabul etsin.)
Türkiye bir cennet. Kızılcahamam da, bir güzel köşesi. Harika bir tablo. Orman, kar ve sükunet. Tam kafayı dinleyecek, her türlü toplantıyı yapacak bir mekân. (Başkent Üniversitesi Rektörü, Sayın Haberal’a ayrıca teşekkür etmek gerekir. Patalya Oteli, gerçekten harika olmuş. Yurtiçi ve dışı her türlü toplantıya müsait hale gelmiş. Tek mahzuru, kilo problemi olanların dayanması güç mutfağı. Lezzetli yemekleri ve bilhassa tatlıları.)
Her türlü malzemenin, en kalitelisi mevcut. Ne yazık ki, gerekli helva yapılamıyor. Bir türlü beyin reformu gerçekleşemiyor. Gerçek demokrasinin, halkın etkili ve yetkili olacağı sistemin, altyapısına geçit verilmiyor. Neticede de, Türkiye’yi bir şantiyeye çevirecek, ekonomiye dinamizm kazandıracak, belediyeler “israf” edilmiş oluyor.
Tek israf bu mu? Ne yazık ki hayır...
Devamlı politik çekişmeler, suni gündemler, karalamalar, baskılar, çifte standartlar, eskimiş hukuk düzeni, vb. sebeblerle, en kıymetli faktör olan zamanı; israf ediyoruz. Kaliteli insanları devre dışı bırakıyoruz. Ya da yeterince istifade etmiyoruz.
Popülist politikalar yüzünden, mevcut çıkar düzenini sürdürüyor; Devlet kaynaklarını, milli serveti israf ediyoruz.
Kendilerini Cumhurbaşkanımızdan bile yetkili sanan Anıtlar Kurulları, (tamamen politik ve ideolojik saplantılar ile) her tür yatırıma ve gelişmeye engel olabiliyor. Sayıları iki elin parmakları kadar olmayan, bir grup “istemezükçü”, hukuk sisteminin boşluklarını istismar ederek, her icraata engel olmak için, (halkı ve seçtiklerini hiçe sayarak, kendilerini herkesin üzerinde görerek, demokrasiye hiç saygı göstermeksizin) devamlı uğraşabiliyor.
Mevcut, sallabaş, kalitesiz eğitim sistemi ile, (en büyük servetimiz ve şansımız olan) gençlerimiz israf ediliyor. Hiçbir işe yaramayan diplomalar için yılları heba ediliyor. Eğitimin, merkezi yönetimden, mahalli yönetimlere (il özel idareleri dahil) ve özel sektöre devri bir türlü içimize sinmiyor.
Uzun vadeli stratejilerin, ilme dayanan politikaların olmayışı yüzünden; tarım sektörümüz, hayvancılık kapasitemiz, madenlerimiz, israf ediliyor.
Aynı yoksunluk, Türk dünyasındaki potansiyelimizin israf edilmesine sebebiyet veriyor. Yurt dışındaki evlâtlarımızdan yeterince istifadeyi önlüyor.
Batı, Batı diyor, ancak Batı tipi “demokrasi ve lâikliği” kabul etmiyoruz. Farklı fikirlere, hayat hakkı tanımıyoruz. Hasan Celal Güzeller’i, Tayyip Erdoğanlar’ı, devre dışı bırakmak istiyoruz. Milli ve manevi değerlerin gerçek analizini yapmıyor; bu hasletlere sahip insanların kalitesini, yaptığı hizmetleri, vatan ve insan sevgilerini, dürüstlüklerini, sanayi, ticaret, eğitim, sağlık vb. tüm konulardaki başarı ve kalitelerini görmezlikten geliyoruz. Her fırsatta dışlamaya, engel olmaya, kötülemeye çalışıyoruz. (İnançla, imanla, dinle hiç ilgisi olmayan tiplerin; sapık ve insanlık dışı davranışların karasını, inanç sistemine ve topluma sürmeye çalışıyoruz.) Çifte standart uyguluyor, haksızlıklar yapıyor, “emaneti ehline vermekte” kasıtlı davranıyoruz.
En önemlisi, kendimizi israf ediyoruz. Çağa ayak uyduramıyor, rekabeti kabul etmek istemiyor, kendimizi “yeri doldurulmaz” sanıyoruz. Politikadan-spora; kulüp başkanlığından, gönüllü kuruluş veya meslek odası başkanlığına kadar; işgal ettiğimiz mekanları, daha genç, daha ehliyetli ellere teslim etmek istemiyoruz.
İsraf düzeninin sona erdiği gün, Türkiye’nin de önü açılacaktır.

İsraf edilen kaynaklarımız... 

Türkiye, varlık içinde yokluk çeken bir ülkedir. Aşırı merkeziyetçi yönetim tarzı; popülist politikalar; mevcut vurgun ve sömürü düzeni; kaynaklarımızın har vurup harman savrulmasına devam ettirir durur.
Neticede, bütçesi devamlı açık veren, borçların ana parasını değil faizlerini ödemek için daha yüksek faizlerle devamlı borçlanan, günde 59 trilyon TL. borç faizi ödeyen, yatırımları sıfıra inen, IMF vb. kuruluşların esiri durumuna düşen, gelir dağılımı inanılmaz boyutlarda dengesizleşen, bir duruma düşmekteyiz.
Pazar günkü, Türkiye Gazetesine bakıyorum. Ankara Sanayi Odası Başkanı, Zafer Çağlayan feryat ediyor: “Toprak anlayışımız komünisttir”.
Aynı sahifede, TOBB Başkanı Fuat Miras belirtiyor: “Tarımın durumu çok kritiktir”.
Bir üst sütunda, İzmirli işadamı Selim Yaşar ilâve ediyor: “Ben özel sektör temsilcisiyim. Ancak, bana gelenler özel sektörde çalışmak için iş talep etmiyor, devlet kuruluşları için torpil istiyorlar”. (Elbette, devlet kuruluşlarında çalışmak yok. Yan gelip yatmak, çalışmadan para almak var.)
Bu tek bir gazetenin, tek bir sahifesi. Diğer sahifeleri ve gazeteleri de gündeme getirsek, düzinelerle örnek çıkacaktır. Ancak, kısa bir tetkik bile, mevcut yüz kızartıcı tabloyu ortaya koymaktadır.
1- Türkiye yüzölçümünün %54.7’si devlet mülkiyetindedir. Böylece, gerçek “toprak ağası”nın devlet olduğu ortaya çıkmaktadır.
Ancak, bu ağa, malına sahip çıkamayan, peşkeş çekilmesine göz yuman, bir “züğürt ağa”dır.
Bu malları, önüne gelen yağmalamaktadır. Özellikle “gecekondu mafyası” hesabı mümkün olmayan rantlar elde etmektedir. Bu arada, şehirler de perişan olmakta, çarpıklık ön plâna çıkmaktadır.
Bu ağa, topraklarını değerlendirmez. Değerlendirmesi için, mahalli idarelere ve kanunlara saygılı, dürüst vatandaşlara imkân tanımaz.
Ne bir “milli tarım ve hayvancılık plânı” yapar, ne de yapacaklara geçit verir.
Aynı israf, aynı vurdumduymazlık, “ormanlar” için de geçerlidir.
Bu milli servet, devamlı talan edilir, yakılır, tahrip edilir. Ama, başta orman köylüleri olmak üzere, vatandaşlara imkân tanınmaz. Ortada, bir Bergama Kozak yaylası örneği varken, bunu yaygınlaştırmaz. Ciddi bir kiralama, ağaçlandırma, değerlendirme politikası uygulanmaz. (Nerede, o güzel ormanlarımız? Nerede, çocukluk ve gençliğimizdeki Çanakkale yeşilliği, palamut topladığımız meşe ormanları. Ne gariptir ki, sık sık yakılır. Ağaçlandırma yapılır, bir bakarsınız, yine bir yangın çıkmış. Göçebelere yıllarca sürecek yeni işler doğmuş.)
2- Madenlerimiz çok mu farklıdır? Verimli değerlendirme yapıldığını iddia edebilir miyiz? Bu konuda da devletçilikten taviz veriyor muyuz? Aşırı istihdam, aşırı masraf ile, inanılmaz zararlar eden KİT’leri kapatıyor muyuz? (Taş kömürü işletmelerinin, milyarlarca dolar zararı, ihtiyacın kat kat fazlası insanın çalışmadan devleti sömürmesi, bizi hiç mi rahatsız etmiyor?)
3- Araba, lojman, kamp saltanatının gerçek maliyetini hiç hesapladık mı? Ordu evlerinin, öğretmen evlerinin, polis evlerinin, Bütçeye getirdiği yükü hiç düşündük mü?
4- Milli Eğitimin, Silahlı Kuvvetlerin ve diğer birimlerin elindeki mülkleri, değerlendirmeyi niçin düşünmemekteyiz? Şehirlerin en güzel yerlerinde israf edilmesine göz yummaktayız?
5- Başta, Devlet bankaları olmak üzere, tüm KİT’leri özelleştirmeyi, samimi olarak, ne zaman arzu edeceğiz? Mevcut yağmaya son vereceğiz?
6- Nedir bu istihdam fazlalığı? Buna rağmen, hâlâ devam eden kadro şişirmeleri. İki memura bir odacı saltanatı. Maliyeti, getirdiğinin çok üzerinde olan, verimsiz hizmet anlayışı. Tüm partilerin sürdürdüğü tayin-terfi-torpil iş takibi politikası.
7- Ve en önemlisi. Gençlerimizi israf eden, yıllarını heba eden, hiçbir değeri olmayan diplomalara mahkûm eden, anlamsız ve kalitesiz eğitim politikası. Dünyanın en pahalı, ancak en kalitesiz sağlık hizmetleri. Her tarafı dökülen, sadece üç kâğıtçılara servet sağlayan sosyal güvenlik politikaları.
Velhasıl, nereye el atsanız, dökülüyor. Ve herkesin bildiği tek bir çare var. Ankara yönetiminin dışlanması. Aşırı merkeziyetçiliğin sona ermesi. Velhasıl, yıllardır süren “gölge etme, başka ihsan istemez” gerçeğinin kabulü ve uygulamaya sokulması.

Kaynak israfı 

Türkiye’nin zenginliği ne pamuktur, ne buğday. Bizim zenginliğimiz insandır.
Kemiyyet olarak insan.
Eğer; Kopenhag’ta ezici seyirci üstünlüğüne sahip olmasaydık GS, o maçı kazanabilir miydi? Bu soruya hiç çekinmeden “evet” demek kolay değildir.
Nüfus, hem büyüklük unsurudur, hem caydırıcılık.
Savaşların ne vakit kapı çalacağı belli olmaz. Onun için büyük milletler, büyük ordulara sahiptir. Kuvvetli ordular gibi büyük nüfuslar da korkması gerekene korku verir. 
Bu sebeple nüfus kontrolüne karşıyız.
Konuya ilişkin itiraz artık basmakalıptır:
-Kalite...
Kimse sadece kemiyyet demiyor, elbette keyfiyet de şart. Ancak bu ikisi birlikte olursa güzel. Bir Lübnan, İsrail, Fas.. ne kadar iyi yetişmiş nüfusa sahip olursa olsun sonuçta küçük ülkelerdir.
Bunlar, ancak bir büyük ülkenin himayesi ile hayatiyetlerini devam ettirirler.
Bu itibarla son çeyrek asrın modası ile ailelerin çocuk sayısını bir-ikide tutmaları isabetsizdir.
Böylece bir zaman sonra amca, teyze, hala, dayı kavramlarından bîhaber nesiller yetişecektir. O günlerin çocukları “teyze”nin ne mânâya geldiğini öğrenmek için sözlük karıştırmak zorunda kalacaklar.
Ve yine bir zaman sonra nüfusumuz gerileyecektir. 
Bazıları sanıyor ki nüfusun azalması ile refah artacaktır.
O kanaatte değiliz.
Herkes kendisi ile vardır. Kaderi, rızkı, hırsı, azmi, çalışma şevki ile. Amerika klasik anlamda bir millet değildir ama kendini millet gibi telakki eder. Nüfusunu hiç de azaltma niyetinde görünmüyor. Aksine her yıl muayyen şartlarla göç almakta. Kanada öyle, Avustralya öyle. Fütürologlar, önümüzdeki zamanlarda dünyanın sıklet merkezinin Çin olacağını hesaplamakta. Doğu Türkistan millî dâvâmıza rağmen Türk hükûmetinin Çin’le sempatik ilişkilere girmesi belki de bu yüzden. 
Çin o yüksek nüfusa sahip olmasaydı böyle bir ihtimal akla dahi gelmezdi.
Bazı hali-vakti yerinde iş adamları bu yazımıza tepki duyacaklardır.
Çünkü onlar öyle alıştılar.
Hiç gerek yok. Nüfusu sınırlamak maksadıyla masrafa girmeleleri de gereksiz.
Halk, trafik kazaları, ev kazaları, deniz kazaları ile nasıl olsa kendini kırmakta.
Tedbirsizlik, ihmal, ahmaklık gibi faktörler yüzünden her yıl toprağa verilen insan sayısı İstiklal Harbi’ndeki şehîd sayısından fazla. Bu bir kaynak israfıdır. Sakat kalanlar ayrı.
İnsandan değerli servet yok.
O yüzden bu israfın bedelini hesap etmek mümkün değildir.

Tatile çıkmak israf mıdır? 

YANLIŞ düşünüyoruz. Bayram ve yılbaşı tatillerinde sahil kentlerine, dağ evlerine, otellere koşan yüzbinlerce insanı durup durup karalamanın yiğitlik neresinde?
Ne demek "On gün tatil olmaz?"
Ne demek "Eğlenenler kaymak tabakası?"
Ve ne demek "Bunlar mutlu azınlık?"
Bu türlü ithamlar hem hafiflik hem de hesap bilmezlik işaretidir. Meselenin ardında bol miktarda kızıl gözlü kıskançlıklar da yatıyor.

Tatilciler, eğleniciler, kendilerini böyle günlerde şehir dışına atanlar kim? Bizim insanımız... Dinlenmek için para ayırabilen çoğu orta halli kişiler.
Ne yapıyorlar 10 günde?
Yiyor, içiyor, geziyor, eşya alıyor, fotoğraf çekiyor, yani ailecek para harcıyorlar.
Bu paralar nereye giriyor?
Turizm sektöründen ekmek yiyen 12 milyon insanın cebine. Bunlar arasında hamal, şoför, benzinci, otelci ve pansiyoncudan tutun da, büfeciden manava, restorancıdan dondurmacıya, halıcıya, kilimciye kadar sayısız kesim var.

İlk defa bir istatistik yayımlandı. Son tatilde bu yerli turistler ne harcamış dersiniz? Tam 250 trilyon lira.
Lûtfen insaf ediniz.
Bu 250 trilyon kimbilir kaç yetim çocuğa lokma, elinden dirlikli kaç kadına ayakkabı ve kaç garsona Mayıs'a kadar yetecek ferahlama sebebi oldu.
Meseleye bir de bu açıdan bakınız.

"Efendim, yeyip içiyorlar"
Sen otur, münasebetsiz yeğenim.
"Efendim, eğleniyorlar, oynuyorlar"
Sen otur fesat hanımefendi.
Otur da, paralarını yastık et. Kimseye ömrün boyunca tek kuruşun kısmet olmasın.

Evet, yanlış düşünüyoruz. Dönen paranın, harcanan her liranın başkalarına mutluluk getireceğini hesaplamıyoruz. Ne kadar kısır ve ihtiyar bir anlayış.
On günlük tatil olur muymuş? Olur... Her şeyini ithal eden Norveç'te, Danimarka'da bu miktar fazladır ama, ürünleriyle kendi kendine yeten bir Türkiye'de bu tip tatiller savurganlık değildir.
Bırakın, kazananlar harcamayı öğrensin.
Bırakın, iç turizm daha da gelişsin.
Bırakın, bu sektörden ekmek yiyen 12 milyon kişi kış ortasında azıcık nefes alsın.

Ona düşmanlık, buna düşmanlık.
Şimdi de tatilcilere taktılar.
Kimler?
İnsanı, ekonomiyi, Türkiye'yi, dünyayı hâlâ tanıyamamış, matematik özürlü haset kumkumaları.

Ne yapabilirim ki abla?
Bu mektubu yazarken içim titredi inanın. Duyguları anlatmak çok zordu. Hayata geçirmek daha da zor...

"Benim her işe burnunu sokan biri olmadığımı çok iyi bilirdi kardeşim. Dolayısıyla bu mutlu günde ukalalık yapmak için söylemediğimi de anlamıştı. O da duygulanmıştı. Ama çaresizliğini göstermek için omuz büküyor ve “Ben ne yapabilirim ki abla?” diyordu. O eğlence anında benim yaptığım da iş miydi yani?.. Doğru ya, bir tek kardeşimin düğününde mi oluyordu bunlar?" 

Bu mektubu yazarken içim titredi inanın. Duyguları anlatmak çok zordu. Hayata geçirmek daha da zor... Mektubun sahibi İzmir’den “Şeyda” rumuzlu bir hanım okuyucu. 
“O pazar, erkek kardeşimin kızının düğününe davetliydik. Kardeşim, en küçüğümüzdü. Rahmetli babam onu okuttuğu için belirli bir kariyeri ve saygınlığı vardı. Hali vakti de oldukça iyiydi. Ama kardeşim diye söylemiyorum, gerçekten çok prensipli bir insandı. Her kuruşun hesabını yapar, cimrilik etmez israfı da sevmezdi. 
Dolayısıyla, kızının düğününe hiçbirimiz karışmadık. Daha doğrusu karışamadık. Zaten hepimizin kendine göre işi gücü vardı. Sonra yardıma muhtaç insanlar da değillerdi. O bakımdan bize sadece davete katılmak düşmüştü. 
Yanımda küçük kızım olduğu halde, davet edildiğimiz büyükçe restauranta vardık. Bina öylesine süslenmiş ki göz kamaştırıyordu. Sadece davetli misafirlere ayarlandığı her halinden belliydi. Kapıdaki görevliler de oldukça kibardı: 
-Buyurun efendim, hoşgeldiniz. 
Kapıdan içeri girdiğimizde, davetlileri bizzat gelin kızımız ve damat beyin karşıladığını gördük: 
-Aaa, halacığım. Hoşgeldiniz. 
-Hoşbulduk çocuklar. Allah mutlu etsin. Yüzünüzden gülücükler eksik olmasın. 
Sarılıp kucaklaştık. Elimi öptü her ikisi de. Kızım da tebrik etti genç çiftleri. Sonra bize gösterilen tarafa yöneldik. Davete gelen ne çok insan vardı. İğne atsanız yere düşmez cinsinden bir davetti. 
Kendimize göre bayağı şık giyinmiştik. Ama davetlilere şöyle bir göz gezdirdiğimde içlerinde en sönük kaldığımızı zannettim. Kızımla beraber bize gösterilen masaya karşılıklı olarak ilişiverdik. 
Atmosfer o kadar abartılı, o kadar görkemliydi ki, kardeşimin düğünü olmasına rağmen oradakiler arasında çok yabancı kalmıştım. Derken yanıbaşımıza dizilmeye başlayan davetlilerin akrabamız olduklarını görünce biraz rahatladım. 
Birbirini düğünde yeni görenlerin kucaklaşmaları, ara sıra yükselen kahkahalar, bardak şıkırtıları, davete yeni gelenler derken nihayet yemekler servis yapılmaya başlanmıştı. 
Allahım öyle birbirinden güzel, ne hoş yemekti onlar. Doğrusu kardeşim değil ya, kim olursa olsun insanı kıskandıracak derece ziyafet veriliyordu. Yemeklerin ismini teker teker sayacak değilim ama böreğiyle tatlısıyla birlikte, ben diyeyim yedi çeşit, siz deyin on çeşit vardı. 
Daha üçüncü serviste tıkanmaya başladık. Zaten insanın böylesi yerlerde nutku tutuluyor, yiyemiyordu. Gerçi ben ve kızım düğünde bir köşede kalakalmıştık ama, masalarda sohbet muhabbet gırla gidiyordu. Yani yemek içmek bahane, sohbet şahaneydi. 
Kimseyle konuşmaya vakit bulamadığımızdan mıdır nedir, ben de o değilden etrafı seyrediyordum. Bir ara gözüm masalara servis yapılan tabaklara kaydı. Hemen hemen üçüncü servisten sonra gelen tabaklar ya olduğu gibi duruyordu. Ya da bir iki kaşık tadına bakanlar oluyor ardından kaşığını çatalını üzerine bırakarak garsonun alıp götürmesini bekliyorlardı. 
Birden aklıma geldi. “Allahım” dedim, “ Şu dolu dolu gelen nimetlere bakın. Bir de bir kaşık bile alınmadan hiçlenen israfa.” 
Sonra kendi kendimi kurmaya başladım. Aklıma “olmayanlar” geldi. Tabak tabak etler, tabak tabak börekler, tabak tabak tatlılar garsonlar tarafından masalara bırakıldığı gibi kalıyor, sonra aynı şekilde masalardan toplandığı gibi çöpe gidiyordu. 
Depremzedeler geldi gözlerimin önüne. Sahi ya, bir tas çorba için kuyruklar oluşuyordu halen Gölcük’te Adapazarı’nda. Bazen kuru ekmek yiyen yaşlı teyzeler geliyordu ekrana. Yarım simitle oyalanan çocuklar. Onları düşündüm birer birer. Sonra şu ihtişamlı düğünü ve düğün sarhoşluğunda hiç düşünülmeden çöpe gönderilen güzelim yemekleri. 
Nasıl hüzünlendiğimi bilemem. Aslında o kadar ince fikirli biri de değildim. Ama nasıl olduysa, bu tablo beni etkilemişti. Gözlerimin dolup geldiğini hissettim. Ne olduğunu sorarlarsa etrafa açıklayamazdım da. Kendimi zor tuttum. Düğün sonunda kardeşimi buldum. Gözlerimin kızardığını gören kardeşim şaşırmış, “Ne oldu abla?” diye sordu. Ağlamaksı sesimle, dilimin döndüğünce yaşadıklarımı anlattım. Ardından dedim ki, “Ne olurdu bu kadar çok yemek yapılmasaydı. Hiç olmazsa o para o muhtaç kimselere gönderilebilirdi. Kusura bakma ama birden dayanamadım çok üzüldüm.” 
Benim her işe burnunu sokan biri olmadığımı çok iyi bilirdi kardeşim. Dolayısıyla bu mutlu günde ukalalık yapmak için söylemediğimi de anlamıştı. O da duygulanmıştı. Ama çaresizliğini göstermek için omuz büküyor ve “Ben ne yapabilirim ki abla?” diyordu. 
O eğlence anında benim yaptığım da iş miydi yani?.. Doğru ya, bir tek kardeşimin düğününde mi oluyordu bunlar? Doğruydu ama, vicdanımın sızlamasına engel olamamıştım işte.

İsrafa hayal gücünüzle 'dur' deyin
"Yemeği tabağımıza yiyecek kadar alalım ve tabağı iyice sıyıralım.


Bunun faydaları ne mi? Tabağımızı sıyırırsak bir sürü yiyecek boşa gitmemiş olur bir; temiz tabak daha çabuk, daha az suyla ve sabunla yıkanır bu iki; zaman savurganlığı olmaz çevre daha temiz kalır, musluk tıkanmaz çöp tenekelerine dökülen bu pislikler ortalığı kirletmez, sinek üremez. Sineği öldürmek için de bir sürü ilaç kullanmak gerekmez üç. 

Kılı kırk yararcasına söylenen bu sözler savurganlığı önleme birincisi Emine Ertem'e ait. Emine Hanım, sadece tabak sıyırmakla israfı önlemeye çalışmıyor, evde bulunan artık eşyaları da çoraptan çöp kapağına, telefon kablolarından araba filtresine ve serum şişelerine kadar herşeyi değerlendirip ortaya çok güzel, insanın aklından bile geçmeyen, enteresan eşyalar çıkarabiliyor. 

Örneğin serum başlıklarını, kaçmış çorapları ve çöp kapaklarını biraraya getirip bunlardan bir abajur; kullanılmayan banka cüzdanlarının plastik kaplarından çanta, atılmış araba egzoslarından çöp tenekesi, plastik su şişelerinden de süs eşyaları yapıyor. Emine Hanım yaptığı icatlardan bir kaçının yapılışını şöyle tarif ediyor: 

Plastik banka cüzdanları kaplarından çanta yaparken önce çoraplar kesilip ip haline, cüzdanların kapları da dikdörtgen haline getiriliyor. Ardından kesilen banka cüzdanı kapları da tığ yardımı ile çoraptan yapılan iple birleştirilerek ortaya bir pazar çantası çıkıyor. 

Çöp tenekesi kapağından abajur yapmak için kapağın kenarları matkapla eşit şekilde deliniyor. Bu deliklerden geçirilen çoraplar yardımıyla serum başlığı sarkıtılıyor. Serum başlığının ucuna da süs yerine geçebilecek boncuklar takılıyor. Çöp kapağının ortası da delinerek ampul ve kablosu takılıyor. Tabii bunları yaparken kullanılan malzemenin renk uyumuna ve estetiğine dikkat etmek gerekiyor. İşte size bedavadan bir abajur. 

Son bir tarif de telefon tellerinden paspas yapımı. Yine burada da çorap kullanılıyor. İp haline getirilen çoraplar tığ yardımıyla telefon telinin etrafında işleniyor ve ortaya istediğiniz büyüklükte bir paspas çıkıyor. 

Emine Hanım, bunları yaparken hanımlara sanatçı yönlerini kullanmalarını, yapılan şeylerde faydanın yanında, estetiği ve güzelliği de gözönünde bulundurmalarını tavsiye ediyor. Hanımların isterlerse hayal güçlerini kullanarak, yeni şeyler keşfedebileceklerini sözlerine ekliyor. Bu saydıklarımız Emine Hanım'ın yaptığı icatlardan sadece birkaç tanesi. Emine Hanım şimdiye kadar bu konuda 41 karma sergi açmış. 1980 yılında Türk Kadın Dernekleri Federasyonu tarafından savurganlığı önleme birincisi seçilmiş Bu başarıları, "Dünya İkler Ansiklopedisi"ne ve "Kim Kimdir?" adlı ansiklopedilere kadar geçmiş. Şimdi de Guienness rekorlar kitabına girmeye aday. 

Emine Hanım'ın savurganlığı önleme çalışmaları ve atık maddelerden yeni şeyler icad etmesi çocukluğuna dayanıyor. Savaş yıllarında yaşamış olması ve babasız yetişmesi Emine Hanım'ı tasarrufa itmiş ve içindeki icat yeteneğiyle de evdeki atılacak maddeleri değerlendirmeye başlamış ve bu tasarruf daha sonraki yıllarda da devam etmiş. Emine Hanım'a göre bir ailede tasarruf yapılsa ailenin aylık yaptığı harcama yarıya düşer. Bu sadece aile için değil devlet harcamaları için de böyle. Örneğin toplu yemek yenilen yerlerde sadece çöpe atılan ekmeklerle bir sürü okul ve hastane yapılablir. "Tabii bunlar hep eğitim meselesi. İnsanlar bir şeyi atmadan önce iyice düşünmeiler, çünkü atılacak en kötü bir nesne bile bir hammaddenin tükenmesidir, işgücü ve zaman kaybıdır" diyor Emine Hanım. 

Emine Hanım'a göre aslında biz her şeyde savurganlık yapıyoruz, sadece atık maddelerde değil. Manevi şeylerde de, zamanda da... Ama en çok savurganlık yiyecek ve içeceklerde yapılıyor. Emine Hanım diğer insanlara tasarrufu anlatırken pervasız. Mesela bir protokol sofrasında hiç çekinmeden insanlara; yemeğe başlamadan önce onlara savurganlık yaptıklarını ve bunun yanlışlığını anlatabiliyor, söylemezse rahat edemeyen Emine Hanım'ın bu konuda ilginç bir teklifi de var: "Bana radyo ve televizyonda günde yarım saat zaman ayırsınlar, insanlara tasarruflu olmayı öğreteyim" diyor.

27 Şubat 2011 Pazar

Recep Tayyip Erdoğan Almanya Düsseldorf konuşmasi video izle dinle


Başbakan Erdoğan, Almanya'nın Dusseldorf kentinde ISS Dome Salonu'nu tamamen dolduran binlerce gurbetçiye hitap etti. Başbakan Erdoğan'ın konuşması sık sık tezahüratlarla kesildi.
''SİZLER HEM ALMANYA FEDERAL CUMHURİYETİ'NİN TEMİNATI ALTINDASINIZ. SİZLER, BÜYÜK BİR ÜLKENİN, BÜYÜK BİR DEVLETİN, TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN TEMİNATI ALTINDASINIZ''
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Almanya'daki Türk vatandaşlarına, ''Şunu bilmenizi, şundan emin olmanızı istiyorum sevgili kardeşlerim; sizler, asla ve asla yalnız değilsiniz, sizler kimsesiz değilsiniz'' diye seslendi.
Erdoğan, Almanya'nın Düsseldorf kentinde İssdome Salonu'nda düzenlenen ''Düsseldorf Buluşması'' konulu toplantıda Türk vatandaşlarına hitap etti.
Başbakan Erdoğan, konuşmasına ''Türkiye seninle gurur duyuyor'' tezahüratları arasında ''Sizleri Anadolu topraklarından, Trakya topraklarından, gönlümün derinliklerinden getirdiğim en kalbi duygularımla, sevgiyle, saygıyla selamlıyorum. Düsseldorf'ta, bu salonu hınca hınç dolduran, bu muhteşem heyecanı bizlere yaşatan, bu sıcacık muhabbetle bizleri kucaklayan siz değerli kardeşlerime şükranlarımı sunuyorum. Almanya'nın çeşitli kentlerinden olduğu kadar, çevre ülkelerden de bu muhteşem buluşmaya gelen kardeşlerime teşekkür ediyorum'' diyerek başladı.
Bu sabah saat 11.40 sıralarında Hakka yürüyen 54. Hükümetin Başbakanı, Saadet Partisi Genel Başkanı ve ülkenin çok değerli bilim adamı, siyaset adamı Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ı bir kez daha şükranla, saygıyla rahmetle yad ettiğini dile getiren Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti:
''Bugün bir kez daha sizlerle hasret gidermeye geldik. Bakan arkadaşlarım, milletvekili arkadaşlarım hep birlikte sizlerle kucaklaşmaya geldik. Bugün bir kez daha, sizlerle dertleşmeye, sizlerle hasbihal etmeye, halinizi, hatırınızı sormaya geldik. Gelirken de sizlere, Türkiye'deki kardeşlerinizin, dostlarınızın, akrabalarınızın, 74 milyon Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının selamlarını getirdim.
Birileri çıkıp sizlere gurbetçi diyebilir. Birileri çıkıp sizlere yabancı diyebilir. Birileri sizlere Alamancı diyebilir. Sizler, emeğinizi, sizler alın terinizi ekmeğinize katık ettiniz. Sizler, en meşakkatli yollardan 50 yıl öne yürüdünüz, en zor şartlarda çalıştınız ve bugünlere geldiniz. Şundan emin olunuz ki sizler, kazandıklarınızıananızın ak sütü gibi kendinize, ailelerinize, çoluk çocuğunuza helal ettiniz. Size kim ne derse desin, siz benim vatandaşlarımsınız, siz benim arkadaşlarımsınız, siz benim öz be öz kardeşlerimsiniz.''
''50 YILDIR KULAĞIMIZ, GÖZÜMÜZ, GÖNLÜMÜZ SİZLERLE''
''50 yıldır kulağımız sizlerle, gözümüz sizlerle, gönlümüz sizlerle'' diyen Erdoğan,konuşmasını şöyle sürdürdü:
''50 yıldır yaşadığınız her acıyı, her hüznü 74 milyon yüreğimizde hissettik. 50 yıldır sizin sevinciniz, sevincimiz oldu; neşeniz, neşemiz oldu; sizin düğününüz bizim düğünümüz oldu. Siz burada ne kadar mutlu, ne kadar huzurluysanız, biz Türkiye'de o kadar mutlu, o kadar huzurlu olduk. Siz ne zaman dertlendiyseniz, biz o kadar dertlendik. Sizin kaygınızı kaygımız, sizin endişenizi endişemiz, sizin coşkunuzu coşkumuz olarak yüreğimizin ta derinlerinde hissettik. Sevgili kardeşlerim umut yolculuğu tam 50 yıl önce, 1961 yılında, Sirkeci Garı'ndan kalkan trenle başladı. Niceleri, 'Su gibi gidin, su gibi gelin' temennisiyle o trenin ardından sular serpti. Sirkeci Garı'ndan kalkan o trenin arkasından niceleri gözyaşlarını akıttı.''
 SİRKECİ'DEN TREN GİDER
Şair İbrahim Sadri'nin, ''Sirkeci'den tren gider vagon gider, derdim gider, gurbet elde bir başıma varım yoğum alır gider. Sirkeci'den tren gider bir yaldızlı Kur;an gider, Erzurumlu Duran, Ankaralı Burhan gider. Sirkeci'den tren gider, göz yaşımı döker gider'' dizelerini okuyan Başbakan Erdoğan, şunları söyledi:
''Evet, nice anne, aylarca postacının yolunu gözledi; oğlundan, kızından gelen mektubu defalarca koklayarak açtı. Nice anneler, babalar, nice eşler, nişanlılar, telefonun başında haftalarca nöbet tuttu. Nice çocuklar köy yollarında hava kararıncaya kadar, bıkmadan, usanmadan babalarını bekledi. Sizler, gurbete, hasrete, özleme göğüs gerdiniz; yiğitliğinizle, mertliğinizle, çalışkanlığınızla her meselenin üstesinden geldiniz. İşte bugün ikinci nesil, üçüncü nesil, yine çalışkanlığıyla, dürüstlüğüyle, zekasıyla, azmiyle burada varlığını sürdürüyor.
Almanya'da sanatçılarımız var, Almanya'da futbolcularımız var, Almanya'da doktorlarımız, mühendislerimiz, iş adamlarımız, yatırımcılarımız var. Almanya'da, hem Türkiye'nin, hem Almanya'nın göğsünü kabartan nice başarılı vatandaşımız, nice başarılı kardeşimiz var. Bugün artık, misafir işçi Türkler değil, yabancı Türkler değil; anadili Türkçe ile birlikte akıcı Almanca konuşan, hem Türkiye hem Almanya vatandaşı Türkler var. Şunu bilmenizi, şundan emin olmanızı istiyorum sevgili kardeşlerim; sizler, asla ve asla yalnız değilsiniz. Sizler kimsesiz değilsiniz. Sizler hem Almanya Federal Cumhuriyeti'nin teminatı altındasınız.
Sizler, büyük bir ülkenin, büyük bir devletin, Türkiye Cumhuriyeti'nin teminatı altındasınız. Şunu bilesiniz ki, Melbörn'den Monreal'e; Pekin'den New York'a; Astana'dan Saraybosna'ya; Kabil'den Kerkük'ten, Musul'dan Londra'ya; Düseldorf'tan, Berlin'den, Münih'ten Kahire'ye, Trablus'a, Bingazi'ye kadar, nerede bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı varsa, işte biz, bütün imkanlarımızla oradayız, onların yanı başındayız.'

Haberin galerisi için tıklayın

2011 oscarları kimlere verildi

2011 oscarları kimlere verildi,2011 Oscar adayları 2011 Oscar kim alacak 2011 Oscarları 2011 Oscarları kimin olacak Black Swan Inception The Fighter The Kids are All Right The King’s Speech The Social Network Toy Story 3 True Grit Winter’s BoneEtiketler: 2010 Medya Oscarları ödüllerini kimler aldı? ne zaman, 2010 Medya Oscarları ödüllerini kimler aldı? ne zaman açıklanacak, 2010 Medya Oscarları ödüllerini kimler aldı? ne zaman çıkacak, 2010 Medya Oscarları ödüllerini kimler aldı? nerden bulabilirim, 2010 Medya Oscarları ödüllerini kimler aldı? resimleri, 2010 Medya Oscarları ödüllerini kimler aldı? son görüntüleri, 2010 Medya Oscarları ödüllerini kimler aldı? sonuçları, 2010 Medya Oscarları ödüllerini kimler aldı? yararları, 2010 Medya Oscarları ödüllerini kimler aldı? zararları
 Haber 7 / AA
Amerikan Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisinin 83. Oscar ödüllerinde en iyi film ödülünü alan "Zoraki Kral", yönetmen ve en iyi erkek oyuncu dahil dört dalda ödül getirdi.
Akademinin Los Angeles'taki Kodak Tiyatrosunda düzenlediği 83. Oscar töreninde, en iyi yönetmen ödülünü İngiliz Tom Hopper, "Zoraki Kral" filmiyle kazandı.
En İyi Kadın Oyuncu ödülü, "Siyah Kuğu" filmindeki rolüyle Natalie Portman'a, En İyi Erkek Oyuncu Oscar'ı da "Zoraki Kral" filmindeki rolüyle Colin Fith'e verildi.
En iyi kadın ve erkek oyuncu ödüllerini alan 29 yaşındaki İsrail asıllı Amerikalı oyuncuPortman ile geçen yıl da aynı kategoride aday olan Fith, bu yılki Oscar ödülü için dallarındaki en güçlü adaylar olarak değerlendiriliyordu. 
En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü "Dövüşçü" (Fighter) filmindeki rolüyle Melissa Leo'ya, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü de yine "Dövüşçü" filmindeki rolüyle Christian Bale'e verildi.
En İyi Yabancı Filmi Ödülü'ne Danimarka'dan "In a Better World"ün (Daha İyi Bir Dünyada) layık görüldü.
En İyi Özgün Senaryo Ödülü ''Zoraki Kral'' En İyi Uyarlama Senaryo Ödülü "Sosyal Ağ", filmlerine verilirken, En İyi Animasyon Filmi Ödülü'nü "Oyuncak Hikayesi 3", En İyi Sanat Yönetmeni Ödülünü  "Alice Harikalar Diyarında" ile Robert Stromberg ile Karen O'Hara kazandı.
En İyi Belgesel Ödülü'nü de siyaset bilimi doktorası olan yönetmen Charles Ferguson'un, Büyük Buhran'dan sonra dünyadaki en ağır mali krizle ilgili olarak finansal kurumların suçlandığı, "İç İşler" (Inside Job) filmi kazandı.
En iyi 4 oyuncu
'The King's Speech' ile birlikte en güçlü favori konumunda olan 'The Social Network/ Sosyal Ağ' sadece 'En İyi Uyarlama Senaryo' ve 'En İyi Müzik' dallarında ödüle ulaştı.
En fazla adaylık sahibi filmlerden 'True Grit' '0' çekerken, Inception aday olduğu teknik dalların hepsinde ödülü kazandı.
En İyi Yardımcı Oyuncu dallarında da sürpriz olmadı. 'The Fighter'daki performanslarıyla Christian Bale ve Melissa Leo ödüle ulaşan isimler oldu.
'Yabancı Film' kategorisinde Biutiful'un kazanması beklenirken ödül 'In a Better World' ile Danimarka'ya gitti.
İşte kategoriler ve Oscar'ı kazananlar:
En İyi Film: The King's Speech

En İyi Yönetmen: Tom Hooper (The King's Speech)

En İyi Erkek Oyuncu: Colin Firth "The King's Speech''

En İyi Kadın Oyuncu: Natalie Portman "Black Swan"

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu:
Christian Bale (The Fighter)

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Melissa Leo (The Fighter)

En İyi Uyarlama Senaryo: The Social Network, Aaron Sorkin

En İyi Orijinal Senaryo: The King's Speech: David Seidler

En İyi Görüntü Yönetimi: Inception - Wally Pfister

En İyi Sanat Yönetmeni: Alice in Wonderland - Robert Stromberg, Karen O'Hara

En İyi Animasyon: Toy Story 3

En İyi Animasyon (Kısa Metraj): The Lost Thing

En İyi Müzik: The Social Network, Trent Reznor ve Atticus Ross

En İyi Şarkı: Randy Newman, If I Rise - 127 Hours

En İyi Görsel Efekt: Inception, Paul Franklin, Chris Corbould, Andrew Lockley ve Peter Bebb

En İyi Kurgu: The Social Network Angus Wall ve Kirk Baxter

En İyi Ses Miksajı: Inception, Lora Hirschberg, Gary A. Rizzo ve Ed Novick

En İyi Ses Montajı: Inception, Richard King

En İyi Makyaj: The Wolfman, Rick Baker ve Dave Elsey

En İyi Kostüm: Alice in Wonderland, Colleen Atwood

9 ışık doktrini nedir


9 ışık,9 ışık nedir,9 ışık doktrini nedir,9 ışık anlamı,9 ışık ne anlama gelir,dokuz ışık,dokuz ışık nedir,dokuz ışık doktrini nedir,dokuz ışık anlamı,dokuz ışık ne anlama gelir,mhp dokuz ışık,ülkücülük
DOKUZ IŞIK'IN ESASLARI

Bağımsız son Türk devletini koruyabilmek için, milli bir görüş etrafında birleşmek zorundayız. Bu görüş Dokuz Işık görüşüdür. Dokuz Işıkçılar, Türk milletine, tarih ve kültürüne dayanan, ona inanan bir doktrindir. Bunun nasyonal sosyalizim ile hiç bir ilgisi yoktur.
Türkiyemizin hızla kalkındırılması, çağlar üzerinden sıçrayarak Türk milletinin atom ve uzay çağına sokulması ile mümkündür. Bu da herşeyden önce dünya çapında çok üstün kaliteli ilim adamları ve yüksek teknisyenler kadrosu meydana getirmeye bağlı bulunmaktadır.
Bizim inancımıza göre, yabancı memleketlerin şartları altında meydana getirilmiş bulunan yabancı doktrinler ve yönetim sistemleri taklit edilerek Türkiye´nin kalkındırılması sağlanamaz. Ne kapitalizm ve liberalizm, ne de komünizm. Türkiye için yararlı olamaz. Türkiye´yi kalkındıracak sistem ve görüş ancak Türk milletinin özelliklerine uygun, müslüman Türk milleti realitesini göz önünde bulunduran ve modern ilim ve tekniği yol gösterici kabul eden milli bir görüş olmalıdır.
Bunun kısaca formülü Türk emek potansiyelinin, milli üretim faktörlerine rasyonel bir sekilde baglanması, devletin vatandaşlara üretim yollarını açarak bütün tedbirleri alması ve kolaylıkları temin etmesi ve milli gelirin artmasında kendisine düşen esas rolü oynamasıdır.
İşte biz böyle milli bir doktrin sahibi bulunduğumuz iddia eden bir kadroyuz. Milli görüşümüzün adı "Dokuz Işık Doktrini" dir. Bu görüş dokuz ana ilkeye dayanmaktadır. Bu ilkeler sırasıyla şunlardır:
MİLLİYETÇİLİK
Her sey Türk milleti için, Türk milleti ile beraber ve Türk milletine göre sözleriyle özetlenebilecek, Türk milletine bağlılık, sevgi ve Türkiye devletine sadakat ve hizmettir.

ÜLKÜCÜLÜK
Türk milletini en ileri, en medeni, en kuvvetli bir varlık haline getirme ülküsüdür.

AHLAKÇILIK
Türk milletinin ruhuna, örf ve adetlerine uygun yüksek varlığını korumayı ve geliştirmeyi ön gören esaslara dayanır.

ÍİLİMCİLİK
Olayları ve varlığı ön yargılardan ve art düşüncelerden sıyırarak ilim mentalitesi ile incelemek ve girişilecek her çesit faaliyette ilmi önder yapmak prensibidir.

TOPLUMCULUK
Her çesit faalietin toplumun yararına olacak şekilde yürütülmesi görüsüdür. İçtimai ve iktisadi olmak üzere iki ayrı bölüme kapsamaktadır. Iktisadi görüş olarak mülkiyeti esas kabul eder, fakat mülkiyetin millet zararına kötüye kullanılmasına karşı olan bir görüsü belirtir. Karma ekonomiyi ve ana stratejik iktisadi faaliyetlerin devlet kontrolunda bulunmasını öngörür. Sosyal görüş olarak sosyal adalet düzeni, firsat eşitliği, sosyal güvenlik ve sosyal yardımlaşma teşkilatı kurulmasını kabul eder.

KÖYCÜLÜK
Köyleri tarım kentleri haline birleştirerek kalkındırmayı öngörür. Köylünün tefecilerin elinden kurtarılması ve ihtiyacı olan kredi ve diğer yardımların sağlanması için kooperatifleşmeyi hedef alır. Bilhassa orman bölgesinde yaşayan köylüleri öncelikle ve hızla refaha kavuşturmak amacını güder.

HÜRRİYETÇİLİK VE ŞAHSİYETÇİLİK
Birleşmiş Milletler Anayasasında yazılı bütün hürriyetlerin sağlanmasını gaye edinmişdir. İnsanların şahsiyet olarak geliştirilmesini toplumun kalkınması için yararlı bir yol olarak kabul eder.

GELİŞMECİLİK VE HALKÇILIK
İnsanlar ve medeniyetler daima daha iyi, daha güzeli, daha mükemmeli istemek ve aramakla gelişir. Elde edinenle yetinmemek ve daima daha ilerisini istemek ve bunu elde etmek için gayret göstermek suurudur. Ancak bu gayret ve çabalarda Türk milletinin tarihinden, milli benliğinden ve kökünden kopmadan yükselmek ve ilerlemek gayedir. Yapılacak her işte halka doğru, halkla beraber olmayı ilerlemenin, yükselmenin vazgeçilmez bir prensibi olarak kabul ederiz.

ENDÜSTRİCİLİK VE TEKNİKÇİLİK
Türk milletinin kalkınması için acele sanayileşmesi lazımdır.

Dokuz İşik görüsümüzün esasları gayet özet olarak bunlardır.
Dokuz Işık, nasıl kapitalizmi, marksist sosyalizmi red ediyorsa, nasyonal-sosyalizmi ve faşizmi de rededer. Nasyonal-sosyalizim ve faşizim, kapitalizmin dejenere bir sapması olup, insan hak ve hürriyetlerine inanmayan gerici diktatörlüklerdir. Dokuz Işik ise, insan sevgi ve saygısına dayanır, ferdi ve iktisadi hürriyetleri bir bütün olarak gercekleştirmek isteyen demokratik bir görüşdür. İlahlaştırılmış fasist devletçiliğe, putlaştırılmış nazist ırkçılığa inanmıyoruz. Fosilleşmiş söhretlerin yaptığı gibi siyasi kariyerinin belirli bir dönemde faşist, belirli bir döneminde kapitalist, diger bir döneminde sosyalist olmak, bizim politika ahlakımızda yokdur. Biz, Türk´e aşık, Türk vatanına aşık Dokuz Işıkçılarız. Amacımız bu kutsal vatan üzerinde Büyük Türk milletinin ebediyyen bağımsız yaşamasını sağlayacak milli görüşü çizmek, bunu savunmaktır.

Türk İslam bilginlerinin yaşadığı zorluklar nelerdir?

Türk İslam bilginlerinin yaşadığı zorluklar nelerdir?,ali kuscunun karsilastigi zorluklar, ali kuscunun yasadigi zorluklar, bilginlerin yasadigi zorluklar, eski turk bilginleri, islam bilginleri, o donemde yasayan turk islam, takiyuddinin karsilastigi zorluklar, turk astronomi bilginleri, turk islam bilginlerinin kosullari, turk islam bilginlerinin zorluklari, ...


Arapçanın çok bilinen bir dil olmaması sadece diğer ülkelerde değil, yaşadıkları toplumda bile okur yazarlık seviyesi düşük olduğu için bu bilginlerin bilgilerini ve keşfettikleri bilgilerin duyulmasına engel oluyordu..
Eski sosyal yapı gereği medrese ve özel yerlerde yaşadıkları ve genelde yönetim kadrosunda oldukları halktan kopuk yaşıyorlardı..

Facebook Şifresi Nasıl Çalınır?, Facebook Şifresi Nasıl Kırılır?

1 milyondan fazla kullanıcı sayısı ile Türkiye'de de çok popüler olan sosyal ağ sitesi Facebook'taki hesabınız kolayca çalınabilir. Bilmeniz gerekenler, bu haberde. Facebook hesaplarınızı ele geçirmek için son günlerde yaygınlaşmaya ...


1 milyondan fazla kullanıcı sayısı ile Türkiye'de de çok popüler olan sosyal ağ sitesi Facebook'taki hesabınız kolayca çalınabilir. Bilmeniz gerekenler, bu haberde.

Facebook hesaplarınızı ele geçirmek için son günlerde yaygınlaşmaya başlayan phishing (yemleme) saldırılarına karşı bilinçli olun. F-Secure güvenlik blog'unda da belirtilen Facebook Phishing saldırıları, kullanıcılar arasında hızla yayılmaya başladı. Hesabınızda ki wall’lar (sonradan eklenen uygulamalar) aracılığıyla bu tuzak, kendisine kolayca kurban bulabiliyor. Wall alanınıza bir bağlantı bırakılıyor ve siz, oraya girmeye çalıştığınızda sizi Facebook.com için kullandığınız e-posta adresiniz ve şifrenizi soran bir sayfa ile karşılıyor. Kullanıcı bilgilerinizi girdiğiniz takdirde de tüm bilgileriniz kötü niyetli kişiler tarafından ele geçiriliyor.

Facebook üzerinde bulunan özel mesajlarınız bile, 
çalınan hesaplarınız için ağlamanıza yeterli gelebilir.

Halen Önlem Alınmadı

Bu eklenti, halen aktif olarak çalışıyor. Kötü niyetli kişiler de ele geçirdikleri Facebook hesaplarından yararlanarak, daha fazla yayılmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Bunun için, kişi listesinde bulunan herkesin wall (Funwall gibi) adreslerine benzer phishing uygulamasının barındığı sayfanın linkini bırakıyor.

Sizden istenen her yerde bilgileri girmeyin. Mutlaka URL
(Adres satırını) kontrol edin ve emin olduğunuzda girin.

Ne Yapmak Gerekir?

Dostlarınızdan geldiğini düşündüğünüz her bağlantıya tıklamayın. Sizden e-posta adresinizi ve şifrenizi isteyen her alana, bu bilgileri girmeyin.

:: Facebook, ne kadar güvenli? Bu başlıkta tartışıyoruz. Siz de katılın.

Yazan: Olcay Kük
SDN - http://shiftdelete.net

Osman zeki üngör kimdir? Neler yapmıştır?

biyografisi, hakkinda, hakkında, hayati, hayatı, kimdir, osman, osman zeki ungor, osman zeki ungor hakkinda, osman zeki ungor hayati, osman zeki ungor kimdir, ungor, Üngör, zeki, zeki ungor biyografisi, zeki ungor hayati, zeki ungor kimdir
Besteci, Orkestra şefi, keman virtüozu Osman Zeki Üngör 1880 yılında İstanbul'da doğdu. Muzıka-i Hümayun'da Fasl'ı Cedid'i tertib eden Santuri Hilmi Bey'in torunu; Hacı Bekirzade Hüseyin Bey'in oğlu, Ekrem Zeki Ün'ün babasıdır.

Beşiktaş Askeri Rüştiyesi'nde okudu. 1891'de girdiği Mızıkai Hümayün'da yeteneğiyle II.Abdülhamid'in dikkatini çekti. Batı müziği öğrenimi görerek konser kemancısı oldu. Büyükbabası Santuri Hilmi Bey'in kurduğu Mızıkai Hümayun faslı Cedidi'nde ve Saffet Atabinen'in ilk defa düzenlediği senfoni orkestrasında başkemancı olarak çalıştı. Binbaşı rütbesiyle de Saray Orkestrası Şefi oldu.

Mızıkai Hümayun'da öğretim görevinde bulundu. İstanbul Erkek Muallim Mektebi'nde öğretmenlik yaptı. Bağımsız kadrosu olan ilk Türk senfoni orkestrasıyla Union Française'de haftalık halk konserleri verdi. Musiki Muallim Mektebi'nin müdürlüğünü yaptı.

Avrupa şehirlerinde de orkestralar idare ederek konserler veren Üngör; asıl ününü Mehmed Akif Ersoy'un İstiklal Marşını 1922 senesinde besueleyerek elde etti. Cumhuriyet'in İlanı'ndan sonra vazifesini Ankara'ya naklederek Ankara Riyaset-I Cumhur Musıki Hey'eti Şefi oldu.

Musıki Muallim Mektebi'nin kurulmasında önemli rol oynayan Üngör; 1924-1934 seneleri arasında bu okulun müdürlüğü vazifesinde bulundu.

1934 senesinde emekliye ayrılan Üngör; bir müddet de Teşvikiye Caddesi'nde Maçka Palas'ta oturmuş, 1958 senesinde de İstanbul'da vefat etmiştir. Cenaze töreninde özel izinle İstiklal Marşı çalındı.

İstiklal Marşı dışında başlıca eserleri: İlim Marşı, Azmü
Ümit Marşı, Töre Marşı, Türk çocukları, Cumhuriyet Marşı. kaynak

Başka bir kaynaktan:
Osman Zeki Üngör (d. 1880, İstanbul - ö. 28 Şubat 1958, İstanbul) Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın ilk şefi ve İstiklal Marşı'nın bestecisidir.Santuri Hilmi Bey'in torunu olan Osman Zeki Üngör, 1880 yılında Üsküdar'da doğdu. On bir yaşındayken Muzıka-yı Hümayun(saray orkestrası)'a alındı. Orkestradaki başarısı II. Abdülhamit'in dikkatini çekti ve konser kemancısı olarak yetiştirildi. Vondra Bey'den sonra uzun yıllar başkemancı olarak çalıştı.
Osman Zeki Bey, Safvet Bey'in (Atabinen) oluşturduğu senfonik orkestrada da başkemancı olarak görev aldı. Bir süre sonra yaylı çalgılar bölümü öğretmenliğine atandı. İstanbul Erkek Muallim Mektebi'nde müzik dersleri verdi.
I. Dünya Savaşı sırasında Muzıka-yı Hümayun'la Viyana, Berlin, Dresden, Münih, Budapeşte ve Sofya'da konserler verdi (Aralık 1917-Ocak 1918). Bu gezi dönüşünde Union Française'de haftalık konserler yönetmeye başladı.
1924'te Ankara'da çok beğenilen iki konser veren topluluk, Riyaseticumhur Musiki Heyeti adı altında cumhurbaşkanlığına bağlandı ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın çekirdeği oluştu. Topluluğun ilk şefi olan Osman Zeki, 1934 yılında sağlık nedeniyle emekliliğini istedi. İstiklal Marşı dışında, çoğu marş türünde başka yapıtlar da bestelemiştir.
1958 yılında hayatını kaybeden sanatçının cenazesi, askeri bando tarafından İstiklal Marşı çalınarak Karacaahmet'te toprağa verilmiştir. kaynak

Halkevi Nedir? Neden Açılmışlardır ?

Halkevleri nedir ne amaçla ne zaman kurulmuştur
CHPnin yan kuruluşlarından. 1931 yılında kapatılan Türk Ocaklarının yerine kuruldu. Halkevlerinde çalışmaları için eski Türk Ocağı mensuplarından dokuz kişi eğitilmek üzere Rusyaya gönderildi. Kuruluş gayesi, CHPnin altı okunda gösterilen Cumhüriyetçilik, Milliyetçilik halkçılık, Devletçilik, Laiklik ve inkılapçılık prensibine uygun nesiller yetiştirmekti
19 Şubat 1932 de resmen faaliyete geçen Halkevleri, çalışmalarına Türk Ocaklarından kalan binalarda devam edecek, bu ocakların mal varlığını alacaktı. Böylece ilk kurulan ankara Halkevi, Ankara Türk Ocağı Merkezine yerleşti
Çalışmaları dil- edebiyat, güzel sanatlar, temsil, spor, sosyal yardım, halk dershaneleri ve kurslar, kütüphane ve Yayın, köycülük, tarih ve müze şübeleri olmak üzere dokuz bölümde toplanan halkevleri özellikle kalabalık nüfuslu şehir ve kasabalarda kuruluyordu.
Herhangi bir yerde halkevi açılabilmesi için, teklifin CHP il yönetim kurulunca parti genel sekreterliğine gönderilmesi, genel yönetimin de teklifi kabul etmesi gerekiyordu. Halkevine üye olmak herkese serbestti. Fakat buralarda yalnız CHP üyeleri ve devlet memurları yönetici olabiliyordu. Halkevi başkanları, bağlı bulundukları CHP yönetim kurullarınca tayin edilirdi. Önemli merkezlerdeki başkanlar da CHP il başkanlığınca tayin edilirdi.
CHPnin bir yan kuruluşu olmasına rağmen, masrafları, özel idareler ve köy bütçe lerinden, bazı bankalar ve mahalli parti teşkilatlarından karşılanan halkevleri kısa zamanda bütün ülke sathına yayıldı. 1950 de 63 ilde toplam 478 halkevi, 4322 halkodası vardı. Bütün bunlar CHP düşüncesi doğrultusunda halkın örf ve adetlerini yıkmak, onların manevi değerlerle olan bağlarını ko parmak için faaliyet gösteriyorlardı.
Şehirli-köylü, genç-ihtiyar, kadın- erkek herkesin gelebileceği yer olarak ilan edilen halkevleri, varlığını halktan toplanan vergilere borçlu olmasına rağmen, CHPnin siyasal ve politik gayeleri doğrultusunda çalışmalar yaptığı, bunun da kanunlarla düzenlenen siyasi partilerin eşit şartlarda mücadele etmesi ilkesini bozması sebebiyle DP tarafından tenkid edildi. CHPnin kabul etmemesi sebebiyle, muhalefetteyken bu haksızlığı önleyemeyen DP, 14 mayıs 1950 genel seçimlerini kazanıp tek başına iktidara gelince, 5830 sayılı kanun hükümlerince 1952 de halkevlerinin faaliyetlerine son verdi. Mal varlığını hazineye devretti.
27 Mayıs 1960 ihtilalinden sonra UNESCOnun tavsiyesiyle halkevlerinin yerini tutmak üzere Türk Kültür Dernekleri kuruldu. Bu derneğin ismi 1963 te halkevi olarak değiştirildi. Ancak tüzüğünde siyasetle uğraşması yasaklanmasına rağmen halkevleri gittikçe siyasetin içine girip, tekrar CHPnin yan kuruluşu gibi çalışmaya başladı. 12 eylül 1980 Harekatında, bir takım siyasi olaylar çıkarıp, gençliği anarşiye sürüklemesi sebep gösterilerek çalışmaları durduruldu. Yöneticileri tutuklandı. 1987de yeniden açılmasına müsaade edildi.
Halkevleri nedir ne amaçla ne zaman kurulmuştur

Eş anlamlı kelimeler bulma oyunu

SÖZCÜK                                 EŞ ANLAMLISI

Bilim adamlarının ortak özellikleri nelerdir?

ARKADAŞLAR ÇOK LAZIM PZT YE YETİŞÇEK BİR ÖDEV BİR TÜRLÜ BULAMIYORUM
LOİS PASTEUR 'ÜN (YADA DİĞER BİLİM İNSANALRININ) KİŞİSEL ÖZELLİKLERİ ACİL!!!!!!



Bilim adamı, bir bilim dalında yetişmiş kimse, bilgin, sistemli bir şekilde fikrî faaliyette bulunan, araştırmalar yapan kimse demektir.
Bir bilim adamında bulunması gereken özellikler şunlardır:
» Özgür olmalıdır
» Güzel ahlaklı olmalıdır
» Dürüst olmalıdır
» Pozitif olmalıdır
» Gerçekçi olmalıdır
» Başkalarını takdir etmesini bilmelidir
» İnsaflı olmalıdır
» Değişimci olmalıdır
» Mantıklı olmalıdır
» Önyargısız olmalıdır
» Tarafsız olmalıdır
» Eleştirici olmalıdır
» Seçici olmalıdır
» Ölçme ve deneye dayanmalıdır
» Geniş bir hayal ve yorumlama gücüne sahip olmalıdır
» Hazmedilmiş bilgiler vermelidir
» Evrensel olmalıdır
» Taviz vermeden gerçekleri savunmalıdır
» İlmin izzetini muhafaza etmelidir
Bilim adamlarını ahlaktan ayrı ya da uzak olarak düşünmek imkansızdır. "Peygamberlerin vârisleri" olmak gibi manevî yüce bir makamları vardır. Bu makama layık olmayan veya hak etmeyen bilim adamlarına gerçek bilim adamı demek doğru değildir. Bunlara sahte ya da suistimalci bilim adamı demek daha doğru olacaktır. Bediüzzaman; "Hakiki âlimler zalim hükümdarlara karşı hak ve hakikati pervasızca söyleyen âlimlerdir."7 diyerek gerçek bilim adamının en önemli özelliğine işaret etmektedir.
Bir bilim adamının ilmiyle amel etmesi lazımdır. Yıllarca kendisini birçok masraf ederek yetiştiren bir kimsenin ilmiyle amel etmemesinin ne kadar yersiz olacağı muhakkaktır. Hem dinimiz, bilim adamının bilgilerini insanların yararına kullanmasının sadaka hükmüne geçeceğine işaret etmektedir.
Bir bilim adamı uzman olmadığı konuda konuşmamalıdır. Bu bilim ahlakına da uymaz. Zaten başka fen veya sanatta uzman dahi olsalar, sözleri geçerli olmaz. Bilim adamının tevazu sahibi olması lazımdır. İlmî enaniyetlerini tahrik ederek8 büyüklenme göstermeleri yakışmaz.
Bazı bilim adamlarının kötü ahlaklarının eseri olarak dünyevî maksatlar için firavumeşrep adamlarla veya mevcut otorite ile işbirliği yaparak9 bilime ve halka zarar verdikleri bir gerçektir.
Dindar bir ilim adamının siyasi fikrine muhalif olan salih bir ilim adamını kâfirlikle suçlaması, kendi fikrindeki bir münafığı da hürmetle övmesi, garazkarane tarafgirliğin bilim adamları arasındaki kötü sonuçlarını göstermektedir.10
Hırsları ve zekavetleri yüzünden geçim darlığına düşen birtakım bilim adamlarının iktisat yerine haysiyet, namus ve dinî mukaddesatını feda ederek menfaat elde etme yoluna gitmeleri ilmin haysiyetini küçük düşürmek anlamına gelmektedir. İlim idareden üstündür. Bu nedenle bilim adamlarının idarecilerin kapılarını aşındırmaları doğru değildir. İşin doğrusu idarecilerin bilim adamlarının kapılarını aşındırmasıdır.11
Bilimsel tartışmada bilim adamının tavrı nasıl olmalıdır?
Bilimsel tartışmalardaki ince bir noktayı nazarlara veren Bediüzzaman; haklı çıkanın insafsızlık edip sevinmemesi, haksız çıkanın ise sevinmesi gerektiğini söyler. Çünkü haklı çıkan yeni bir şey öğrenmediği için zarardadır, haksız çıkan ise yeni bir şey öğrendiği için kârdadır. İnsaflı ve hakperest bir bilim adamı hakkın hatırı için nefsinin hatırını kırarak hasmının elindeki hakikati rıza ile kabul edip memnun olmalıdır.12

Necmettin Erbakan’ın cenaze töreni nerede ne zaman

Etiketler: Necmettin Erbakan, Necmettin Erbakan cenaze töreni canlı izle, Necmettin Erbakan cenaze töreni ne zaman, Necmettin Erbakan çocukları, Necmettin Erbakan kaç yaşında öldü, Necmettin Erbakan kimdir, Necmettin Erbakan öldü, Prof Dr Necmettin Erbakan vefat etti: 27 Şubat 2011, Prof Dr Necmettin Erbakan vefat etti: 27.02.2011



Ankara’da güven Hastanesi’nde tedavi gören eski başbakanlardan ve Saadet Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan vefat etti. Türk siyasetinin önde gelen isimlerinden Necmettin Erbakan Milli Görüş’ün lideriydi. 3 OCAK’TA HASTANEYE KALDIRILMIŞTI Saadet Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan, 3 Ocak Pazartesi günü ayağında daha önceden var olan bir rahatsızlık nedeniyle gece geç saatlerde Güven Hastanesi’ne kaldırılmıştı. Ciddi bir sağlık durumunun olmadığı belirtiliyordu ancak 50 gündür hastanede gözetim altında tutulan ve ziyaretine gelen kimsenin yanına girmesine izin verilmeyen Erbakan’ın sağlık durumunun iyi olmadığı, felç geçirdiği iddiaları da gündeme gelmişti.
Erbakan’ın cenazesi 1 Mart 2011 Salı günü İstanbul Fatih Cami’nde öğle namazından sonra kılınacak cenaze namazının ardından İstanbul Merkez Efendi’deki aile kabristanlığına defnedilecek.

Atatürk'ün bilgi , bilim ve ahlak felsefesi hakkında görüşleri nedir?

Atatürk'ün bilgi , bilim ve ahlak felsefesi hakkında görüşleri nedir?,

Atatürk’ün Ahlak Üzerine Sözleri

  1. Tehdide dayanan ahlak, bir erdemlilik olmadığından başka, güvenilmeye de layık değildir.
  2. Birtakım kuşbeyinli kimselere kendinizi beğendirmek hevesine düşmeyiniz; bunun hiçbir kıymeti ve önemi yoktur.
  3. Bir milletin ahlak değeri, o milletin yükselmesini sağlar.
  4. Bir millet, zenginliğiyle değil, ahlak değeriyle ölçülür.
  5. Saygısızlığın, saldırının küçüğü, büyüğü yoktur.
  6. Samimiyetin lisanı yoktur. Samimiyet sözlerle açıklanamaz. O, gözlerden ve tavırlardan anlaşılır.
  7. Medeniyetin esası, ilerlemesi ve kuvvetin temeli, aile hayatın-dadır. Bu hayattaki fenalık mutlaka toplumsal, ekonomik ve politik beceriksizliği doğurur.
  8. Bir millette, özellikle bir milletin iş başında bulunan yöneticilerinde özel istek ve çıkar duygusu, vatanın yüce görevlerinin gerektirdiği duygulardan üstün olursa, memleketin yıkılıp kaybolması kaçınılmaz bir sondur.

ATATÜRK'ÜN BİLİM İLE İLGİLİ SÖZLERİ

Dünyada herşey için, medeniyet için, hayat için, başarı
için en gerçek yol gösterici ilimdir, fendir. İlim ve fennin
dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, doğru
yoldan sapmaktır. Yalnız ilmin ve fenin yaşadığımız her
dakikadaki safhalarının gelişimini anlamak ve ilerlemeleri
zamanında takip etmek şarttır. Bin, iki bin, binlerce yıl
önceki ilim ve fen lisanının koyduğu kuralları, şu kadar
bin yıl sonra bugün aynen uygulamaya kalkışmak elbette ilim
ve fennin içinde bulunmak değildir.

1924

Gözlerimizi kapayıp tek başımıza yaşadığımızı düşünemeyiz.
Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile alakasız yaşayamayız...
Aksine yükselmiş, ilerlemiş, medeni bir millet olarak medeniyet
düzeyinin üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ve fen
ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan olacağız ve her
millet ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt
ve şart yoktur.


1922

Gözlerimizi kapayıp tek başımıza yaşadığımızı düşünemeyiz.
Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile alakasız yaşayamayız...
Aksine yükselmiş, ilerlemiş, medeni bir millet olarak medeniyet
düzeyinin üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ve fen
ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan olacağız ve her
millet ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt
ve şart yoktur.

1922

Hiçbir tutarlı kanıta dayanmayan birtakım geleneklerin,
inanışların korunmasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi
çok güç olur; belki de hiç olmaz. İlerlemede geleneklerin
kayıt ve şartlarını aşamayan milletler, hayatı, akla ve
gerçeklere uygun olarak göremez. Hayat felsefesini geniş
bir açıdan gören milletlerin egemenliği ve boyunduruğu altına
girmeye mahkumdur.

1922

Başarılı olmak için aydın sınıfla halkın zihniyet ve hedefi
arasında doğal bir uyum sağlamak lazımdır. Yani aydın sınıfın
halka telkin edeceği idealler, halkın ruh ve vicdanından
alınmış olmalıdır.


1923

Halka yaklaşmak ve halkla kaynaşmak daha çok aydınlara yöneltilen
bir vazifedir. Gençlerimiz ve aydınlarımız niçin yürüdüklerini
ve ne yapacaklarını önce kendi beyinlerinde iyice kararlaştırmalı,
onları halk tarafından iyice benimsenip kabul edilebilecek
bir hale getirmeli, onları ancak ondan sonra ortaya atmalıdır.


1923

Taassup cahilliğe dayanır. Bundan dolayı taassubu olan cahildir.
İlim mutlaka cahilliği yener, o halde halkı aydınlatmak
lazımdır.

1923

Bu millet ve memleket ilme, irfana çok muhtaç; tahsil yapmış,
diploma almış gelmiş, olanları korumak kadar doğal ve lüzumlu
bir şey olmaktan başka, parti parti eğitim ve öğretim görmek
için ilim ve fen almak için Avrupa'ya, Amerika'ya ve her
tarafa çocuklarımızı göndermeye mecburuz ve göndereceğiz.
İlim ve fen ve ihtisas nerede varsa, sanat nerede varsa
gidip, öğrenmeye mecburuz. Bu nedenle artık himaye ok zayıf
kalır. Bunun yerine mecburiyet geçerli olur.


1923

İlim ve özellikle sosyal bilimler dalındaki işlerde ben
emir vermem. Bu alanda isterim ki beni bilim adamları aydınlatsınlar.
Onun için siz kendi ilminize, irfanınıza güveniyorsanız,
bana söyleyiniz, sosyal ilimlerin güzel (yapıcı) yönlerini
gösteriniz, ben takip edeyim.

1923

Ben, manevî miras olarak hiç bir ayet, hiçbir dogma, hiçbir
donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım
ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda
olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında, belki gayelere
tamamen eremediğimizi fakat asla taviz vermediğimizi, akıl
ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir.

1923

Oyun havası notaları

Oyun havası notaları,Misket Oyun Havasi Notasi, oyun havalari notalari do re mi, oyun havasi notalari, oyun havasi notalari do re mi, ...


Misket Oyun Havasi Notasi

Büyütmek için resme tıklayın...

Akut ve kronik pankreatit hakkında bilgi

Akut ve kronik pankreatit hakkında bilgi,Akut ve kronik pankreatit

Akut Pankreatit, ani başlayan bir pankreas inflamasyonudur (yangı). Olay bir anlamda pankreasın değişik derecelerde hasar görmesi olarak da özetlenebilir. Bu hasar bazen pankreas hücrelerinin ölümüne neden olabildiği gibi, ortaya çıkan bazı kimyasal maddelere bağlı olarak gelişen olaylar vücudun tamamını ilgilendiren genel bir felaket haline de dönebilir. Başka kelimeler ile ifade etmek gerekirse; pankreas hem iç salgı (endokrin: Örn. İnsülin) hem de dış salgı (ekzokrin: Örn. Amilaz, lipaz,tripsin...) yani sindirime yardımcı maddeler salgılar. Bu dış salgı içindeki maddeler inaktif formda olup, bağırsakta aktif hale geçerler ve yağ, şeker ile proteinlerin parçalanmasını sağlarlar. İşte akut pankreatitte bu maddeler bir şekilde daha pankreas içindeyken veya bir nedenle çevre dokulara ulaşarak aktif hale geçip dokuları parçalamaya başlarlar. Akut pankreatit bu kontrol dışı dokuların parçalanması olayına karşı vücudun ortaya koyduğu savunmanın ve sonuçlarına verilen isimdir.

Akut Pankreatit'in nedenleri

Akut pankretitin bir çok nedeni vardır. En sık rastlanılanı ise safra kesesi taşlarıdır. Safra kesesindeki taşlar kesenin kasılması ile ana safra kanalına dökülebilirler ve tıkanma sarılığı nedeni olabilir. Safra kanalına düşen taş ya kanal çıkışını tıkayarak ya da çıkıştan zorla da olsa geçip bağırsağa düşerken yarattığı olaylara bağlı olarak pankreas kanalında da değişik derecelerde tıkanıklık, basınç artması, hasar ve kanaldakilerin çevreye sızmasına neden olabilir. Aktif hale geçen enzimler çevredeki sağlıklı dokuları parçalamaya başlayabilir. Akut pankreatitin safra taşından sonra ikinci sırada gelen nedeni ise yoğun alkol kullanımıdır. Alkol de direkt ve indirekt yollardan benzer zincirleme reaksiyonları başlatabilir. Bu en sık iki neden dışında, çocuklarda kabakulak, erişkimde hiperlipidemi (kan yağlarının yüksekliği), kanal darlığı, pankreasın bazı doğmalık anomalileri, travma, nadiren de olsa hamilelik, veya hiçbir neden olmaksızın da akut pankreatit gelişebilir.

Akut Panreatit tipleri

Günümüzde hastalığın ağırlığını gösteren 2 tip akut pankreatitten bahsedilir:
  • 1. Akut ödematöz pankreatit

  • 2. Akut nekrotizan pankreatit.

    Akut ödematöz pankreatit

    Akut pankreatitlerin dörtte üçünü oluşturur. Hafif akut pankreatit de denir. Pankreasta minimal hasar olur. Ancak ciddi sorunlar yaratmadan, cerrahi tedavi gerektirmeden tamamen iyileşir ve geride kalıcı bir pankreas hasarı kalmaz.

    Akut nekrotizan pankreatit

    Akut pankreatitin yaklaşık dörtte birlik kısmını oluşturur. Ağır akut pankreatit de denir. Pankreas dokusunda ve hatta çevre dokularda ağır hasar, doku ölümü ile seyreder. Olayın ağırlığı ve tetiklediği değişik mekanizmalar nedeni ile solunum sistemi, böbrekler ve dolaşım sistemi de ciddi şekilde etkilenebilir. Dolayısı ile hayatı ciddi tehdit eden bir durumdur. Yoğun bakım gerektirir. Çok sayıda cerrahi müdahale gerektirebilir. Her türlü desteğe ve tedaviye rağmen vakaların %30'u kaybedilebilir. İyileşme olsa bile pankreas değişik derecede hasar görmüş ve fonksiyon kaybına uğramıştır. Bunun derecesine göre pankreas yetersizlik bulguları oluşabilir.

    Akut pankreatit bulguları nelerdir?

    Bulgular ani başlar. En belirgin bulgu karın ağrısıdır. Karın üst bölümünde künt vasıflı, özellikle sırta ve kuşak tarzında bele yayılan şiddetli bir ağrıdır. Bulantı kusma ve ateş tabloya eşlik edebilir. Hastaneye müracaatı zorunlu kılan bir tablo gelişir.

    Tanı

    Bu konuda deneyimli bir cerrah, klinik tablo ve bazı laboratuar testleri ile (özellikle kan amilaz ve lipazının çok yüksek olması...) tanıyı rahatlıkla koyar. Özellikle çekilen ilaçlı bilgisayarlı tomografide pankreasın hasarı hakkında fikir edinilebilir.

    Komplikasyonlar

    Hafif form genellikle komplikasyonsuz iyleşir. Ancak sık görülen komplikasyonlar kist gelişimi, pankreas apsesi ve fistüldür (pankreas sıvılarının dışarıya akması).

    Tedavi

    En kritik sorun akut pankreatitin tipini belirlemek ve nedeni ortaya koymaktır. Eğer ortadan kaldırılabilir bir neden ise (Ör.: kanalı tıkamış bir safra taşı) nedenin süratle ortadan kaldırılması tablonun süratle düzelmesine neden olur. Hangi tip olursa olsun tedavi genel prensipler doğrultusunda pankreası dinlendirmek yani ağızdan gıda alımını kesmek, damardan beslemek ve pankreastaki hasarın seviyesini bilgisayarlı tomografi ile takip etmek olarak başlar. Hafif formda, görüntülemede doku kaybı olmaksızın olayın 3-5 gün içerisinde gerilediği klinik bulguların (şikayetlerin) süratle gerilediği gözlenir ve ilave tedavi gerekmez. Ancak, değişik derecede doku ölümü (nekroz) saptanması ağır form ile karşı karşıya kalındığını gösterir ki bu özellikle uzman bakımı gerektirir. Doku kaybının seviyesinin takibi, bu ölü dokuları ölümcül bir komplikasyon olan infeksiyondan koruma, bozulan diğer sistemler ile mücadele, ameliyat zamanının planlanması (en önemli faktörlerden biri)... gibi hamleler iyi hesaplanarak ve zamanında yapılmalıdır. Yanlış strateji ölüm ile sonuçlanabilir. Bu nedenle deneyim çok önemlidir. Akut pankreatit atağı sonrası ne yapılmalı? Akut atak atlatılır atlatılmaz, altta yatan neden ortadan kaldırılmalıdır. Aksi halde tekrarı kaçınılmaz olur. Neden safra kesesindeki taşlar ise, safra kesesi alınmalı, alkol ise alkol alımına son verilmeli,... gibi. Eğer değişik derecelerde pankreas yetersizliği gelişir ise (sindirim bozukluğu , şeker hastalığı gibi) bunlar ile de ayrıca mücadele edilebilir.

    Linkler


  • http://www.hastarehberi.com/dahiliye/dahiliye8/akutpankreatit.htm

  • http://www.hastarehberi.com/dahiliye/dahiliye8/akutpankreatit.htm 

  • Beyruni kimdir, hayatı ve çalışmaları hakkında bilgi verir misiniz?

    Beyruni kimdir, beyruninin hayatı ve çalışmaları,beyruni  hakkında bilgi 

    D.:04.10. 973 Khiva (Hiyve) Hvarizm (Harzem)
    Ö.:13.12.1048 Gazne (Hindistan)

    Türk bilim adamı
    Asıl adı Ebul Reyhan Muhammed bin Ahmed bin Ahmed El Biruni (Beyruni, Beruni) olup Ortaçağın yetiştirdiği en büyük bilim adamıdır. Babasını küçük yaşta kaybetti. Türkçe’nin dışında Farsça, Sanskritçe, Süryanice, İbranice ve Arapça biliyordu. İbni Sina ile çağdaştılar. Astronomi, matematik, fizik, maden bilimi, indoloji ve tıp alanında çalışmıştır. Gazneli Mahmudun Hindistanı fethi üzerine bir süre Hindistanda yaşadı ve Hint bilim ve kültürünü inceledi. Daha sonra Gazne'ye yerleşti.

    Çalışmaları

    Enlem ve boylamların hassas bir biçimde saptanması için yöntem geliştirdi. Dünya'nın kendi ekseni etrafında döndüğünü İslam ülkelerinde ilk söyleyen kişidir. 18 kıymetli taş ve mineralin özgül ağırlığını hesapladı. 1000 yılında "Asari Bakiye" (Eski yapıtlar) isimli kitabı yazdı. 1030 da Gazne hükümdarı Mesud'a atfen yazdığı "Al kanun Al Mesudi" isimli kitapta yüksekliği bilinen deniz kenarındaki bir dağın tepesinden yatayla ufuk arasındaki açının ölçülmesi ile yeryuvarı yarıçapının hesaplanacağını göstermiştir (R=3333 arap mili=6426 km). 1018-1025 arasında Tahdid isimli kitabı yazdı. 1032 de Hint tarihi eserini yazdı. Düzgün çokgen çizimi ile uğraştı.

    Trigonometride birim daire yarıçapını 1 aldı. Ortografik projeksiyon yardımı ile küresel trigonometri için güzel çözümler buldu. Işık hızının ses hızından çok yüksek olduğunu söyledi. Coğrafya ile ilgili bir kitabı Fatih kitaplığındadır. 148 eser yazdığı bilinmekte ise de bunlardan ancak 32 si günümüze kadar gelmiştir. 1 derecenin sinüsünü 8 basamak hesapladı ve π‘ nin irrasyonel olduğunu gösterdi. Astrolob yapımını tanımladı, yer globusu yaptı, ay tutulmasından enlem saptadı. Usturlab konusunda da yayını vardır.

    Beyrûnî'nin büyük Türk hükümdarlarından Gazneli Mahmud'un (970-1030) oğlu Musud için 1030 yılında hazırlamış olduğu el-Kânûn el-Mesûdî (Mesud'un Kanunu) adlı meşhur astronomi kitabı, İslâm Dünyası'nda bu sahada yazılmış olan en kapsamlı eserlerden biridir. Trigonometriye ayrılmış olan uzun Giriş bölümünde, trigonometrik fonksiyonların birer oran veya sayı niteliğinde olduklarına dikkat çekilmiş ve birim çemberin yarıçapının 1 olarak kabul edilmesi önerilmiştir.

    Tevfik Fikret Şehrâyîn Şiiri

    sehrayin siiri tevfik fikret, sehrayin tevfik fikret, terza nedir, terza rima, terza rima nedir, terzarima, terzarima kafiye, terzarima nedir, tevfik fikret sehrayin, tevfik fikret sehrayin siiri, ...


    Bu şiiri her yerde aradım bulamadım. Bulan arkadaş yorum olarak yazarsa mutlu olacağız...

    Işığın Yansıması ve Yansıma Kanunları

    Konu ile alakalı etiketler: yansıma ve kırılma kanunları, kırılma kanunları, ışığın kırılma kanunları, kırılma yasası, kırılma yasaları, tam yansıma, kırılmanın kanunları nelerdir, ısık kırılması kanunları, ışığın kırılması ve kırılma kanunları, kırılma kanunları nelerdir, yansıma kanunları nelerdir, kırılma kanunları hakkında bilgi, ışık kırılmasının kanunları, fizik kanunları nelerdir, ışık konusu yansıma, kırılma konunları nedir, kırılma ve kırılma kanunları, wikipedia kırılma kanunları nelerdir, kırılma konunları nelerdir, kirilma kanunlari nelerdir, ışığın kırılması ve yansımalar, kırılma kanunu, ışığın yansıma yasaları nelerdir, kirilma yasalari, yansıma ve kırılma nedir,
    Işığın Yansıması ve Yansıma Kanunları

    Işığın Farklı Yüzeylerden Yansıması (Konu Anlatımı)
     1- Yansıma :
    Işığın yayılması sırasında ışık kaynağından çıkan ve ışığın yolunu belirleyen en ince ışık demetineışık ışını denir. Işık kaynağından çıkan veya parlak bir yüzeyden yansıyan ışık, ışık ışını denilen düz (doğrusal) bir çizgiyle gösterilir. Işığın yayılma ve ilerleme yönü gösterilirken de düz (doğrusal) çizgi üzerine ok işareti konur.
    Işık kaynağından çıkan ışık ışınlarının saydam ortamlarda hareket ederek herhangi bir yüzeye çarpıp geldiği ortama geri dönmesine yansıma denir. Yansıma olayında ışığın hiçbir özelliği (rengi, hızı, frekansı) değişmez. Sadece hareket yönü değişir.

    SORU :
    1- Bir duvara düşen, aynanın veya saatin oluşturduğu ışıklı bölgenin yeri
    nasıl değişir? (Aynanın veya saatin hareketine bağlı olarak değişir.)
    2- Gelen ışın ile yansıyan ışın arasında nasıl bir ilişki vardır? (Matematiksel bir ilişki vardır. Gelme açısı daima yansıma açısına eşittir.)

    2- Yansıma Kanunları :
    Yansıtıcı yüzeye gönderilen ve doğrultusunu değiştiren ışık ışınına gelen ışın denir. Yansıtıcı yüzeye çarpıp geldiği ortama geri dönen ışık ışınına yansıyan ışın denir. Yansıtıcı yüzeyle 900 lik açı yapacak şekilde çizilen (hayali) dikmeye yüzeyin normali (yansıtma yüzeyinin normali) denir.
    Yansıma olayında gelen ışınla yüzeyin normali arasındaki açıya gelme açısı, yansıyan ışınla yüzeyin normali arasındaki açıya yansıma açısı denir.
    Yansıma kanunları;
    1- Gelen ışın, normal ve yansıyan ışın aynı düzlem üzerindedir. (Yani aynı düzlem üzerinde gösterilebilir).
    2- Gelme açısı yansıma açısına eşittir.

    NOT :

    1- Bir yüzeye normal doğrultusunda yani dik gelen ışınlar kendi üzerinden geri yansırlar.




    2- Bir yüzeyden yansıyan ışın, gelen ışın veya yansıtıcı yüzey değiştirilerek istenilen noktaya düşürülebilir.

    SORU :
    1- Aynalar niçin görüntü verirler? (Düzgün yansıma yaptıkları için.)
    2- Işık kaynağından yayılan ışık, ortamdaki cisimlerin görülmesini nasıl sağlar?
    3- Aynalarda görüntü ışık sayesinde nasıl oluşur?
    4- Yeni bir ışık kaynağı kullanmadan bir ortamı aydınlatmak için ne gereklidir? (Ayna kullanılır. Aynalar, üzerine düşen ışığın tamamını yansıtırlar.)

    3- Yansıma Çeşitleri :
    Cisimlerin yüzeylerinin farklı özelliklere sahip olması, ışınları farklı şekillerde yansıtmalarına neden olur. Cisimlerin sahip olduğu yüzey şekillerine göre düzgün yansıma ve dağınık yansımaolarak iki çeşit yansıma görülür. Işık kaynağı olmayan cisimlerin görülmesinin nedeni farklı yüzeylerde gerçekleşen düzgün ve dağınık yansıma olaylarıdır. Düzgün ve dağınık yansıma olayları nedeniyle cisimler daha parlak veya daha mat görünürler.

    SORU :
    1- Güneş ışığı alan bir yerde iken bu ışık başka bir yere gönderilebilir mi?
    2- Güneş ışığı alan bir yerde iken bu ışık başka bir yere nasıl cisim kullanılarak gönderilebilir?


    a) Düzgün Yansıma :
    Düzgün ve parlak yüzeylere (düzlem ayna gibi) gelen paralel ışık ışınlarının çarptığı yüzeyden paralel yansımasına düzgün yansıma denir. (Düzlem aynadaki yansıma).
    • Cisimlerin bir yüzeyde net görüntülerinin oluşması için düzgün yansımanın gerçekleşmesi gerekir.
    • Işık ışınlarının geldiği yerin net olarak görülebilmesi için ışınların düzgün yansıma yapması gerekir.
    • Düzgün yansıma sonucu yayılan ışınların görülebilmesi için gözün uygun bir yerde olması gerekir.
    • Düzgün yansıma, ayna gibi düzgün ve pürüzsüz yüzeylerde gerçekleşir.
    • Düzgün yansımaya uğrayan cisimler parlak görünürler.


    Yansıma Kanunları
    1-Gelen ışın , normal ve yansıyan ışın aynı düzlemdedir.
    2-Gelme açısı yansıma açısına eşittir.
    3-Normal üzerinden gelen ışın kendi üzerinden yansır.
    4-Bir düzlem aynaya gelen ışın,aynayla yaptığı açı kadar açı yaparak yansır
    5-Bir düzlem aynaya gelen ışınla yansıyan ışın arasındaki açının yarısı gelme açısına veya
    yansıma açısına eşittir.
    6-Gelme açısı ile,gelen ışının aynayla yaptığı açının toplamı,yansıma açısıyla yansıyan ışının
    aynayla yaptığı açının toplamı 90 derecedir.

    ÖRNEKLER :

    1- Rüzgârsız bir günde, su birikintisinde veya gölde cisimlerin görüntülerinin düzgün görülmesinin sebebi düzgün yansımadır.
    2- Buruşuk olmayan alüminyum folyoda düzgün yansıma görülür.

    NOT : 1- Parlak yüzeyli cisimler daima düzgün yansımaya neden olmayabilirler. Düzgün
    yansımaya neden olabilmesi için yüzeyin aynı zamanda düzgün de olması gerekir.

    SORU : 1- Durgun su yüzeyindeki dalga ve titreşimler sudaki düzgün görüntüyü
    nasıl bozar?

    b) Dağınık Yansıma :
    Pürüzlü yüzeylere paralel gelen ışık ışınlarının çarptığı yüzeyden birbirine paralel olarak yansımamasına dağınık yansıma denir.
    • Dağınık yansıma sonucu cisimlerin bir yüzeyde net görüntüsü oluşmaz.
    • Göz sağlığı ve cisimlerin renklerinin ve şekillerinin daha iyi görülmesi için dağınık yansıma gereklidir.
    • Dağınık yansımaya uğrayan cisimler mat görünürler.
    • Dağınık yansıma, kumaş, döşeme, kâğıt gibi pürüzlü yüzeylerde gerçekleşir.





    NOT :
    1- Yansıma kanunları sadece düzgün yüzeyler için değil pürüzlü yüzeyler için de
    geçerlidir. Yani hem düzgün hem de dağınık yansımada yansıma kanunları geçerlidir.
    2- Buruşturulmuş alüminyum folyo yüzeyi pürüzlüdür ve bu pürüzleri oluşturan her bir parça ayrı ayrı birer düz ayna gibi davranır ve bu küçük aynalara gelen ışınlar yansıma kanunlarına göre yansır. Yansıyan ışınlar farklı yönlerdeki yüzey parçalarına çarptıkları için farklı yönlerde yansırlar. Buruşturulmuş alüminyum folyoda dağınık yansıma görülür.
    3- Fotoğrafçıların kullandığı spot lambaların etrafındaki çanak parlak ve pürüzlüdür. Pürüzlü olmasının nedeni dağınık yansıma oluşturmak ve daha iyi aydınlanma sağlamaktır. Lambanın etrafındaki çanaktaki pürüzlerin her biri farklı açılarla yerleştirilmiş küçük birer ayna gibi davranır ve ışınlar bu aynalardan farklı doğrultularda yansırlar. Bu sayede daha iyi aydınlanma sağlanmış olur.

    SORU :
     1- Işık kaynağı olmayan cisimlerin görülme sebebi nedir? (Işık
    kaynağından aldıkları ışığı yansıtarak göze ulaştırmalarıdır.)

    4- Cisimlerin Görülmesi :
    Herhangi bir cismin görülebilmesi için o cismin ya ışık kaynağı olması ya da ışık kaynağı tarafından aydınlatılmış olması ve cisimden çıkan ya da yansıyan ışınların göze gelmesi gerekir.
    Işık kaynağı olan cisimler ürettiği ışığı doğrudan etrafına yayarlar. Cisimden çıkan ışınlar (yansıma veya kırılmaya uğramadan) doğrudan göze geliyorsa cismin kendisi görülür ve görülen bu cisim ışık kaynağıdır.
    Işık kaynağı olmayan cisimler üzerine düşen ışık ışınlarını yansıtırlar. Işık kaynağı olmayan cisimlerin görülebilmesi için, ışık kaynağından o cisim üzerine ışık ışınlarının düşmesi ve ışık ışınlarının cisimde düzgün veya dağınık yansımaya uğradıktan sonra göze gelmesi gerekir. Işık kaynağından çıkan ışık ışınlarını alarak yansıtan ve görünür hale geçen cisimlere aydınlatılmış cisim denir.
    Işık kaynağı olmayan cisimlerin görülmesinin nedeni farklı yüzeylerde gerçekleşen düzgün ve dağınık yansıma olaylarıdır. Düzgün ve dağınık yansıma olayları nedeniyle cisimler daha parlak veya daha mat görünürler. Cisimlerin daha parlak veya mat görünmesinin nedeni, ışığı yansıtma özelliklerinden kaynaklanır. Üzerine düşen ışığı fazla yansıtan cisimler parlak, az yansıtan (fazla soğuran) cisimler mat görünürler. Hiç yansıtmayan cisimler siyah renkli görünürler.

    NOT :
    1- Güneş ışınları bütün uzaya ulaştığı halde bu ışınlar ay veya diğer gezegenler gibi gök
    cisimlerine çarpınca fark edilir. Güneş ve diğer yıldızların yaydığı ışınlar görünmezken sadece kendileri ve ışınlarının çarptığı cisimler üzerindeki parlaklıkları görülür.
    2- Ay, ışık kaynağı olmadığı halde Güneş’ten aldığı ışığı yansıtarak Dünya’ya ulaştırdığı için görünür.
    3- Sisli havalarda araba farları yanınca (açısı genişleyen) ışık demeti görülür. Bunun nedeni, su damlacıklarından oluşan sisin, araba farından çıkan ışık ışınlarını geri yansıtmasıdır.
    4- Yağmurun ardından Güneş ışığı görünür hale gelir. Bunun nedeni, Güneş ışınlarının yağmurun ardından su damlacıklarından ya da toz zerreciklerinden yansıyarak göze gelmesidir.
    5- Açık renkli cisimler ve parlak yüzeyler, üzerine düşen ışığın büyük bir kısmını yansıtırlar.
    Koyu renkli cisimler ve mat yüzeyler, üzerine düşen ışığın büyük bir kısmını soğurur, az kısmını yansıtırlar.
    Işık kaynağından gelen ışınları hiç yansıtmayan cisimler siyah görünürler.
    6- Gece sokağa çıkıldığında açık renkli kıyafetler giyilmesinin nedeni daha iyi görülmek içindir.
    7- Gece ıslak asfalt yolda araba kullanmak, karşıdan gelen araçların lambalarından çıkan ışık ışınlarını göze yansıtacağı için daha zordur. Asfalt pürüzlü yüzey olup normalde dağınık yansıma yapmasına rağmen, ıslak asfalt düzgün düzey gibi davranarak düzgün yansımaya neden olur.
    8- Sayfaları parlak kâğıtlı kitabı okumak, üzerine düşen ışınlar düzgün yansımaya uğrayacağı ve göze fazla ışık geleceği için daha zordur. Saman kâğıtlı kitapta dağınık yansıma sonucu ışınlar her yöne gider ve göze fazla ışık gelmesi engellenir.
    9- Cisimlerin görülebilmesi için ya ışık kaynağı olması ya da ışık kaynağı tarafından aydınlatılmış olması gerekir ve cisimlerden çıkan ışınların göze gelmesi gerekir. Cisimlerin görülebilmesi için cisme bakmaya gerek yoktur. Sadece ışınların göze gelmesi gerekir.
    10- Cisimlerin görülmesinde ışık cisimden çıkıp göze gelir. Gözden çıkıp cisimlere çarparak görme olayı gerçekleşmez.
    11- Karanlık bir ortamda herhangi bir madde yokken bu ortama düşürülen ışık ışınları görülmez yani ortam aydınlanmaz. Bunun nedeni, ışığın yansımasını sağlayacak madde bulunmamasıdır.
    Karanlık ortamda çeşitli cisimler varken maddesel ortam oluşturur ve bu cisimler görünür. Bunun nedeni, cisimlerin ışığı yansıtarak göze gelmesini sağlamasıdır.
    12- Yansıyan ışık demetinin daha iyi gözlenmesi için ışığın yansıdığı ortam unla veya tebeşir tozuyla tozlu hale getirilir.
     
    Hazırlayan: MURAT ÜSTÜNDAĞ
    Kayseri Mithatpaşa İlköğretim Okulu Fen ve Teknoloji Öğretmeni
    Kaynak:www.fenokulu.net
    Fiber Optiğin Aydınlatmadaki Önemi
    Fiber optik aydınlatma ürünleri ışığı kaynağından uzaklara taşımak için kullanılır. Bilindiği gibi doğrusal bir yol izleyen ışığı saydam olmayan bir engelin arkasına geçirmek mümkün değildir. Bu kablolar sayesinde ışık kıvrımlı yollar alabilmekte, istenilen bölgeye taşınabilmektedir.
    Fiber optik aydınlatmada;
    - Sadece ışık taşınır, elektrik taşınmaz,
    - Daha güvenlidir, çarpılma olmaz,
    - Işık istenen yere taşınabilir,
    - Isınma neredeyse olmaz, Yanıcı   malzemelerin bulunduğu alanlarda güvenle   kullanılabilir,
    - Farklı renklendirilmeler yapılabileceği için   estetik yönü kuvvetlidir.