Menü

ADS

26 Nisan 2015 Pazar

Sami Paşazade Sezai Küçük Şeyler hikayesinin özeti, Küçük Şeyler hikayesinin incelemesi, Küçük Şeyler hikayesi bilgi

Batılı Anlamda İlk Hikaye Küçük Şeyler ( Sami Paşazade Sezai)

Sami Paşazade Sezai : "Küçük Şeyler" adlı eseriyle modern hikâyeyi oluşturmuştur.

KÜÇÜK ŞEYLER: Sami Paşazade Sezai; hikâye; edebiyatımızdaki Batılı anlamda ilk hikâye eseridir; küçük hikâye türünün ilk örneğidir; yazar bu eserini Alphonse Daudet’in etkisiyle yazmıştır…

Yazınımızda ilk gerçekçi öykülerin ortaya çıktığı bir eserdir.

Küçük Şeyler'de biri Alphonse  Daudet'ten çeviri olmak üzere yedi öykü vardır. Yazar, kitabın başına koyduğu ön sözde, "anlatının artık şaşırtıcı olayları çocukça bir anlatımda anlatmaktan çıktığını, doğanın gizlerine karşı bilimlerin ve fenlerin kazandığı zaferlerle ve insanlığın yüreğiyle ilgili olarak yıllarca süren incelemelerin ortaya koyduğu bilgilere dayanarak yazıldığını" söyler ve "Buna,'edebiyat otopsisi bilimi' diye ekler. Bu ön sözdeki anlatı tanımı, Gerçeklilik ve Doğalcılık akımlarının tanımı olarak görülebilir....

GENEL BİLGİLER:


Küçük Şeyler'deki hikayeler küçük insanların sıradan olaylar çevresindeki hayatlarından kesitler olarak sunulmuş anlatımlardır. Küçük, önemsiz, derinliksiz görülen hayatların önemli ayrıntıları, derin teşrihleridir. Sami Paşazade Sezai, ilk örnek olma özelliği kazanan bu hikayelerde, kendi kaygıları, kendi özlemleri, kendi problemleri içinde yaşayan küçük insanları, başkalarına küçük ; ama kendilerince büyük dünyalarında yakalamayı başarmıştır. Onların hülyaları, özlemleri, sevgileri büyüktür. İnsana dikkatli bir bakış vardır. Dilsitan'ın aşkı kendince "latif'tir. Paskal, sanatına uygun olarak, "bütün geceler" sevdiğini güldürmeyi tahayyülle sabahlar. Kediler hikayesinin beyi, kedilerin istila ettiği evde bulamadığı huzuru sokakta nafile arar. Yalnız bir yaşlının dramını  bu hikayede derinden duyarız. Kişileri, kendi hayatları, kendi tabii mihverinde yaşarken tanıma fırsatı buluruz. Selim İleri, o "kişileri bireysel serüvenleri çerçevesinde" ele almıştır diye değerlendirir. İsmail Hikmet (Ertayları) ise, onun üslubunu "şeffaf, hassas, bikarar, hatta bazı cihet1erinde nalan" ifadesiyle değerlendirerek, hikayelerin "hemen hepsinde hakikat-i içtimaiyenin bir köşesi tekmil bedahet-i girye-fermasıyla manzurdur" hükmünü verir.
Küçük Şeyler Tanıtım Özeti

Hâlid Ziya, Kırk Yıl adlı anılarında, Yine bir gün kitapçıda, İstanbuldan yeni gelmiş şeyleri gözden geçirirken, Sâmipaşazâde Sezâi Beyin Küçük Şeyler kitabını gördüm. Küçük Şeyler beni çıldırttı. Sanat heyecanım içinde bu kitaptan duyduğum zevke ve neşeye yetişebilecek bir duygulanma bilmiyorum. Bu bana yeni bir ufuk, ülkenin yayın ve sanat göğünde vaadlerle dolu parlak bir doğuş göstermiş oldu. Küçük hikâyelerin tercüme denemeleriyle geçen zamanın ve bu Küçük Şeyler kitabıyle yinelenen temasların bende biriktirmiş olması gereken bir heyecan toplamı, (...) sanki gelecek yılların dölyatağına düşerek hayata çıkmak zamanını beklemeye başlamış bir gebelik tohumunu meydana getirmiş olacak ki, yazı mesleğinde en çok sevdiğim küçük hikâyelerden kim bilir ne kadar yazmış oldum, diyerek kendisini öykü yazmaya yönelten etkenin Küçük Şeyler olduğunu söylemektedir.



Sami Paşazade Sezai Pandomima özeti,incelemesi

Küçük Şeyler'de biri Alphonse  Daudet'ten çeviri olmak üzere yedi öykü vardır. Yazar, kitabın başına koyduğu ön sözde, "anlatının artık şaşırtıcı olayları çocukça bir anlatımda anlatmaktan çıktığını, doğanın gizlerine karşı bilimlerin ve fenlerin kazandığı zaferlerle ve insanlığın yüreğiyle ilgili olarak yıllarca süren incelemelerin ortaya koyduğu bilgilere dayanarak yazıldığını" söyler ve "Buna,'edebiyat otopsisi bilimi' diye ekler. Bu ön sözdeki anlatı tanımı, Gerçeklilik ve Doğalcılık akımlarının tanımı olarak görülebilir....
Aşağıda Küçük Şeyler hikaye kitabının 7.(son) öyküsü olan Pandomima'nın özetini ve incelemesini bulabilirsiniz...




KİŞİLER:
Paskal: Hikayenin başkahramanı...İnsanları güldüren bir pandomim sanatçısı, yalnız ve kimsesiz biri...33 yaşında ve şişman...
Eftelya: Paskal'ın aşık olduğu kız, tiyatro seyircilerinden biri...Paskal'ın kendine aşık olduğundan haberi yok, başkasıyla evleniyor...
DİĞER KİŞİLER: İhtiyar Rum karısı, Eftelya'nın validesi ve mahalleli...

MEKAN : Haseki , Yeni Bahçe , tiyatro salonu...Paskal'ın evi hikayenin girişinde ayrıntılı betimleniyor...

ZAMAN: Yazın bir öğle üzeri, bir cuma günü zaman ifadeleri geçmektedir.

ANLATICI: Olayların öncesini ve sonrasını bilen ,kişilerin zihinlerinden geçenleri, geçmişte yaşadıklarını, en gizli mahrem bilgilerini bile bütün ayrıntısı ile bilen İLAHİ BAKIŞ AÇILI HAKİM ANLATICIDIR.

KİŞİSEL DEĞERLENDİRME:

Sami Paşazade Sezai'nin Batılı anlamdaki ilk hikaye örnekleri sayılan Küçük Şeyler kitabının son hikayesi olan Pandomima son derece etkileyici ve sarsıcı bir öykü...Kimsesiz ve yalnız bir pandomim sanatçısının platonik  aşkını ve onun aşkından habersiz güzel Etfelya evlenince hayatına son vermesi çok dokunaklı...Dönemin hakim zihniyeti hikayenin dil özelliklerinde kendini gösteriyor.Birçok Arapça ve Farsça kelime ve tamlamaların kullanıldığı hikayenin  şimdiki genç nesil için biraz ağır duruyor...İçinde geçen yabancı kelimelere aldırış etmeden bu enfes öyküyü mutlaka okumanızı öneririm...

Sami Paşazade Küçük Şeyler hikaye kitabı özetleri

 Sami Paşazade'nin Küçük Şeyler hikaye kitabının  ilk hikayesi "Bu Büyük  Adam Kimdir? ismini taşır ve bir çocukluk hatırasının  hikayeleştirilmesiyle şekillenmiştir.Bir çocuk olan hikaye kahramanı, sokakta dikkatini çeken bir kişinin hal ve tavrındaki farklılığı  Fransızca derslerinde okuduğu kitabın etkisiyle, büyük adamlara mahsus bir özellik olarak düşünür ve zihninde o kişiyi bir kahraman olarak yaşatmaya başlar. Rastladığı bir kavga sahnesi dahi, bu zannını , zihnindeki kurguyu bozamaz. Bu dünya, yıllar sonra bir tütüncünün gerçeği ifadesine kadar sürer. Bu büyük adam. gerçekte okuma yazması olmayan, sıradan biridir.
Hiç hikayesi hayat mücadelesine "zırhsız , silahsız ; yani zayıf bir bünye, hassas bir gönül"le girmiş yirmi yaşlarındaki bir gencin yaralanışının. hayallerinin kırılışının  hikayesidir. Tahsiline , yeteneğine uygun ortamlar bulamayan genç Tanzimat romanlarındaki kahramanlar gibi babasızdır. Annesinin hastalığı bir süre hayatım alt üst eder. Ali Bey gibi hayat tecrübesinden yoksun genç. sabah akşam eve gitmek için bindiği vapurda karşılaştığı "bir hüsn-i nazar-rüba"ya  ilgi duymaya başlar. Bu genç kızın hep gülen yüzü onu yeni hayallere sevk eder. Bitip tükenmeyen hayaller... Sonunda bir karşılaşma ve konuşma anında kıza dikkatle bakınca acı gerçeği fark eder. Üst dudağı biraz kısa olan bu kızın tebessümü sade ona değil. "bütün aleme, bütün eşyaya" dır.

Kediler hikayesi "otuz üç senelik bir refakat"in sonunda kendisi yerine kedilerin tercih edilmesiyle hayatının en büyük kederini yaşayan bir kocanın  içine düştüğü çıkmazı anlatır. Kediler bu evin her tarafım doldurmuştur ve attığı her adımda karşısına dikilmektektedirler. Evde onlar bey olmuş. kendisi uşak konumuna düşmüştür. Hanımı da hep onları düşünmektedir. Bu iktidar değişimine razı olmayınca evi terk eder ve o günü akşama kadar gideceği bir yeri düşünmekle geçirir. Akşam yine çaresiz "müteessir bir hal ilen evine dönmek zorunda kalır. Hikaye yalnızlık temini böylece. yer yer yazarının kattığı duygusal ifadelerle derinden duyurmayı başarır. 

"İki YÜZ Elli Kuruşa  Bir Asır " hikayesi Çamlıca'nın güzelliğini tasvirle başlar. Boğaz'ı , Marmara'yı Çamlıca ile bütünleştiren sanatkarane  bir tasvir. Tıpkı İntibah'ın başlangıcında Namık Kemal'in yaptığı gibi. Ancak daha gerçekçidir ve yeni bir dille yapılır. "...bu hıyabanda fikr-i şairaneye mirkat-i itila olacak kadar, meşe gibi, şimşir gibi
büyümesi devirlere muhtaç olan yüksek ağaçları  vardı. Bazen bir kara tavuk hıyabanın medhalinden girip ıslık çalarak bu yeşil kubbenin altından sür'at-i taycıanıyla geçerdi. Bazen gurup bu meşcereye aksedince ağacların  tepeleri ziyadar bir yeşil, ortaları  uçuk pembe, gökleri mai görünürdü...Hikaye, anlatıcının birkaç sene sonra Çamlıca'nın yanı başındaki bu meşcere'nin iki yüz elli kuruşa odunculara satıldığını öğrenmesi ile biter. Metne hikayeden daha çok tasvir ve izlenim üzerine kurulu  bir fantazi gözüyle bakmak mümkündür.

Düğün hikayesi esaret temi üzerine kumlu bir metin olarak, başta Sergüzeşt olmak üzere dönemin birçok eserinde görülen bir konuyu işlemektedir. Konağın  genç beyi tarafından güzel bulunarak odalık yapılan. daha sonra bir kenara itilen Dilsitan'ın hikayesidir bu. Evin genç beyi sosyal konumuna denk biri ile evlendirilmekle ve bu amaçla düğün hazırlıkları  görülmektedir. Dilsitan bu hazırlıkların ortamında gelin adayının kendisi olmadığını  öğrenir. Böylece ona üzüntü  ve kederinden hastalanmak (verem olmak) düşer. Herkes eğlenirken o son anlarını yaşamaktadır.

Küçük Şeyler'in son hikayesi Pandomima'dır.

NOT: Hikaye özetleri Dr. Mehmet Törenek'e aittir...

MESNEVİ NAZIM ŞEKLİ ÖZELLİKLERİ MADDELER HALİNDE

MESNEVİ NAZIM ŞEKLİ ÖZELLİKLERİ MADDELER HALİNDE...
  • Klasik edebiyatta olay çevresinde anlatmaya bağlı edebi metinlerin en önemlisi mesnevidir.
  • Arapça'da ikilik,ikişerlik anlamına gelmektedir.
  • Mesnevi nazım şekli i İran edebiyatında ortaya çıkmış daha sonra Arap ve Türk edebiyatına geçmiştir.
  • Bir şairin beş mesneviden oluşan eserler bütününe ''hamse'' denir.Dünya edebiyatında ilk hamse sahibi sanatçı ''Nizami'' ' dir. Türk edebiyatında ise Ali Şir Nevai'dir.
  • Genelde uzun hikayeler mesnevi nazım şekli olarak kullanılmıştır.
  • Türk edebiyatındaki ilk mesnevi Kutadgu Bilig'tir.
  • Mesnevilerde konuya hemen girilmez. Üç bölümden oluşur:
  • Giriş, konunun işlenişive bitiş bölümüdür.
  • Aruzun kısa kalıpları kullanılarak yazılır.
  • Mesnevilerde ele alınan konular şunlardır; ahlak, savaş,a şk v.b
  • Nazım birimi beyittir.
  • İran Edebiyatından,edebiyatımıza geçmiştir.
  • Her beyit kendi arasında kafiyelidir.
  • Özellikle Divan edebiyatında uzun manzum eserler Mesnevi nazım şekli olarak kullanılmıştır.
  • Türk edebiyatında en önemli mesneviler şunlardır:
  • Kutadgu Bilig(Yusuf Has Hacip), İskendername(Ahmedi), Yusuf ile Züleyha(Şeyyat Havza), Mantıkut Tayr(Gülşehri), Vesiletün Necat(Süleyman Çelebi), Leyla ile Mecnun(Fuzuli), Risaletün Nushiyye(YunusEmre), Cemşidi Hurşit(Ahmedi), Garipname(Aşık Paşa), Harname(Şeyhi), Hüsnü Aşk(Şeyh Galip), Hayriyye(Nabi) ...
  • Mesnevi özellikle Arap, Fars ve Osmanlı edebiyatında kendi aralarında uyaklı beyitlerden oluşan ve aruz ölçüsüyle yazılan divan edebiyatı şiir biçimidir.

Mesnevilerin yapısı, Mesnevilerin teması Mesnevilerin edebi değeri

Mesnevilerin yapısı, teması ve edebi değeri konulu sunum
YAPISI:
Divan edebiyatının en uzun nazım şeklidir .aa/bb/cc/dd/ee/ şeklinde kendi arasında uyaklanan beyitlerin oluşturduğu bir yapısı vardır.(Beyit sayısı sınırsızdır). Beyit sayısı  20-25 bine kadar çıkabilir.Her beytinin kendi arasında kafiyelenmesi hem yazma kolaylığı sağlar hem de daha uzun metinlerin bu şekle uygun olarak kaleme alınmasına imkân tanır. Diğer nazım şekillerindeki kafiye bulma zorluğu şairleri uzun metinlerde bu şekli kullanmaya teşvik etmiştir. Bu nedenle uzun aşk öykülerinde, destanlarda mesnevi kullanılmıştır. Klasik düzende bir mesnevi; tevhid, münacat, na't, miraciye, eserin sunulacağı büyüğe övgü, mesnevinin niçin yazıldığını açıklayan sebeb-i nazm ve hikâyenin anlatımı(ağaz-ı destan) bölümlerinden oluşur.

TEMASI:
  • Aşk, 
  • din ve tasavvuf, 
  • ahlâk ve öğreticilik,
  •  savaş ve kahramanlık, 
  • şehir ve güzelleri, 
  • mizah.
EDEBİ DEĞERİ: 
Divan edebiyatında roman ve hikaye gibi türler olmadığı için mesneviler bir bakıma bu türlerin yerini tutmuşlardır. On bölümden oluşur.Aynı şair tarafından yazılmış beş mesneviye 'Hamse' adı verilir. Hamse sahibi olmak bir itibar kaynağıdır. Hamse sahibi olarak tanınmış önemli divan şairleri: Ali Şir Nevâi, Taşlıcalı Yahya, Nev'i-zâde Atâi'dir.

Geleneksel Türk tiyatrosu Karagöz oyunu özellikleri kısaca maddeler halinde...

GELENEKSEL TÜRK TİYATROSU TÜRLERİ 
KARAGÖZ
  •  Seyirlik halk oyunlarından olan Karagöz, bir gölge oyunudur.
  •  Oyunda Karagöz cahil halk tipini; Hacivat iseaydın tipini temsil eder. 
  • Geleneksel Türk Tiyatrosu ürünlerindendir.
  •  Manda ve deve derisinden yapılan resimlerin, bir ışık yardımıyla sahnedeki perdeye yansıtılmasıyla oluşur. 
  • Bir gölge oyunudur. Bu nedenle bazı kaynaklarda “Hayal-i Zıl” şeklinde de adlandırılır. Kahramanları : Karagöz, Hacivat, eşraftan kimseler, Beberuhi, Tuzsuz Deli Bekir, satıcılardır. 
  • Karagöz; okumamış, hazır cevap, söylenenleri ters anlayan ve buna göre cevaplar veren kaba bir adamdır. 
  • Hacivat ise aydın ve yarı aydın kişileri temsil eder. 
Karagöz oyununda bütün konuşmalar perdenin arkasındaki tek kişi tarafından yapılır. Bu nedenle Karagöz oynatmak zor bir iştir. Karagöz oyununun oynatıldığı perdeye “hayal perdesi” denir. Oynatan kişi de hayali ya da hayalbaz olarak adlandırılırKaragöz oyunu dört bölümden oluşur: 
1) Giriş: Sahneye göstermelik denen bir resim konulur.
2) Muhavere: Karagöz ve Hacivat’ın karşılıklı konuşmaları
3) Fasıl (Asıl oyun)
4) Bitiş: Oyunun sonunda hatalar için özür dilenen ve bir sonraki oyunun yerinin belirtildiği bölümdür.
Karagöz oyunundaki tipler ana hatlarıyla şöyle tasnif edilir: 
a)Asıl Tipler:Karagöz, Hacivat
b)Şive taklitleri yapan tipler: Kastamonulu, Kayserili, Bolulu,Eğinli,Arap, Acem,Arnavut,Laz,Kürt,Rumelili, Muhacir,Ermeni,Yahudi,Rum ,Frenk
 c)Hasta Tipler:Beberuhi,Tiryaki, Kekeme,Altıkulaç, Sarhoş, Deli
 d)Diğer Tipler:Çelebi,Köçek,Zenne

Ortaoyunu nedir, Ortaoyununun özellikleri maddeler halinde

Seyircilerle çevrilmiş bir alanda, yazılı bir metne bağlı kalmadan ve doğaçlama (tuluat) yoluyla oynanan bir oyundur. 
  • Orta oyunu anonim yani halka ait bir oyundur.
  • Oyuncular bir metne dayalı olarak değil doğaçlama olarak oynarlar.
  • Orta oyununda taklitlere, yanlış anlamalara ve şivelere sıkça yer verilir.
  • Orta oyununda müzik oldukça önemli bir oyundur.
  • Orta oyununda dekor yoktur, her yerde oynanabilir.
  •  Orta oyununu farklı çevrelerden gelen ve değişik uluslara ait olan insanlar oynarlar.
  • .Oyunda Karagöz ile Kavuklu’nun; Pişekâr ile Hacivat’ın bütün özellikleri aynıdır. 
  • Karagöz ile Ortaoyunun farkı ise, Karagöz’ün perdede, Orta Oyun’un meydanda oynanmasıdır. Yani Orta Oyunu canlı kişilerle oynanırken Karagöz’de tasvirlerin gölgesi oynatılır.  

Meddah nedir, Meddah genel özellikleri maddeler halinde

  • MEDDAH
  •  Geleneksel tiyatro içinde yer alan Meddah hikâyelerinde rol alan bütün kişileri, hikâyeyi anlatan ve meddah adıyla anılan tek kişi canlandırır. 
  • Hikâye anlatmak olan meddahlık bir taklit yapma sanatıdır.
  •  Perdesi, sahnesi, dekoru, kostümü bir sanatkârda toplanmış bir temaşadır. 
  • Meddah bir sandalyeye oturarak dinleyicilerine hikâyeler anlatır. 
  • Meddahın anlatışını, günlük yaşamdaki olaylar, masallar, destanlar, hikâyeler ve efsaneler oluşturur. 
  • Meddahın aksesuarını bir mendil ile bir sopa (baston) oluşturur. 
  • Genellikle güldürücü, ahlâkî ve edebi sonuç çıkarılacak hikâyelerine klişeleşmiş "râvıyân-ı ahbar ve nâkılân-ı âsar ve muhaddisân-ı ruzigâr şöyle rivayet ederler ki" şeklinde söz başı ile başlar, daha sonra kahramanları sayıp hikâyesini anlatır.
  •  Meddah hikâyenin kahramanlarını kendi yöresinin dili ve şiveleri ile konuşturan insandır. 


Köy seyirlik oyunları hakkında bilgi maddeler halinde

KÖY SEYİRLİK OYUNLARI 

Köy seyirlik oyunları, adı üzerinde seyirlik oyunlardır. 
Tıpkı ortaoyunumuzda olduğu gibi bu oyunlar da genellikle köyün ortasında, köy meydanında oynanır. Seyirciler çepeçevre oyuncuları çevreler. Oyuncu - seyirci ayrılığı hem vardır hem yoktur. Oyuncuları oyuna seyirciler hep beraber hazırlar. Bir tas, bir şapka, bir baston, bir deve, bir sopa, bir tüfek olabilir. Sırası gelen oyuncu seyirci içinden çıkarak oyuna katılır, oyundaki görevi bittikten sonra yeniden seyircilerin arasına karışır. Köy seyirlik oyunlarında da ortaoyununda ve meddahta olduğu gibi doğaçlamaya büyük önem verilir. 

25 Nisan 2015 Cumartesi

Şeref Taşlıova kimdir, Şeref Taşlıova edebi kişiliği ve eserleri kısaca maddeler halinde

ŞEREF TAŞLIOVA EDEBİ KİŞİLİĞİ VE ESERLERİ 
  • 10 Nisan 1938’de Çıldır’ın Pekşeren (şimdiki adı Gülyüzü) köyünde doğdu. Köylerine gelip giden aşıkların etkisiyle yaklaşık 10 yaşında şiir yazmaya başladı. İlkokuldan sonra bir süre öğretmen okuluna devam etti. Bu yıllarda da bağlama çalmayı öğrendi.

  • Aşık Şenlik’in oğlu Aşık Kasım’a çıraklık yaparak kendini geliştirdi ve yöredeki aşıklarla tanışma fırsatı buldu.

  • Konya Aşıklar Bayramına başından beri katıldı. Katıldığı yarışma ve festivallerde değişik dallarda birçok ödül aldı. Çeşitli dergilerde folklor yazıları yazdı. Amerika’dan Japonya’ya birçok ülkede programlar yaptı. Taşlıova, Azeri, Fars ve Anadolu kültürüyle yoğrulmuş aşıklardandır.

  • Birçok dergi, gazete ve araştırmada aktarılan şiirlerinin bir bölümü HAGEM tarafından “Gönül Bahçesi” (1990) adıyla yayımlandı.

Bir mektup göndermiş vefalı yarim
Boz bulanık seller durulanda gel
Günbegün artıyor gamım efkarım
Gökteki ay yeni görülende gel

Gurbete gidenler döndü köyüne
Anlatırlar hep övüne övüne
Kırk gün kaldı telli kızın toyuna
Davullar zurnalar vurulanda gel

Yedi yıldır sensiz geçirdim yazı
Çoğu gitti kaldı ömrümün azı
Meleşir koyunlar peşinde kuzu
Arılar çiçeğe sarılanda gel

Böle mi kesmiştik ahtı amanı
Seçmedin mi yahşi ile yamanı
Ekinler biçildi harman zamanı
Bostanlar devşirip derilende gel

Şeref der ki anlamaya söz gerek

Kavuşunca utanmayan yüz gerek
Derdimizi anlatmaya saz gerek
Aşıklar meclisi kurulanda gel

(anonim halk ürünleri) Bilmece örnekleri

Bilmece nedir? Bilmece örnekleri
Bilmeceler eşya, insan, hayvan, bitki, doğa ve inanışla ilgili bilgilerin üstü kapalı olarak anlatılması ve onun ne olduğunun düşünülerek bulunmasını hedefleyen çoğu kalıplaşmış sözlerdir. Bilmece Anadoluda “asal, elçim, masal, mat, metal, tapmaca, bulmaca, hikaye, söz, bilmeli, metal, tanımaca, fıcık, dele, gazelleme” gibi adlarla da anılmaktadır.

Bilmece Örnekleri:

Ala bakar mora bakar
Oturmuş bakla satar
Baklanın okkası kaça dedim
Çıldır çıldır yüzüme bakar (KURBAĞA)


Bir acayip nesne gördüm
Alem bilir ismini
Başını sürter kendine öldürür cismini (KİBRİT)

Bir bağım var uzundur uzun (SENE)

Senede verir otuz okka üzüm (RAMAZAN)

Beyazını yirsen haramdır (ORUÇ)

Siyahını yirsen helaldir (RAMAZAN GECESİ)

Bir çuval cevizim var, sayarım sayarım tükenmez (YILDIZ)

Ağız içinde dil, arifsen bil (KAVAL)

Dağda idim bağ idim
Başı tuğlu bey idim
Eve geldim evlendim
Bilimecek bağlandım. (SÜPÜRGE)

Dağdan gelir dat gibi
Kolları var bıdak gibi
Eğilir bir su içer
Beğirir oğlak gibi. (KAĞNI)

El eker dil biçer (YAZI)

Gölgesiz dağlar aşar. (SES)

Hak Teala hoş yaratmış
Bir yeşil dal üstüne
Kenarı zil varak
Ortası altın varak. (GÜL)

Tırnağından övür alır
Burnundan boğazlanır. (BUĞDAY)

İki kardeş bir arada büyümüş
Üstü yanmış başı yanmış
Dövülenler onlar imiş
Almış kendini deryaya atmış
Meğer aslı su imiş. (KAHVE)

Karanlık yirde
Kadın iniler (ARI)

Kırmızı amma elma değil
Kat kat amma gözleme değil (SOĞAN)

Yılar vurdum sıpaya
Kalktı çıktı tepeye (İĞNE İPLİK)

Yük üstünde yarım çörek (AY)

Bir kuyum var, iki türlü suyum var (YUMURTA)

Aldır abası, yeşildir cübbesi (KİRAZ)

Gökte açık pencere, kalaylı bir tencere (AY)

Altı göl, üstü gül (GAZ LAMBASI)
Derin kuyu, gümbür suyu

Alan alır, içen ölür    (TÜFEK)

Çıt demeden çalıya düşer (GÜNEŞ)

İki direkli, bin kiremitli (TAVUK)

Bir küçücük mil taşı, dolanır dağı taşı (GÖZ)

Bilmece bildirmece, el üstünden kaydırmaca (SABUN)

Bir oğlum var, kat kat göyneği var (SOĞAN)

Het didim
Met didim
Git şuraya
Yat didim (SÜPÜRGE)

Uzaktan baktım aktaş gibi
Yanına vardım sütlaç gibi (MANTAR)

Biz biz bizidik
Otuziki kız idik
Gıran geldi kırıldık
Düzen geldi dizildik  (DİŞ)

Sarıdır safran gibi, okunur Kur'an gibi
Ya bunu bileceksin, ya bu gece öleceksin. (ALTIN)

Bir paragrafın tek cümleden oluşup oluşmayacağını belirtiniz, Bir paragraf tek cümleden oluşur mu?

Bir paragrafın tek cümleden oluşup oluşmayacağını belirtiniz...

Yayla kültürü ülkemizde nasıl sürdürülmektedir? Yayla kültürü ülkemizde nasıldır?

Yayla kültürü ülkemizde nasıl sürdürülmektedir?
Yayla, çevreye göre daha yüksek anlamına gelir.Fazla engebeli olmayıp düz ve otlaklarla kaplı, suyu bol olan yaylalar hayvancılıkla geçimlerini sağlayan topluluklarca yılın belirli aylarında hayvanlarına taze ot temini ve aynı zamanda hayvansal üretimlerini (süt, peynir, yağ gibi) yapmak amacıyla kullanılır.Geleneksel kültürümüzün önemli bir öğesi olan yaylacılık faaliyetleri, yoğun olarak özellikle Akdeniz, Ege, Karadeniz, İç Anadolu ve kısmen Doğu Anadolu Bölgelerimizde günümüzde de devam etmektedir.
Genel olarak yaylalar, aşağı yukarı 1500-2000 metre olan orman sınırının hemen üzerinden başlayıp, bölgeler arası farklılıklarla 3000-3500 metreye kadar yüksekte olabilirler.Yurdumuzda yaylacılık faaliyetlerini günümüzde 3 ayrı kategoride değerlendirebilmek mümkün görünmektedir.
1)Göçebe hayvancılıkla geçimlerini sürdüren köy topluluklarının yaylacılık faaliyetleri,
2)Kökeninde yine göçebe hayvancılık olan ama üretim tekniklerini değiştirerek yerleşik tarıma geçme gibi bir nedenle yaylacılığı ekonomik bir faaliyet olarak değil, eski günlerin hatırlanması açısından yılın belirli bir zamanında yaylaya çıkma-yayla şenlikleri biçiminde sürdürülen faaliyetler.
3)Günümüzde çevre sorunlarıyla boğuşan kentlerden belli bir süre de olsa uzaklaşmak, temiz bir doğayla kucaklaşmak için sportif amaçlar ve buna bağlı olarak gerçekleştirilen yayla turizmi faaliyetleri.Yaylalar kullanım şekillerine göre de üç grupta değerlendirilebilir.Bunlar:

A)Tatil ve Dinlenme Amacıyla Kullanılan Yaylalar:Bunlara birkaç örnek verecek olursak; Bolu ilinde Abant, Gölcük; Hatay ilinde Soğukoluk; Artvin ilinde Yusufeli.

B)Hem Tatil, Hem de Hayvancılık Amacıyla Kullanılan Yaylalar:Örnek olarak, Mersin ilinde Namrun, Ordu ilinde Çarşamba ve Perşembe; Trabzon ilinde de Kadırga yaylaları.

C)Sadece Hayvancılık Amacıyla Kullanılan Yaylalar:Antalya’da Yazır, Kayseri’de Tekir ve Rize’de Elevit ve Kaçkar örnek olarak verilebilir.



Ülkemizde yaylacılık faaliyetlerini sürdüren grupların birbirinden ayrı özelliklerdeki coğrafi bölgelere dağılımı ve bu dağılım içinde yaylaların gösterdiği farklı morfolojik özellikler yaylacılığın her bölgede birbirinden farklı şekillerde uygulanması sonucunu doğurmuştur.Yerleşiklerin yaylacılığı, göçebe ve yarı göçebelerin yaylacılık faaliyetlerinden çok daha farklı özellikler taşımaktadır.

Göçebelikte, tamamen hayvancılığa dayalı ekonominin gereği oluşan göçler, devamlı olarak yaylak ve kışlak alanlar arasında sürdürülür.Göçebelikle yerleşik hayat arasındaki hayat tarzı olan yarı göçebelikte ise göçler mevsime bağlı ve periyodiktir.Yerleşik yaylacılık, tarımın yanı sıra hayvancılık yapan, yaz aylarında hayvanların daha iyi beslenebilmesi ve daha iyi ürün elde edebilmek için hayvan sürüleriyle birlikte 2-3 ay yaylalara çıkan dağ, orman ve ova köylülerinin ekonomik faaliyetidir.

Türkiye’de gerçek göçebe grupların sayısı belirli bölgelere iskan edilmeleri sonucu yok denebilecek ölçüde azalmış ve giderek bu hayat tarzının ortadan kalkmış olmasına rağmen göçer hayvancılık faaliyetini sürdüren yarı göçebe ve yaylacı grupların varlığı devam etmektedir.

Yaylacılık, halk takvimi ve meteorolojisinden halk ekonomisine, halk veterinerliğinden halk tıbbına, beslenme ve halk mutfağından halk hukukuna kadar geniş bir geleneksel kültür yapısını bünyesinde barındırır.Yılın 4-5 ayını tüm yaşam faaliyetleriyle birlikte yaylada geçiren topluluğun oluşturduğu kültürel yapının bu zenginlikte olması normaldir.
Yaylaya çıkış, Nisan ayı ortaları, Mayıs sonu arasında değişmektedir. Çıkıştan önce göç hazırlıkları yapılır.Yaylada kullanılacak eşya ve araç gereçler elden geçirilerek göç yükü oluşturulur. Bu yükte, başta yaylada barınma ihtiyacı için kullanılacak kara çadır gelir.(özellikle Doğu Karadeniz bölgesinde yayla koşullarına uygun konutlar yapılmış bulunduğundan genellikle çadır kullanılmaz).

Sonra, yatak yorgan, kilim, keçe, minder, yastık gibi malzemelerle süt sağılacak kaplar, peynir, yağ yapımında kullanılan kap kacak, kazan, sitil mutfak araç gereçleri, erzak ve onların konulduğu çuvallar, gaz lambası, ekmek sacı gibi malzemeler, ayrıca bunların yanında yaylada tüketilecek un, tuz, şeker, yağ gibi yiyecekler yer alır.
Göç hazırlıklarında göçe katılacak küçükbaş hayvan sürülerinin de hazırlanması önemlidir.Hayvanlar birbirlerine karışmaması için damgalanır, işaretlenir, bakımları yapılır.Çobanlar tutulur.Yükü taşıyacak at ve katır gibi hayvanların da bakımları yapıldıktan sonra kararlaştırılan bir günde göçe başlanır. (Günümüzde göç motorlu araçlarla da yapılmaktadır.Aracın gidebildiği yere kadar araçla, yolun izin vermediği yerden itibaren de hayvanlarla veya yürüyerek gidilmektedir.)Genelde göç boyunca hayvanlar yük taşımak için kullanılır, insanlar yürür ancak yürüyemeyecek durumdakiler hayvanları kullanabilir.
Göç süresi yöreden yöreye ufak farklılıklar göstermekle birlikte Nisan Mayıs aylarında çıkışlar başlayıp, Ağustos Eylül aylarında köye dönülür.Yaylacılık faaliyeti göçer hayvancılığın en belirgin tipidir.Tarihten gelen uzantıların yanında tamamen hayvancılık ekonomisine dayalı toplulukların yaşam tarzıdır.

Ses ve anlam birimlerinin dil bilgisi kurallarına göre birleşip bir paragrafı nasıl oluşturduğunu açıklayınız

Paragraf nasıl oluşur?
Ses ve anlam birimlerinin dil bilgisi kurallarına göre birleşip bir paragrafı nasıl oluşturduğunu açıklayınız...
Dilin anlamlı en küçük birimi sözcüklerdir. Sözcükler bir araya gelerek yargı taşıyan cümleleri, cümleler de aynı anlam etrafında bir zincirin halkaları gibi bir araya gelerek paragrafları oluşturur. Buna göre paragraf, bir düşünce etrafında kümelenen en küçük anlatım birimidir. Sözcük ve cümleler bu anlatım birimi içinde değer kazanarak bir duygu, düşünce, olay ya da durumu anlatır.


24 Nisan 2015 Cuma

Türkiye haritasına baktığınızda türkiye'nin coğrafi konumu ile ilgili neler söyleyebilirsiniz

Bu haritaya baktığımızda, Türkiye'nin 3 tarafının denizlerle çevrili olduğunu, Kuzeyinde bulunan Karadeniz'in çıkış tolunun sadece İstanbul ve Çanakkale boğazları olduğunu ve bu boğazların ne kadar stratejik öneme sahip olduğunu görürüz.

Türkiye'nin doğu ile batı arasında bir köprü olduğunu görebiliriz. Geçmişte İpek yolu ve Baharat yolu ile gördüğümüz bu köprü vazifesini, günümüzde doğalgaz boru hatları ile görmekteyiz. Bir çok proje ile doğunun, Azerbaycan ve Hazar denizinin petrollerinin ülkemiz üzerinden taşınmakta Avrupa'ya ulaşmaktadır.

Boğazların durumu, Rusya için her zaman çok önemli olmuştur. Rusya'nın sıcak denizlere ulaşması, ve deniz ticaretinden pay alabilmesi için, boğazları kullanmak zorundadır. Boğazlardan çok sayıda kuru yük ve tanker gemileri geçmekte, bu durum Türkiye'nin stratejik önemini arttırmaktadır.

Çevrenizde esnaflar hangi sorunlarla karşılaşıyorlar ve bu sorunları nasıl çözüyorlar?

Çevrenizde esnaflar hangi sorunlarla karşılaşıyorlar ve bu sorunları nasıl çözüyorlar?

Çevremizdeki esnafın sorunu, genel olarak herkesi etkileyen krizlerin dolaylı olarak onları etkilemesi ve alışveriş merkezleri, gros market tarzı yerlerinin mahalle aralarına bile girmeleri, onlarla rekabet edemeyecek büyüklükte olmaları sonucu zor duruma düşmeleridir. Esnafın sorunlarına çözüm önerileri:

- İşyeri açan veya işhtiyacı olan daha önce faydalanmamış esnafa 5 yıl süre ile vergi indirimi uygulaması,

- Akaryakıt indirimlerinin kapsamına şöfor esnafının dahil edilmesi.

- Şöfor esnafı arabalarını yenilereken bir kereye mahsus, özel tüketim vergisinin alınmaması.

- Sosyal Güvenlik Kurumu işçi prim teşviği kapsamına esnaf yanında çalışan işçiler içinde uygulanması.

- Esnaf ve sanatkarların kullandığı enerjinin indirimli olması.

- Esnaf için farklı bir faiz rejimi uygulanması, bu konuda teşvik uygulanması.


- Alışveriş merkezlerinin ilçe veya il dışına alınmaları ve tatillerde kapalı olması.

Coğrafi keşiflerin insanlığa kazandırdığı faydalar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Coğrafi keşiflerin insanlığa kazandırdığı faydalar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Coğrafi keşifler sonucunda Amerika kıtası keşfedilmiş, yeni yollar bulunmuştur. Avrupalılar Amerika kıtasına giderek oradaki zenginlikleri ve farklı kültürleri Avrupa'ya taşımışlardır.


Coğrafi keşiflerin sonucunda dünyanın yuvarlak olduğu kanıtlanmış, ve bilimsel ilerleme sağlanmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin temel nitelikleri ile ilgili ilk anda neler söyleyebilirsiniz?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin temel nitelikleri ile ilgili ilk anda neler söyleyebilirsiniz?

ANAYASAL İLKELER
Anayasal İlkeler: Türkiye Cumhuriyeti Anayasası "Cumhuriyetinin nitelikleri" başlığı altında "Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir." şeklindeki açıklamayla Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Temel İlkelerini saymıştır.

Türk Anayasanın Temel İlkeleri Şunlardır:
Atatürk İlkelerine Bağlı Devlet İlkesi
Demokratik Devlet İlkesi
Hukuk Devlet İlkesi
Laik Devlet İlkesi
Sosyal Devlet İlkesi
İnsan Haklarına Saygılı Devlet  İlkesi
Eşitlik İlkesi
Güçler Ayrılığı İlkesi
 Atatürk İlkelerine Bağlı Devlet İlkesi: Kurtuluş Savaşı ile birlikte Türk Milliyetçiliği; ırkçı olmayan, ölçülü, barışçıl, insancıl ve Misak-ı Milli sınırları içinde kalan bir ideoloji olarak gelişmiştir. Atatürk Milliyetçiliği olarak da anılan Türk Milliyetçiliği; bütün fertlerini, kederde, kıvanç ve tasada ortak, bölünmez bir bütün halinde, milli şuur ve ülküler etrafında toplayan bir düşünce biçimidir. Aynı zamanda milletimizi dünya milletler ailesinin eşit haklara sahip şerefli bir üyesi olarak millî birlik ruhu içinde daima yüceltmeyi amaçlayan bir harekettir. Atatürk Milliyetçiliği, ırk, din, dil ayırımı yapılmaksızın, Türk vatan ve milletinin bölünmez bir bütün olduğu, Türk Devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkesin Türk sayılacağı inancına dayanır.

Demokratik Devlet İlkesi: Demokratik devlet, halkın devlet yönetimine katılması esasına dayanan devlet demektir. Bu ilke doğrultusunda Devleti yönetecek organlar millet tarafından doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak seçilerek iş başına gelecekler ve çeşitli siyasal partiler çeşitli siyasi, görüş ve eğilimleri temsil etme yetkisine sahip olacaklardır (Anayasa Madde 68/2). Bu nedenle Anayasa, siyasal partileri siyasal hayatın vazgeçilmez unsuru olarak kabul etmiştir. Vatandaşların kanun çerçevesinde seçme ve seçilme haklarına sahip olmaları; seçimlerin serbest, eşit, tek dereceli, genel ve gizli oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre yapılması da Demokratik Devlet İlkesinin gereğidir (Anayasanın 67. maddesi)

Hukuk Devleti İlkesi: Hukuk devleti, devletin bütün eylem ve işlemlerinin hukuk kurallarına dayandığı ve vatandaşların da hukuki güvenlik içinde olduğu bir sistemdir. Hukuk devleti, vatandaşların temel hak ve ödevlerinin güvenceye bağlandığı, yasaların anayasaya uygun olduğu ve bunun denetlendiği, herkesin tâbi olduğu kuralların aynı olduğu, yönetimin hukuka uygun davrandığı devlettir. Hukuk devletinin sağlanabilmesi için bazı şartların gerçekleşmesi gerekir. Bu şartlardan ilki, ‘‘yürütmenin yargısal denetimidir’’. Kişi hak ve hürriyetleri tarih boyunca yürütme organı tarafından ihlal edilmiştir. Yürütme işlemlerinin keyfilikten kurtarılabilmesi için yürütme işlemlerinin yargısal denetimi şarttır. Hukuk devletinin sağlanabilmesi için gerekli diğer şartlar ise, ‘‘yasama işlemlerinin yargısal denetimi ve yargı bağımsızlığıdır’’. Anayasa, yasaların anayasaya uygunluğunu denetlemek için Anayasa Mahkemesine yer vermiştir yargı bağımsızlığı ise yargı organlarının yasama ve yürütme organları karşısında bağımsız olması ve karar verirken kimseden emir almamasıdır. Anayasaya baktığımızda yürütmenin her türlü eylem ve işlemlerinin yargısal denetime açık olduğunu ve temel hak ve özgürlüklerin ve bunların hangi durumlarda sınırlandırılabileceğinin Anayasada yer aldığını, yasaların anayasaya uygunluğunu denetleyen Anayasa Mahkemesinin varolduğunu ve yargının bağımsız olduğunu görürüz

Laik Devlet İlkesi: Laiklik ilkesinin, din hürriyeti ve din ve devlet işlerinin ayrılığı olmak üzere iki boyutu bulunmaktadır. Din hürriyeti, inanç ve ibadet hürriyetlerini kapsamaktadır. İnanç hürriyeti, herkesin dilediği inanç ve hürriyete sahip olabileceğini ya da hiçbir dini inanca sahip olmayabileceğini ifade eder. İbadet hürriyeti ise; kişinin, inandığı dinin gereklerini yani ibadet, ayin ve törenlerini serbestçe yapabilmesidir. Anayasamızda, inanç hürriyeti hiçbir sınırlamaya tâbi olmaksızın kişilere tanınmıştır. Anayasamızın 24. maddesinin birinci fıkrasına göre, “Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir”. Anayasamız, ibadet hürriyetinin, Anayasa’nın 14. maddesinde sayılan, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırma amaçlarıyla kötüye kullanılmasını yasaklamıştır.

Laikliğin din ve devlet işlerinin ayrılığını belirten ikinci boyutu ise, din kurumlarının devlet görevlerini, devlet kurumlarının da dini görevleri yerine getiremeyeceğini, bunların birbirlerinden ayrı olacağını ifade etmektedir. Laik bir sistemde devlet bütün din mensuplarına eşit davranır. Laik sistemde resmi bir devlet dini olmaz. Devlet kurumları din kurumlarını etkileyemeyeceği gibi, din kurumları da devlet kurumlarını etkileyemez. Laik bir toplumda devlet işleri dinî bir temele oturtulamaz. Nihayet laik sistemlerde din kurumlarıyla devlet kurumlarının ayrılmış olması gerekir. Fakat “laiklik” dinsizlik demek değildir. Bu nedenledir ki, devletin dini inanç ve ibadetlere karışmaması, onları engellememesi ve engel olmaya çalışanları önlemesi de gerekir.

Türkiye Cumhuriyeti Devletin’in temel ilkelerinden biri olan laiklik:
-Din ve mezhep ayrımı yapmayan,
-Resmi bir dini bulunmayan,
-Din kuralları ile yönetilmeyen,
-Din hizmetlerini de bir kamu hizmeti olarak kabul eden,
-Devlet ve hukuk kurallarını din kurallarından arındıran bir devlet düzenidir.
Sosyal Devlet İlkesi: Sosyal devlet, fertlerin sosyal durumlarıyla ilgilenen, onlara asgari bir hayat düzeyi sağlamayı, sosyal adalet ve sosyal güvenliği gerçekleştirmeyi ödev sayan devlettir. Sosyal devlet, devletin, sosyal barışı ve sosyal adaleti sağlamak amacıyla sosyal ve ekonomik hayata aktif olarak müdahalesini gerekli gören bir anlayıştır. Sosyal devletin en belirgin özellikleri, kişiyi ekonomik hayatta yalnız bırakmaması, ekonomik hayata müdahale etmesi, herkes için insanlık onuruna yaraşır bir hayat seviyesi sağlamaya yönelik bir devlet biçimi olmasıdır. Sosyal devlet, sosyal adaleti gerçekleştirmek, bireyin ve toplumun refahını sağlamak ve sosyal güvenliği oluşturmak amaçlarını taşır. Sosyal devletin ana öğelerinden biri millî geliri artırmak; bunun için yatırım yapmak, sosyal adalet kuralları içinde kalkınmayı sağlamaktır. Sosyal devletin ana öğelerinden diğeri millî gelirin adaletli dağılımını sağlamaktır. Sosyal devletin bir başka öğesi özgürlüklerin gerçekleşmesi için maddi imkân sağlamaktır. Bir diğer sosyal devlet öğesi ise bireyleri sosyal güvenliğe kavuşturmaktır.

İnsan Haklarına Saygılı Devlet İlkesi: Günümüzde insanların sahip oldukları temel haklar, çeşitli uluslararası antlaşma ve bildirilerde; örneğin Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinde açıkça gösterilmiştir. Bu beyannamedeki ilkeler, günümüzde demokrasiye bağlı bütün toplumlarca tanınıp benimsenmiştir. Anayasamız, insanların insan olmaktan kaynaklanan temel hak ve hürriyetlerden faydalanacaklarını açıklamıştır. Anayasamızın 2. maddesinde Türkiye Cumhuriyeti “İnsan haklarına saygılı bir devlettir” ifadesi yer almaktadır. İnsan hakları kavramı, bütün insanlara tanınması gereken ideal hak ve hürriyetleri kapsamaktadır. İnsan haklarına, doktrinde “Temel Haklar” dendiği de görülür. Temel haklar, Anayasamızın “kişinin hakları ve ödevleri” bölümünde düzenlenen koruyucu haklarla, “sosyal ve iktisadî haklar” başlığını taşıyan bölümünde düzenlenen isteme hakları ve “siyasal haklar ve ödevler” başlığı altındaki bölümde düzenlenen katılma haklarından oluşmaktadır.

Eşitlik İlkesi: Eşitlik ilkesi Anayasanın 10. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa ayrıcalık tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadır” (Anayasanın 10. maddesi)

Kuvvetler Ayrılığı İlkesi: Hukuk devleti olabilmek için, kuvvetler ayrılığı ilkesinin uygulanması, yani yasama, yürütme ve yargı organlarının birbirinden ayrılması gerekmektedir. Son yüzyılda devlet içindeki güçlerin bir elde toplanmasını önleme eğilimi gelişmiştir. Çünkü devlet içindeki güçlerin, özellikle yargı gücü ile yürütme görevinin ya da yasama ile yürütmenin bir elde toplanması, hukuk devletinin varlığını tehlikeye düşürebilir. Anayasamız kuvvetler ayırımı ilkesini benimsemiştir. Anayasamızda kuvvetler ayırımı ilkesi “devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli devlet yetkilerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir iş bölümü ve iş birliği” şeklinde ifade edilmektedir. Üstünlük ise Anayasa ve kanunlarda mevcuttur. “Anayasanın üstünlüğü ilkesi”ne göre; Anayasa daima diğer kanunların üstünde yer alır. Anayasanın üstünlüğü ilkesi kanunların ve diğer hukuk kurallarının anayasaya aykırı olamayacağı anlamına da gelir.

Günlük hayatınızdan yasama, yürütme ve yargı kavramlarına uygun olan birer örnek veriniz.

Günlük hayatınızdan yasama, yürütme ve yargı kavramlarına uygun olan birer örnek veriniz.

Günlük yaşamımızda her alanda yasama, yürütme ve yargı kavramlarının örnekleriyle birlikte yaşamaktayız. Ancak biz bunların farkında bile değiliz. Bu yazımızda bu kavramlara uygun birer örnek vereceğimiz gibi sizinde vereceğiniz örnekleri yorum olarak bekliyoruz.

Yasama
Meclis tarafından oluşturulan, herkes için geçerli kurallara yasa denir. Ülkemizde yasaları Türkiye Büyük Millet Meclisi kabul eder ve uygulamaya koyar. Hayatımızdan bu kavrama ait örnek vermek gerekirse kamu malına zarar vermek herkes için suçtur.

Yürütme
Yasaların uygulanması anlamına gelir. Hükümet ve bakanlıklar tarafından uygulanır. Günümüz İktidarı bu işlerden sorumludur. Hayatımızdan örnekler verecek olursak kanunların uygulanmasını kolluk güçleriyle hükümet sağlar.

Yargı

Yasalar çerçevesin de bir olayın yada düşüncenin değerlendirilerek hükme varılması işidir. TBMM adına bunu mahkemeler kullanır. Günlük yaşamımızdan örnek verecek olursak türbanlı öğrencilerin üniversitelere girişinin yasaklanması anayasa mahkemesince kaldırıldı.

23 Nisan 2015 Perşembe

Medyanın toplum ve yönetim üzerinde etkili olmasının nedeni ne olabilir?

Medyanın toplum ve yönetim üzerinde etkili olmasının nedeni ne olabilir?

Medya her geçen gün artan değeriyle toplumların kaderinde önemli rol oynamaktadır. Medya insanlar farkına varmaksızın kültürleri ve insanların düşünce yapılarını değiştirmektedir.

Medya bir kuruluş olarak topluma haber vermeyi sağlar.Haberleri toplum medyadan alır.Bunun olumlu ve olumsuz sonuçları vardır

Olumlu sonuçları
⇒Haber alırız.
⇒Bir ülkdede savaş veya politik sorun varsa yardım ederiz.

Olumsuz sonuçları
⇒Yanlış haber alırsak iyi sonuçlar doğurmayabilir.

⇒Medya haber vermezse geride kalmış bir toplum olabilir.

Eğitsel ve sosyal faaliyetlerinizde demokrasinin hangi ilkelerini uyguluyorsunuz?

Eğitsel ve sosyal faaliyetlerinizde demokrasinin hangi ilkelerini uyguluyorsunuz?

Faaliyetlerimize katılan herkes eşittir. Herkes düşüncelerini özgürce ifade edebilir. Alınan kararlarda herkesin fikrine önem verilir.

Eğitim ve sosyal alandaki faaliyetlerde devletin verdiği haklarımızı ve demokrasinin ilkelerini kullanırız.

Eğitsel alanda
⇒Okuma hakkı var.
⇒Her bireyin bir bilgiyi araştırma hakkı var.
⇒Açıktan okumada vardır.

Sosyal faaliyetlerde
⇒Hürriyet hakkı .

⇒Her bireyin isteşği şekilde seyahat hakkı.

Ortak miras ögelerinin korunmasında bizlere düşen görevler nelerdir? Açıklayınız.

Ortak miras ögelerinin korunmasında bizlere düşen görevler nelerdir? Açıklayınız.

Miras, nesilden nesile gelecek kuşaklara aktarılan maddi ve manevi her şeydir.

Düşünce, sanat ve edebiyat ürünü, doğal zenginlikler, tarihi eserler ve bilim insanlığın ortak mirası olarak değerlendirilir. Bilimsel, sanatsal ve teknolojik ürünler sadece ortaya çıktığı toplumun değil, bütün insanlığın malıdır. Bir toplumda ortaya çıkan ürünler, kültürler arası etkileşim yoluyla bütün toplumlara yayılır. Bu nedenle ürünler insanlığın ortak mirası ola-rak değerlendirilir.

İnsanlığın ortak miraslarından bazısını ele alalım.

a) İnsanlığın Sanat Mirası
İnsanların; doğayı, düşünce ve duyguları kendinden bir şeyler katarak ortaya koymuş olduğu özgün ürünlere sanat denir. Roman, öykü, tiyatro, mimari, müzik vb. sanat dalları vardır. 
Sanat anlayışı İlk Çağdan günümüze kadar gelişme göstermiş ve gelişmeye devam etmektedir. İlk olarak insanlar mağara duvarları-na resimler çizerek sanat eserleri ortaya koy-muşlardır. Hindistan, Anadolu, Mezopotamya ve Çin Uygarlıkları dönemindeki sanatsal faaliyetler diğer kültürleri de etkilemiştir. 
Türkiye’de, çevremize baktığımız zaman Anadolu Selçuklu devleti ve Osmanlı devleti döneminden kalan mimari eserleri görmekteyiz. Bu yapılar, bizlere kalmış olan miraslardır. Bizlere düşen görev bu eserleri korumaktır. 

b) İnsanlığın Düşünce Mirası
İnsanlar, doğaya hakim olmak için mücadele ederken çevresindeki olayları iyi gözlem-leyerek, olaylar arasında ilişki kurmuştur. Bu gözlemlerden etkilenerek düşünce hayatı gelişmeye başlamıştır. 
İlk Çağ, Orta Çağ ve Yeni Çağ’daki yetişen bilim adamları düşünce hayatının gelişiminde önemli rol oynamışlardır. 
İlk Çağ’da; Tales, Sokrat, Konfüçyüs, Buda, Heraklit ve Aristo gibi bilim adamları yetişmiştir. 
Birunu, İbn-i Sina, İbn-i Rüşd, Harezmi, İmam Gazali ise İslam bilim adamlarıdır. 
15. ve 16. yy’da Avrupa’da görülen Röne-sans ve Reform hareketleri, Avrupa’nın düşün-ce yapısını değiştirmiştir. Aydınlanma Çağı ile insanlar pozitif bilimlere yönelmiş ve skolastik düşünce önemini yitirmiştir. Avrupa’daki bu gelişmeler, bütün dünyayı etkilemiştir. 

c) İnsanlığın Bilim Mirası
Dünyada varolandan yola çıkarak, deney ve gözlem yoluyla neden-sonuç ilişkisi içer-sinde incelenilerek ulaşılan kurallı bilgiler topluluğuna bilim denir. 
Bilim İlk Çağ’dan itibaren gelişmeye başlamıştır. Babiller’de görülen Astronomi ve Matematik alanındaki çalışmalar bütün dünyayı etkilemiştir. 
Pascal, Dekart, Kopernik, Kepler, Galileo, Newton gibi bilim adamları Yeni Çağ’da yetişmiştir. Bu bilim adamları insanlığın ortak mirası olan bilime önemli katkılarda bulunmuşlardır. 

Ortak Mirasın Önemi 

Ortak Miraslarımız
Bilim, sanat, edebiyat ve düşünce ürünlerinden oluşan ortak miras tarih içinde farklı toplumların katkısıyla oluştu. Toplumların ortaya koyduğu ürünler ve değerler üretildiği toplumla sınırlı kalmadı, bütün toplumlara yayıldı.

Ortaya konan ortak miras ürünleri aynı zamanda bütün insanlığa yarar sağlamakta, toplumların gelişmesine katkıda bulunmaktadır.

Ortak mirastan yararlanma onu özenle korumaya bağlıdır. Yaşayan kuşaklar ortak mirastan yararlanırken, onu korumakla da sorumludurlar.

Ortak Miras Özellikleri

Geçmişten günümüze kadar, süregelen insanların birikiminden oluşur.

Ortaya çıkan ürün, tek bir ulusun mirası değildir. Tüm uluslar bu mirastan yararlanabilir.

İnsanlar ortak mirasın korunmasında duyarlı olarak, tüm insanlığa yarar sağlamalıdır.

Ortak mirası korumak, geliştirmek ve nesillere aktarmak gereklidir.

Ortak Mirasa Nasıl Katkıda Bulunuruz?

Ortak mirasa katkıda bulunulması ve korunması tüm insanlığın görevidir. Ortak mirasa katkıda bulunmak dünyada yaşanan sorunların çözümüne de katkı sağlar.

Günümüzde insanlık ortak mirasa daha da katkıda bulunarak eşitlik anlayışını geliştirmeye çalışmakta ve insanlık için sorun olan birçok olaya bilimsel çözümler getirmektedir.

Ortak mirasın korunması amacıyla da dünyada birçok müze ve kütüphane kurulmuştur. Buralarda geçmişteki ortak mirasın ürünleri sergilenmekte ve insanlığın hizmetine sunulmaktadır.

Ortak mirasın korunmasında faaliyet gösteren önemli kuruluşlardan birisi de Dünya Anıtlar Vakfı‘dır. Bu kuruluş tarihî alanları belirlemekte ve korunması için çeşitli önlemler almaktadır.

Günümüzde üretilen teknik araçlar ve bilgisayarlarda ortak miras ürünleri kayıt altına alınıp kopyaları saklanmaktadır. Bilgisayarlar istenilen bilgiye daha kolay ve çabuk ulaşılmasını sağla-maktadır.

Ortak mirasın korunmasında devletlerin yasal düzenlemeler yapması ve bu konuda vatandaşlarına küçük yaşlardan itibaren eğitim vermek de oldukça önemlidir.


Ortak mirasın korunmasında en önemli etken mirasa bilinçli olarak katkıda bulunulması ve eğitimdir 

Küresel sorunların ortaya çıkmasına neden olan etkenler nelerdir listeleyiniz.

Küresel sorunların ortaya çıkmasına neden olan etkenler nelerdir listeleyiniz.

Küresel ısınma Küresel Sorunlar Nelerdir:

Ozon tabakasındaki delik Küresel Sorunlar Nelerdir
Savaşlar Küresel Sorunlar Nelerdir
Kıtlık Küresel Sorunlar Nelerdir
Enerji kaynaklarının tükenmesi Küresel Sorunlar Nelerdir
Yer altı ve yer üstü kaynaklarının tükenmesi

Bu sorunların ortaya çıkmasının nedenleri sanayi hareketleri ve buna bağlı kaynak ve hammadde arayışlarıdır diebiliriz. Sömürge faaliyetleri de buna bağlı gelişmekedir.

Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı'na katılmasaydı sizce neler olabilirdi?

Osmanlı Devleti, I. Dünya Savaşı'na katılmasaydı sizce neler olabilirdi?

Birinci dünya savaşına giren devletler, büyük zarar gördüler. Osmanlı Birinci dünya savaşına girmeseydi kendisine daha sağlam bir toparlanma zemini bulabilirdi.

22 Nisan 2015 Çarşamba

Sedat Umran'ın hayatı, Sedat Umran'ın edebi kişiliği ve eserleri kısaca maddeler halinde

SEDAT UMRAN (1926-2013)Hayatı 
1926’da İstanbul’da doğan sanatçı, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Alman Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun olmuştur. Çeşitli kuruluşlarda mütercimlik yapmış ve 1974’te İzmit Sümerbank Boru Fabrikası’nda mütercim olarak çalışırken emekli olmuştur. Birçok dergide şiirleri yayınlanan şair, Almancada çok sayıda çeviriye de imza atmıştır.7 Ağustos 2013'te İstanbul'da vefat etmiştir.

Edebi Kişiliği-Sanat Anlayışı 

– Eşyanın iç dünyasını yansıtarak Türk şiirine büyük bir yenilik getirmiş şairdir. Cansız nesnelerin bilinmeyen dünyalarını okuyucuyla paylaşan Umran, bilinçaltına attığı acılarını; sevinçlerini eşyanın kimliğinde dışa vurarak mutluluğa ulaşabileceğine inanmış bir sanatçıdır.
– Şiirlerinde herhangi bir ideolojik düşünce barındırmayan Umran, mısralarında ele aldığı maddeyi, gücünü ve güçsüzlüğü dile getirmek için kullanmıştır.
– Yazdığı şiirlerin konuşları son derece önemsiz ayrıntılardır. Ancak o kimsenin şiir yazmayı aklına getirmediği nesnelere şiirlerinde hayat vermiştir.
– Sedat Umran Alman şiirine özenmiş bir şairdir.
– Şiirlerinde kafiye ve mısra gibi ahenk ve ritim öğelerine pek başvurmamış, sembollere çokça yer vermiştir.


Eserleri

Şiir; Meşaleler, Leke, Gittin Taş Atarak Denizlerime, Kara Işıldak

Tevfik Akdağ'ın hayatı, Tevfik Akdağ'ın edebi kişiliği ve eserleri

TEVFİK AKDAĞ (1932-1993)
29 Şubat 1932′de İzmir’de doğdu. Orta öğrenimini de burada tamamladı. Daha sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdi. Bankacılık, müfettişlik ve yöneticilik yaptı. 28 Eylül 1993′te İstanbul’da vefat etti. 
  • İlhan Berk, Turgut Uyar, Cemal Süreya, Edip Cansever’le birlikte İkinci Yeni’nin önde gelen şairleri arasında sayılmıştır.
  • İkinci Yeni’nin saklı sularından diye nitelendirilmiştir, ikinci Yeni’ye bağlı, söyleyiş güzellikleri ve kıvraklıkları taşıyan şairliğini “Lâcivert Kanatlı Bir Kuştur Gece” kitabından sonra Papirüs, Türk Dili ve başka dergilerde sürdürmüştür.
  • Tevfik Akdağ, şirlerini üç kitapta topladı. 
  • Çıplak ve Sevinçle'deki şiirlerinde özellikle belirginleşen siyasal-toplumsal tavırla Akdağ, ikinci yeni anlayışı ile toplumcu-gerçekçi anlayış arasında bir köprü gibidir. Eski İnsan Sözleri'nde ise insanı, ahlaksal çöküşü güncel ve genel bir düzlemde, kimi zaman ince bir yergiyle, kimi zaman ağır bir alayla yargılar.

Yapıtları :


  • Lacivert Kanatlı Bir Kuştur Gece
  • Çıplak ve Sevinçle
  • Eski İnsan Sözleri



Kıpırda Ey Aydınlık - ölümünden sonra -

Trajedi (tragedya) özellikleri nedir, temsilcileri kimlerdir maddeler halinde

 B)GÖSTERMEYE BAĞLI EDEBİ METİNLER

TİYATRO

  • Hayattaki olayları konu edinen, sahnede oynanmak amacıyla yazılan edebi eserdir.
  • Tiyatro göstermeye bağlı bir güzel sanat dalı olarak “dramatik sanatlar” dan biridir.
  • Roman ve hikaye soyut olduğu halde, tiyatro somuttur.
  • Tiyatro metinlerindeki temel ifade biçimi “ gösterme” ve “anlatma” dır
  • Tiyatro eserleri, konularına göre dram, trajedi ve komedi gibi türlere ayrılır.
MODERN TiYATRO TÜRLERİ



A-TRAJEDİ (TRADEGYA)

ÖZELLİKLERİ:

Seyirciye, hayatın acıklı yönlerini göstermek, ahlak, erdemi anlatmak için yazılmış manzum eserlerdir.

  • Konusunu seçkin kimselerin hayatından ya da mitolojiden alır.
  • Kahramanları tanrılar, tanrıçalar ve soylu kimselerdir.
  • Kusursuz bir üslubu vardır. Kaba sözlere yer verilmez.
  • Eser baştan sona kadar ağırbaşlı, ciddi bir hava içinde geçer.
  • Çirkin olaylar, seyircinin gözü önünde gerçekleştirilmez, sahne arkasında gerçekleştirilir. Bu olaylar haberciler tarafından sahnede aktarılır.
  • Üç birlik kuralına uyulur.( Yer, zaman, olay )
  • Oyunda koroya yer verilir.
  • Ünlü trajedi yazarları;
  • Eski Yunan; Aiskhylos, Eurupides, Sophokles.
  • Fransız; Corneille, Racine.

Komedi (KOMEDYA) özellikleri nedir, ünlü temsilcileri kimlerdir maddeler halinde

MODERN TİYATRO TÜRLERİ
B-KOMEDİ (KOMEDYA)

İnsanların ve olayların gülünç yönlerini ortaya koymak, izleyenleri güldürmek ve düşündürmek amacıyla yazılmış tiyatro eseridir.
Konusunu, yaşanılan hayattan ve günlük olaylardan alır.
  • *Kişiler halktan ve yüksek zümreden her çeşit insan olabilir.
  • *Her türlü söze şakaya yer verilir.
  • *Kişilerin her türlü davranışları sahnede gösterilir.
  • *Birbirini izleyen diyalog ve koro bölümlerinden oluşur.
  • *Manzum olarak yazılır.
  • *Üç birlik kuralına uyulur.
  • Komedi Türleri:
    Komedi tiyatro türü, konularına göre kendi içinde üçe ayrılır.
    a.       Karakter Komedisi:
    İnsan karakterinin gülünç ve eksik yönlerini, toplumun değer yargılarıyla çatışan aksak ve zayıf yanlarını anlatan komedilere “karakter komedyası” denir. Moliere’in “Cimri”, Shakespeare’in “Venedik Taciri” adlı eserleri karakter komedisine örnek olarak gösterilebilir.
    b.       Töre Komedisi:
    Toplumun gelenek ve göreneklerinden kaynaklanan gülünçlükleri anlatan komedilere “töre komedyası” denir. Moliere’in “Gülünç Kibarlar”, “Bilgiç Kadınlar” Beamarchais’in “Sevil Berberi”, “Figaro’nun Düğünü”; Gogol’un “Müfettiş”; Şinasi’nin “Şair Evlenmesi” adlı eserleri töre komedisine örnek olarak gösterilebilir.
    c.        Entrika Komedisi:
    Olayların, seyircilerin merakını kamçılayacak, onları şaşırtıp güldürecek biçimde anlatıldığı komedilere “entrika komedyası” denir. Entrika komedilerine “vodvil” de denmektedir. Bu türde temel amaç güldürmektir. Eleştirel bir yaklaşım ya da düşündürme söz konusu değildir. Moliere’in “Scapin’in Dolapları”, “Zoraki Hekim”; Shakespeare’in “Yanlışlıklar Komedisi” adlı eserleri entrika komedisine örnek gösterilebilir.
     Komedi türünde eser vermiş en ünlü sanatçılar:
    Eski Yunan’da
    Aristophanes (Aristofanes, MÖ. 5. yüzyıl)
    Menandros (MÖ. 4. yüzyıl)

    Terentius (MÖ. 3. yüzyıl)
    Latin tiyatrosunda
    Plautus (Platus, MÖ. 3. yüzyıl)
    Klasik Fransız edebiyatında
    Moliere (Molyer, M.S. 17. yüzyıl)

Dram özellikleri nedir, dram sanatçıları kimlerdir maddeler halinde

C-DRAM:
Hayatı olduğu gibi acıklı ve gülünç yönleriyle sahnede göstermek için yazılan tiyatro eseridir.
  • Dram türü, komedi ve trajedinin karma şekli gibidir.
  • Konusunu günlük hayattan veya tarihin herhangi bir döneminden alır. Klasik trajedi ve komedideki Eski Yunan mitolojisine yönelik değerler yerine ulusal değerlere yönelme görülür. Konular daha çok Orta Çağ Avrupa’sından alınmıştır.
  • Hem acıklı hem de komik olaylar aynı oyun içinde bulunur.
  • Kahramanlar hem soylu kişilerden hem sıradan insanlar arasından seçilir.
  •  Şiir ve düzyazı karışık şekilde bulunur.
  •  Her türlü olay seyircinin gözü önünde canlandırılır.
  •  Perde sayısı yazarın isteğine göre değişir.
  • Yalın, anlaşılır ve halkın konuştuğu dil kullanılır.
  • Üç birlik kuralına uyma zorunluluğu yoktur. Dramı, trajedi ve komediden ayıran önemli bir özelliktir bu.
Dram türünde eser vermiş en ünlü sanatçılar:

İngiliz Edebiyatı:

William Shakespeare (1564–1616),

İspanyol Edebiyatı:
Lope de Vega (1562–1635): ,

Alman Edebiyatı:

Herder (1744–1803),

Schiller (1759 – 1805)

Goethe (1749–1832),

Fransız Edebiyatı:


Victor Hugo (1802–1885)

William Shekespeare